- 1500 Okunma
- 18 Yorum
- 4 Beğeni
Bana Oğlumu Ver...4
-Çayı dəmli artıq oğlum, ağzım qurudu.
Dalıp gittiğim hayallerimden, Şamil beyin şefkat kokulu sesiyle uyandım. Bakışlarımı, yanmakta olan meşe odunlarından yansıyan o emsalsiz renk cümbüşünden zorlukla kurtardım ve alel acele kilere yöneldim. Böylece sevgili dostumun,kirpiklerimin arasından kendine yol bulup dışarı süzülen yaramaz bir göz yaşı damlacığını görmesine de engel oldum. Utandım galiba biraz sulu gözlülüğümden, yufka yürekli oluşumdan.
Dışarıda yağmur iyice şiddetini arttırmış, gecenin karanlığı siyahın ağır tonlarına dönüşmüştü. Çay paketini, her zaman çay içmekten büyük bir zevk aldığım ince belli bardakları, tabakları ve kıtlamada kullandığımız sıkı küp şekeri toparlama gayretinde iken; bakışlarım, mutfağın kiler gibi kullandığımız bu küçük bölümünün pervazları çürümeye yüz tutmuş penceresinden Poti gecelerine kaydı gitti.Pencerenin önünde uzanan geniş yoldan, eski model, kaba görünüşlü bir otomobil, çukurlara düşe çıka, ağır aksak geçti, öksüre tıksıra ana caddeye doğru uzaklaştı. Farların şavkının aydınlattığı bu bozuk, karanlık, tenha yol, İsmail Bey’in dönüşü olmayan kader yolunu getirdi aklıma. Karışık düşünceler arasında, ıslak gözlerimi elimin tersi ile kuruladım, demliğe önce yeterince çay, sonra da sıcak su koyup, kuzinenin üzerinde kaynamaya bıraktım.
Şamil Bey, bir ara hiç konuşmadı. Ya yaşadıklarını, ya da anlatacaklarını nasıl kurgulayacağını düşündü sanırım. Bakışlarını çaydanlığın ucundan çıkan buhara sabitledi, uzun süre sessizce öylece baktı durdu. Daha sonra kapağını açtı ve demlenmekte olan çayı kokladı, derin bir nefes aldı, yerine kapatırken de kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
1941 yılı, Ekim ayı başları.Karadeniz’in kuzeyinde, Azak Denizi içindeki Mariupol yakınlarında küçük bir limana demirlemiş bir askeri yakıt tankeri, gecenin karanlığın doğal kamuflajına sığınmış, yükünü boşaltmakla meşgul. Bütün ışıklar söndürülmüş, karartmanın en ileri derecesinin uygulamakta. Çevreye, fırtına öncesini hatırlatan ve insanı huzursuz eden bir sessizlik hakim. Keskin bir benzin kokusu genizleri yakıyor. Derme çatma barakaların çevrelediği, uzun zamandır bakım yapılmadığı belli olan, paslı, boyasız, yer yer sızıntıların gözlendiği eski bir dolum istasyonu. Deniz suyunun etkisi ile de çürümüş, işlevini tam manası ile yerine getiremeyen vanalar, flanşlar ve daha bir çok çirkin aksesuar. Yorgun, bezgin, günlerdir tıraş olmadıkları yüzlerindeki sevimsiz ve kirli sakallarından belli olan Sovyet askerleri, cephedeki araçlara yakıt taşıyan küçüklü büyüklü tankerleri benzin doldurma gayretindeler.
Bu küçük liman kasabasında yaşayan insanlar, adım adım yaklaşan savaşın getirdiği korku, telaş ve çaresizlikle evlerine kapanmışlar; karanlığın sessizliğini sadece uzaktan gelen köpek havlamaları bozmakta. Sıkı sıkı perdeleri kapatılmış, teneke çatılı, genelde mütevazi bir dış görünüşe sahip bu küçük evlerin bazılarının tek kanatlı pencerelerinden, gecenin geç saatleri olmasına rağmen, solgun ve yorgun bir ışık süzülmekte ayaza çalan havaya. Alçak bacalardan hafif hafif dumanlar yükselmekte, tebessümlerini yitirmiş yıldızların solgun bakışlarıyla kucaklaşmakta öylesine mahzunca.
Kızıl Ordu, 4.Romen ordusunun, Almanların 11. Ordusunun bir bölümünün desteğini alarak kuşattığı Odessa’daki birliklerini, 16 Ekim 1441 tarihinde deniz yolu ile tahliye etmiş ve Kırım Yarımadasına çıkarmıştır. Yarımadada iyice güçlenen Sovyet birliklerinin lojistik bağlantılarını kesmek için Alman Panzer birlikleri, bir arkadan çevirme harekatı uygulamış ve Tokmak-Mariupol-Brdansk sahasında kapsamlı bir temizlik hareketine girişmiş, kısa zamanda sonuç alarak, yaklaşık 65.000 esir ele geçmiştir. Bu zafer, Almanlara hem Kırım’a giriş, hem de Rostov’a yürüyüş yolunu açmıştır. Rostov, Azak Denizi’in kuzey doğu ucunda, Don nehrine biraz girinti yapan stratejik bir üstü. Rostov’u ele geçirmek, hemen kuzey doğusunda yer alan Don havzasına da hakim olmak anlamına geliyordu. Bu havzayı kontrolüne alan bir ordu, hem Kafkasları, hem de Saratov, Stalingrad gibi endüstri merkezlerinin bulunduğu Volga Havzasının aşağı kesimlerini tehdit edebilirdi. Rostov, güney Kafkaslara ve petrolün ana kaynağı Bakü’ye açılan önemli bir kapıydı.
Nöbetini devretmiş, yorgun argın yatağına uzanmış İsmail Bey’in uykusu, iki saat kadar sonra omzuna sertçe vurulan bir dipçik darbesi ile bölündü. Yatağından kaldırılması, yüzükoyun yere yatırılması, ellerinin arkadan sıkıca bağlanması çok uzun bir zaman almadı.
-Almanlar!... Diye fısıldadı arkadaşı...
-Burada ne işleri var?
-Bilmiyorum? Burası emniyetliydi güya!...
-Kötü oldu! ... Bunlar öldürmez isə, Stalin bizi öldürər şübhəsiz.
-Haklısın!...Kesin emir vardı hiçbir Sovyet askeri teslim olmayacak diye.
Sırtlarına sertçe değen tüfek namlusunun acısı ile susmak zorunda kaldılar. Yanaklarını dayadıkları çelik zeminin soğuğu, korku ve heyecanları ile kıyaslandığında, sevgiliden alınan hoş bir buse gibi geldi onlara.Çaresizce kaderlerinin kendilerine çizdiği yeni yolun getireceklerini beklemeye başladılar.
Öğretmen İsmail Bey’in askerlik hayatı burada sona ermiş, esaret hayatı başlamıştır, boynundaki kader zincirinin öteki ucunu kavrayan soğuk el değişmiştir artık. Komünist Sovyet rejiminin prangaladığı hayatı, artık Faşist Hitler rejiminin insaf anlayışına teslim olmuştur.
Almanlar, tüm dolum istasyonundakileri toparlayıp, çok kısa bir zaman zarfında, domuz naklinde kullanılan, pis kokulu vagonlara tıka basa doldurarak, Polonya’da bir esir kampına gönderdiler. Uzun ve yorucu, bir o kadar da kirli bir yolculuktan sonra, soğuk ve açlık nedeni ile ölmeyip, sağ kalanlar, hayatlarını nihayetlendirecekleri, ya da savaşın sonuna kadar ikametgah olarak kullanacakları kampa vardılar. Burası, tren raylarının bittiği yer, Polonya’nın Krakow şehri yakınlarındaki ünlü Auschwitz 1 toplama kampıdır. Ana girişindeki "Arbeit Macht Frei (çalışmak özgür kılar) " yazısı ve gaz odaları ile meşhur olan esir kampı hani. Bir milyonun üzerinde insanın asılarak, kurşuna dizilerek, ya da gaz odalarında öldürüldüğü kamptır burası.
Her şeyleri kontrol edildi. Bedenleri, dinleri, ırkları, dilleri... Kollarına bir seri rakam ve harften oluşan, her bir mahkumun kimlik numarası olan damgalar vuruldu. Bu damgalar, mahkum hakkındaki tüm bilgileri içeren özel bir kodlama sistemiydi ve zamanın bilişim devi, ABD’li IBM’in ünlü Hollerith kartotekst teknolojisiydi. Savaşın bu aşamasında, ABD şirketleri Alman saflarında yer almaktadır. İlerleyen yıllarda aynı ABD’ni, savaşın karşı cephesinde göreceğiz.
Azeri Türkü olması İsmail Beye küçücük de olsa bir avantaj sağladı, en azından hayatta kalmasına yardımcı oldu. İsmail Bey şanslı sayılabilirdi aslında. Zira, daha önce Almanlar tarafından esir alınan Türkler, esmer ve sünnetli oldukları için Yahudi zannedilmiş, etrafı dikenli tellerle çevrili buz tutmuş bir zemin üzerinde, barınmasız ve aç bırakılarak, inanılması zor bir yöntemle ölüme mahkum edilmişlerdir. Bu durum, o sıralar Almanya’da bulunan ve Enver Paşa’nın kardeşi olan Nuri Paşa ile,savaş sonunda Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği basın ataşeliğine gelecek olan Fuat Emircan tarafından dille getirilmiş, Alman ve Türk yetkililer uyarılmış ve harekete geçmeleri sağlanmıştır. Zamanın başbakanı Refik Saydam, ’denge politikası’ gereği, ne Almanları, ne İngilizleri, ne de Rusları rahatsız etmeden konu ile meşgul olmuş ve Türklerin biraz daha iyi koşullarda esaretlerini geçirmelerini sağlamıştır.
İsmail Bey,Türkiye’nin girişimleri sayesinde gaz odalarında can vermekten kurtuldu. Önce Auschwitz 1’in genişletilmesinde, sonra Auschwitz 2’ nin, daha sonra da Auschwitz 3’ün inşaatında çalıştı. Savaşın sonuna kadar da, Auschwitz3’ün yakınlarındaki, IG Farben şirketinin sahibi olduğu Buna Sentetik Kauçuk Fabrikasında günlerini esir işçi olarak geçirdi. IG Farben, Alman Kimya Sanayinde bir holding idi.Nazi toplama kamplarındaki toplu ölüm olaylarında kullanılan Zyklon B gazını üreten şirketti.
Fabrikada çalışıyor olmak, günlerin diğer esirlere oranla daha katlanılır bir şekilde geçiyor anlamına gelmiyordu. Zavallı esirler o kadar sahipsizdiler ki, iş yerindeki amirleri tarafından bile acımdan, sorgu sualsiz öldürülebiliyorlardı. Hele de kamptaki koğuşunuzdan biri kaçsın, hemen rastgele on kişi seçiliyor ve anında kurşuna diziliyordu.Fabrikalarda çalışan her esir işçi için, şirketler Nazi yöneticilerine ücret ödüyorlardı. Böylece SS’ler, esirler üzerinden para kazanıyorlardı.
O, Polonya’daki esir kampında, bin bir zahmetle esaret günlerini doldurma ve hayatta kalabilmek için elinden gelenin daha fazlasını sarf etme gayreti içinde iken, varlığından habersiz olduğu küçük oğlu da,Azerbaycan’ın o küçük, sakin ve mahzun kasabasında yavaş yavaş hayatından gün alıyordu. Eşi, yoldaşının bir gün geri döneceğine dair ümitlerini çoktan yitirmiş, kızına ve küçük oğluna hem anne, hem de baba olabilmenin hesaplarını yapmaya başlamıştı. Sovyetler Birliği topraklarında savaş olanca şiddeti ile devam ediyor, memleketinden, sevdiklerinden koparılıp götürülen genç, yaşlı, hiç kimseden en küçük bir haber alınamıyordu.
Günler, aylar ardı ardına hızla geçip gidiyor. Sovyet ordusunun yapamadığını ağır kış koşulları yapmaya başlamış, yenilmez Alman ordusu Sovyet toprakları içinde soğukla mücadeleyi sürdüremez duruma gelmişlerdir. Stalingrad kuşatmasında alınan başarısızlık, Almanlar için ilk tehlike çanlarının çalmaya başladığı tarihtir. Amerika’nın Sovyetlere silah yardımı yapmaya başlaması ve daha sonra da savaşa dahil olması, Almanlar için sonun başlangıcı olmuştur. 3 Ocak 1943 tarihinde, Alman orduları Kafkasya’dan çekilmeye başlamış, bu çekilme, Almanya’nın yarısını Rus ordularına teslim edene kadar sürmüştür. Böylece Hitler’in Barbarossa adını verdiği doğu seferi fiyasko ile sona ermiş, savaşı kaybetmesine sebep olmuştur.Kanlı 2.Dünya savaşı, arkasında binlerce ölü, yaralı, göçmen bırakarak, tarih sayfalarında kara bir leke olarak yerini aldı. Savaşın bitişi sevinçle karşılandı. Avrupa’da bazı yeni devletler doğarken, bazı devletler de duvarlarla ortadan ikiye bölündü. Komünist Rusya Avrupa içlerine iyice yerleşti. Ardından da, Hitler’den asla geri kalmayan Stalin katliamları başladı.
Kızıl Ordunun yaklaştığını haber alan Nazi yetkilileri, 17 Ocak 1945 gününün erken saatlerinde, 60.000 esiri kamptan çıkardı, soğuğa, açlığa, hastalığa aldırmadan, batı istikametinde yürümeye zorladı. Yürüyecek durumda olmayan binlerce kişi kurşuna dizildi. İsmail Bey’in de içinde bulunduğu ve Wodzislaw tren istasyonuna yürütülen gruptan yaklaşık 2.500 kişi de yolda öldü. 63 km süren bu yürüyüşe ’’Ölüm Yürüyüşü’’ adı verilmiştir ve her yıl temsili olarak Auschwitz’de canlandırılmaktadır.
İsmail Bey, tüm güçlüklere göğüs germeyi başardığı gibi, bu yürüyüşe de katlandı, ölümün soğuk pençesine takılıp gitmedi. İstikbalinin neyi getireceğini bilmeden, tüm gücü, gayreti ve inancı ile hayatın sevimsizliklerine direndi, küçücük ümit ışıklarının peşinden sürüklenip gitti. Asker arkadaşları, esir kampı arkadaşları, fabrikadaki esir işçi arkadaşları, Ölüm Yolu arkadaşlarından çok kişi hayata gözlerini yumdu ama, sonuna kadar direndi, sonuna kadar savaştı tüm zorlukları ile hayatın.
Ölüm Yürüyüşü sonunda, hayatta kalmayı başaranları yük vagonları bekliyordu istasyonlarda. İtile kakıla bu vagonlara dolduruldular, bilmedikleri bir yöne doğru yeni yolculuklarına başladılar. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı ama, batı istikametine yol aldıkları kesindi. Yaklaşık 800 km kadar sonra, yeni bir esir kampı karşıladı onları. Burası, Almanların 1933 yılında ilk kurdukları kamp olan, München yakınlarındaki Dachau Toplama Kampıydı. Aralarında 23 Türk vatandaşının da bulunduğu 45.000 kişiye mezar olmuştur bu kamp. İsmail Bey, Nisan 1945 tarihine kadar bu kampta kaldı. Çalıştırılmadılar ama doğru dürüst de beslenmediler. Kurşuna dizilenler çok olmamakla beraber, buradaki ölümler genellikle açlıktan ve hastalıktan olmuştur.
Polonya’da ve Almanya’daki esir kampında, yıllardır memleketlerinden, sevdiklerinden, hatta insan gibi yaşamaktan uzak çile dolduran, günahsız, kadersiz, biçare insanlar, bir Nisan sabahı uyandıklarında tüm Alman askerlerinin gitmiş olduğunu gördüler. Bir anlık şaşkınlıktan sonra gerçeği anlamaları uzun sürmedi. Amerikan askerleri kampa girmek üzeredirler. O gün hepsini serbest bıraktılar, diledikleri yere gitmelerine izin verdiler.
Değişik din, ırk ve kültürlerden gelen binlerce insan, kendi inançlarında tanrılarına şükrettiler. Hiç ummadıkları, beklemedikleri bir anda hürriyetlerine kavuşmuşlardı.
İsmail Bey hürriyetine kavuşmuştu ama, onun için durum hiç de iç açıcı değildi. Kaderin ona çizdiği yol, hala belirsizlikler, güçlükler ve acılarla doluydu.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-29.01.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
bugün seçkideki bölümde son yazınca nedense telaşlandım. çünkü biri okuyup söz vermiştim kendime bitireceğim diye. son kısmını okumakta doğru olmazdı. hemen başladım okumaya.buraya kadar geldim.
devam..
Bir tutam hayat
Güzel cümleleriniz bizleri ziyadesi ile mutlu etti.
Çok sağ olun efemdim.
Sevgili Gökhan.
Bir taraftan bir yaşanmışlığı anlatmak, öte taraftan bu yaşanmışlığı tarihi ve gerçek olaylarla okuyucuya aktarabilmek için araştırma yapmak oldukça zor bir uğraştır. Ama sen bu zorluğu bir de her bölümdeki o eşsiz tasvirlerle o kadar güzel anlatıyorsun ki bu eser tamamlandığında -mübalağasız söylüyorum- Dr Jivago gibi patlama yapacak bir roman olacaktır.
Seni ilgi ama daha çok gıpta ile takip ediyorum.
Allah kalemine kuvvet versin..Harika gidiyor seri yazın.
Selam ve sevgilerimle.
Bir tutam hayat
teşekkür ediyorum güzel cümlelerinize.
Aslında yazacak çok şey var ama,
buralarda, bu tür yazılara çok ilgi göstermiyorlar.
o nedenle biraz kısa kesiyorum.
Yine de uzun olacak hikaye.
Sizler de olmasanız,
insanda yazma şevki kalmayacak gerçekten.
Çok sağ olun.
sami biberoğulları
Gerçek sanat ve özellikle edebiyatseverler bu yazıları okur ama maalesef bizim dünyamızda olay daha çok al gülüm ver gülüm şeklinde yürüyor. Hal böyle olunca da pek çok kişi uzun yazılar okumak yerine şiirlere göz atıp altına '' Helal, Adanalı Celal '' Türünden bir şeyler yazıyorlar ki, yorum yazdıkları kişiler de onların şiirlerini okusunlar.
Sen aldırma.Yoluna devam et...Benim yazdığım '' Patlat bakalım skiz kişiye bir gazoz'' Yazı dizisinde zaman oldu okuyucu sayısı sadece ikiye indi ama ben vazgeçmedim.. Yine görüyorum ki bazı arkadaşların neredeyse hiç bir yazısına yorum yapan olmamış ama yazmaya devam ediyorlar.
Bu güzel eserin kıymeti mutlaka anlaşılacaktır. Sen hiç kimse için olmasa bile evlatların için yazmaya devam et.
Selam ve sevgilerimle.
Merhaba Bir tutam hayat, dün deftere geç girdiğim için bu öyküyü kaçırmışım ama sayfada duruyor nasılsa bugün pc açar açmaz okudum. Dönüp diğer bölümü okudum ve öyküyü birbirine bağlamaya çalıştım. Çok güzel de bağlandı. Kafamda bir son belirir gibi oldu ama bu bana kalsın sen kendi sonuna doğru akıcı kaleminle yaz, bizler hep buradayız ve okuyacağız. Bugün okuyamazsak yarın mutlaka...
Anlatım, akış ve hikayedeki geçişler güzel.
Tebrikler, selam ve saygımla
Bir tutam hayat
Ama,
epeyce daha var finale.
İnşallah sonuna kadar beraber oluruz.
Zira,
bu dizi hikayelere pek ilgi olmuyor.
Emine UYSAL (EMİNE45)
yazının güzelliği içinde kaybolurken
İkinci Dünya Savaşı'nda ölenleri de düşünmeden edemedim. Çok çaba sarf etmişsiniz, araştırmışsınız. Bence; zaten güçlü olan kaleminize araştırmacılığı da eklemişsiniz. Bakalım sonu nereye varacak...
Bu arada Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı'na sokmayan İsmet İnönü'yü de bir kez daha şükranla analım. Hele günümüzde Suriye'ye girmek için on takla atan baştap(t)ıran'ı gördükçe o dönem yaşayanların savaştan kaçınmak için harcadıkları çabayı takdir etmemek mümkün değil.
tebriklerimle dostum. Çok güzeldi ve .çok hızlı gidiyorsunuz.
Bir tutam hayat
Özlettin kendini.
Bu aralar çok boş verdin buraları...
Bu borsanın istikrarsızlığı mı etkiliyor ilham kaynaklarını, nedir?
Güzel yorumuna teşekkür ediyorum.
İlk kez araştırma yaptım bir hikaye yazarken ve gerçekten çok şey öğrendim.
Türkiye üzerine çok oyunlar oynanmış bu savaşta.
Özetle söylersek, köşeden dönmüş.
Evet, savaşa girmemekle iyi etmişiz.
Süreç iyi yönetilmiş.
savaş bitince bazı sevimsizlikler yaşanmış Türkiye'de ama...
Kısaca ona da değineceğiz gelecek bölümde.
Bu savaş döneminde, İnönü'nün yaptığı tek kötü harekettir o.
Günümüze gelince,
karışık o konu.
Sizlerin ihtisas alanına giriyor.
Tekrar hoş geldin diyorum.
Açma arayı böyle...
ersinbaşeğmez
tabii ben bilmiyorum ne olduğunu. borsa benim ilham perimi etkilemez de hayat çok yoğun. istanbuldaydım yeni geldim.
bu arada borsa düşüyor
dolar artıyor.... bizden giden dolara olana....
bir yazım var. bir iki güne kadar düşecek sayfaya. biraz kendime geleyim de. kayınvalide yi götürmüştüm istanbula. hastaneye. sorun yokmuş....
OKUMUYORUM ZANNETMEYİN !
İŞ YOĞUNLUĞUNDAN DOLAYI OKUYORUM AMA YAZMAYA VAKTİM OLMUYOR.. ARAŞTIRMACI RUHUNUZ BENİ BAĞLIYOR..... TARİHİN İÇİNDEN GEÇMEK VE YAŞAMAK ACIDA VERSE MALASEF ÖYLE BİR DÜNYA Kİ..ÖYLE BİR ALEM İÇİNDE YAŞIYORUZ Kİ......İNSAN OLARAK TARİHİMLE GURUR DUYUYORUM...GİTTİKLERİ YERLERE HOŞGÖRÜYÜ GÖTÜRMÜŞLER....KİMSENİN DİLİNE VE DİNİNE ZEVAL GELMEMİŞ..GEÇEN SENEKİ AVRUPA TURUMDA..ATALARIMIN AYAK BAŞTIĞI TUNA NEHRİNİ YAKINDAN GÖRDÜM KOKLADIM TARİHİMİ VE GÜL BABA TÜRBESİNİ..
GÜL BABA KANUNİ SULTAN SÜLEYMANIN BURAYA GÖNDERDİĞİ VE HOŞGÖRÜYÜ KÜLTÜRÜMÜZLE İNSANCIL BARIŞ ELÇİSİ OLARAK ORAYA TAŞIMIŞ VE HALEN ORDA YATMAKTA OLAN BEKTAŞI VELİSİ ..KABRİ AÇIK BİNLERCE KİŞİ TARAFINDAN ZİYARET EDİLİYOR..ONU ZİYARET EDEN O YÖRE HALKI ..DÜŞÜNEBİLİYOR MUSUNUZ?... SAYGIYLA İÇERİ GİRİYORLAR..O MİS KOKULU TÜRBEYE..
OYSA KENDİMİZİN ÜLKESİNDE GEÇMİŞİNDEN UTANAN BİR NESİL YETİŞTİ NE YAZIK Kİ VE BUNU YAPAN ÇEVRELER KİMLER BELLİ..GEÇMİŞİMLE GURUR DUYUYORUM VE GEÇMİŞİYLE UTANANLARIN KANINDAN ŞÜPHEDE EDERİM..ATATÜRKÇÜYÜZ DEYİP OSMANLIYA DİL UZATAN BU NESİL TABİRİ CAİİZDİR Kİ PEYGAMBERİMİZ BİLE LANETLEMİŞTİR..ATASINA DİL UZATANI..BU HER NE KADAR ÖZ BABA İÇİN GEÇERLİ İSE DE BİZ TÜRKLER ATA ERKİL BİR MİLLETİZ .... DEĞİL OSMANLIYI, İLK TÜRKÜ BİLE BEN BABA BİLİRİM ATA BİLİRİM...
DİLDE DİNDE BİRLİĞİ OLMAYANI ZULÜM YAKALAR BU ALLAHIN VAADİDİR...ALMANLAR BU BİRLİĞİ KENDİ ARALARINDA SAĞLADIKLARI İÇİN BUGÜN SÜPER GÜÇLER..YAPTIKLARINI TASVİP ETMİYORUM ELBETTE ZULÜMLERİYEL İLAHİ KATTA YARGILANACAKLAR ,YAHUDİLERDE ÖYLE... MİLLİ BİRLİK BU ŞEKİLDE KORUNMAZ MİLLİYETÇİLİK BU DEĞİLDİR...MİLLİYETÇİLİK BİZİM MAYAMIZDI FAKAT BOZULAN TARAF BİZ OLDUK...
OSMANLININ SON ASKERİ MUSTAFA KEMAL PAŞA VE KAZIM KARABEKİR VE MERAŞAL FEVZİ ÇAKMAK GİBİLERİN BU BAŞARILARI MİLLİYETÇİLİK DUYGULARINDAN DEĞİL Mİ? ..MALESEF ATATÜRKÇÜ GEÇİNENLERİN GEÇMİŞE DİL UZATMALARINDA GEÇMİŞLERİNİ ŞÖYLE BİR KARIŞTIRDIKLARIMIZDA GÖRÜLEN O Kİ, GERÇEK TÜRK OLMADIKLARIDIR.. HEPİMİZ ERMENİYİZ DİYEN İNSANLAR ELBETTE OSMANLIYA DİL UZATACAKTIR..
BAŞKALARINI BİLMEM AMA BANA GÖRE BU SOYSUZLUKTUR VE SOYSUZLUKTA MEDARI İFTİHARI OLMUŞ BİR GÖLGENİN ALTINDA MALESEF..., KALKSA YERİNDEN O MAVİ GÖZLERİYLE BİR BAKSA VE YAPACAĞIDA YÜZLERİNE TÜKÜRMEK OLACAKTIR....KONUŞUNCA ÇOK SERT KONUŞMALARIYLA BİLİNİRMİŞ ATATÜRK....EEEEEEEEE....TÜRKÜN ATASI OLMAK DEĞERLERİNE SAHİP OLMAKLA OLUR...
ZİNCİRİN SON HALKASI OLUR İNŞALLAH..RABBİM BU DEVLETE BİR DAHA ÇANAKKALE GİBİ BİR ZAFERİ DAHA YAŞATMASIN..TÜRKİYE Yİ RABBİM KORUSUN
ÖLMEYİ EMREDEN BİR KOMUTAN OLDUĞU MÜDDETÇE TÜRK HER DAİM MUUZAFFER OLACAKTIR EZANI MUHAMMEDİYLE
SAYGILARIMLA ESEN KALINIZ
GÜLESEN SANCAR tarafından 1/31/2014 10:44:13 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
Sizinle aynı fikirleri paylaşıyorum.
Atalarımız istilacıydılar ama,
gittikleri yerlere hep güzellik, mutluluk, hoş görü götürdüler.
Osmanlı,
belki de tarihi en temiz imparatorluklardan biriydi.
İnşallah,
bir gün bu konuda da bir hikaye yazmak kısmet olur.
Enine oyuna tekrar inceleriz Osmanlıyı...
Güzel ve anlamlı yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bir tutam hayat
Keşke,
şu kuzey Afrika hakkında da bir şeyler yazabilsek.
Sende çok hatıralar vardır ama,
dökmüyorsun yazıya nedense.
Güzel yorumuna ve ziyaretine teşekkür ediyorum dostum.
Sağ ol.
olayları canlı yaşadık kalemin ustalığında
ve birçok bilmedeğimizi ögrendik şairim...
her ele aldığın konuyu ustaca ikramın
sayfanda tiryakilik yapıyor...
biliriz ki yoğunsun ama bu tür hikayeler
geçiktikçe sabırsızlık yaratıyor bilesin...
gönülden kutladım yine usta kalemini
ve sürükleyip götüren anlatımını
her dem selam saygı
Ahmet ÖRNEK tarafından 1/30/2014 9:55:58 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
zaman az, yapacak iş çok.
Yaş da kemale erdi mi,
öyle çok çevik, tuttuğunu koparan davranışlar içinde olamıyor insan.
İş öyle çok yoruyor ki,
ancak uyuyacak zaman kalıyor bana.
Yalnız olduğunuzda, birçok işinizi de halletmeniz gerekiyor.
Bu nedenledir çok sık yazamayışımızın nedeni.
Bırakın hikaye yazmayı,
buralara şiir, nesir yazan arkadaşların emeklerini taktir edecek bir kaç cümle yazmaya bile fırsat olmuyor bazen.
Neyse...
Becerebildiğimizce yazacağız, yorumlayacağız.
Güzel yorumuna gönülden teşekkür ediyorum.
Ve,
sizler iyi ki varsınız diyorum.
Bir tutam hayat
Hikayeyi beğendiğinize sevindim gerçekten.
Hoş geldiniz, safalar getirdiniz diyorum.
Konu, anlatım ve sürükleyici yanı...Kısaca mükemmel bir çalışma idi okuduğum.
Yürekten kutlarım.
Tebrikler ve sonsuz selamlarımla...
Bir tutam hayat
Defteri açtığımızda, bir şiir, ya da yazınızı görmedik mi,
aklımızda soru işaretleri oluşuyor. Bir problem mi var babında...
Sizi zevkle okuyoruz.
Yorum köşelerimizde güzel cümlelerinize rastladığımızda,
zevkimiz katmerleniyor efendim.
Çok teşekkür ediyorum ziyaretinize.
Gülüm Çamlısoy
Teşekkür ederim öncelikle.
Teknoloji özürlü olduğum için iki gündür siteye giremedim ve geç gördüm yazdıklarınızı. Görünce de mutlu oldum açıkçası.
Evimi özlemişim, ben de tiryakilik yaptı hem ikinci evim hem de sık sık karaladıklarım...
Artık nasıl bir duyguysa, yazmak ve dostların arasında olmak inanılmaz bir duygu.
Paylaşmak istedim içtenlikle.
Sağ olunuz.
Yazılarınızın takipçisiyim.
Kolay gelsin ve de selam olsun...
Hırslarının ve egolarının esiri olan acımasız liderler hem dünya hem de insanlık için felaket tellalı olmuşlardır
Bu acımasız trajetyayı bile sizin anlatımınızdaki letafet okunur kılmış üstat
o kadar detaylı ve anlaşılır dile getiriyorsunuz ki
Anlatılan yerleri görür gibi oluyor insan
Bütün bu olumsuz koşullar ve yaşanan acılara rağmen kahramanımızın hayatta kalmasını ben iki şeyle bağlıyorum
Bir yeni doğan oğlu, Allaha tefekkül ve hayatla bağını sıkı tutmak
Buraya kadar harika ve acımasız olan seyirin bir dahaki bölümünü merakla bekliyorum
Hoşça kalın koca yürek saygılar
Bir tutam hayat
Hiç eksik etmediğiniz desteğiniz için size minnettarım.
İlginiz, alakanız, dikkatiniz, verilen emeğe duyduğunuz saygı
ve tatlı diliniz,
sizi bu sayfaların güzel yüzü olarak çıkarıyor karşımıza.
İsmail Bey'in çekeceği çileler bitmedi henüz.
Sabah ola, hayrola diyelim.
Süpriz gibi gelen özgürlük
Halbuki insaniyette en önemli, en hakedilen
İsmail Beyin onca kaybının yanında, acaba bu güzel haberin sevinci, yeterli gelecek miydi
Kimbilir
Devamını beklemedeyiz Gökhan
Başarılı yazılarının devamıyla birlikte
Tebriklerimle
Bir tutam hayat
Kusura bakmayın. Size Funda Hanın diye de hitap edebiliriz ama,
bu kelebek kelimesi gerçekten çok samimi ve sevimli geliyor bize.
Yazdıklarınıza da yakışıyor mu ne?
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
İsmail beyin yaşayacağı çok daha zahmetli zaman dilimleri var.
Sonu hayırlı olsun diyelim.
Şirin Kelebek
Ne söylene bilir ki insanlığın acı hatıraları bunlar ne büyük trajediler umarım insanlık yaşanan bu acılardan ders alırda dünyanın herkese yeter bir yer olduğunu anlar ve dünyadaki tüm ırkların ve kültürlerin insanlığın bir zenginliği olduğunu kavrar fakat gerek ülkemizde gerekse dünyada öyle savaş çığırkanlığı yapanlar var ki bu hasta ruhlu insanların eline fırsat geçerse yeniden neler yapabileceklerini düşünmek bile istemem doğrusu
Her zaman ki gibi nefis bir anlatım harikulade bir yazı tebrik ederim.
devamını heyecanla bekliyoruz
emeğinize ve yüreğinize sağlık
saygı sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL tarafından 1/30/2014 12:44:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
çok güzel açıkladığının gibi,
insanlar asla geçmişten ders almıyor,
yaşanan acıları çabuk unutuyorlar.
Her tarafta savaş çığırtkanlığı yapan insanlarla dolu.
Keşke okusalar, öğrenseler de yaşanan acıları,
akıllarını başlarına devşirseler.
Güzel yorumuna teşekkür ediyorum.
Bu hikaye sayesinde, ben de yakın tarih konusunda bilmediğim çok şeyi öğreniyorum.
Çok sağ ol.
sizi okumak çok güzel sayın bir tutam hayat ..inanın yaşar gibi oldum..ve tüylerim diken diken oldu...çok daha sizi okuyacağım ve tarihin derinliklerindeki odalarına muhteşem kaleminizle gireceğim ...bazen mutluluk bazende mutsuzluk ve acısıyla bilgileneceğiz sayende ..teşekkürler bu güzel yazıya..selam ve dua ile
Bir tutam hayat
Tarihten hoşlanmanın gerçekten güzel.
Hele de yakın tarih.
Okunması, öğrenilmesi gereken çok şey var içinde barındırdığı.
Hikayemiz sayesinde, biz de çok şey öğreniyorum bu konuda,
elimizden geldiğince, becerebildiğimizce sizlere aktarmaya çalışıyoruz.
Umarım ve dilerim, sonuna kadar takip edebilesiniz.
Devamını büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum Gökhan şairim..
sonunu ise ayrı merak ediyorum saygılarımla
Bir tutam hayat
Seni sayfamızda görmek ne güzel.
Sonuçta kadim dostumuzsun.
Hikayenin sonuna epeyce daha var.
Çok ilginç olaylar yaşayacak kahramanımız.
Teşekkürler yorumuna.
Bir tutam hayat
O günleri düşündükçe,
halimize şükretmemiz gerekiyor.
Güzel yorumunuza, hiç eksik etmediğiniz desteğinize teşekkür ederim.
tarihe çok meraklıyımdır sürekli araştırır okurum hiç sevmediğim bir millet varsa oda almanlardır...manyak bir adamın peşinden gidip milyonları acımasızca katlettiler dünya durdukça canilikleri konuşulacaktır...yazın yine muhteşemdi dost kalemin daim olsun saygılarımla
Bir tutam hayat
Sizin bu teşvik eden yazılarınız var ya,
gerçekten ilaç gibi geliyor insana.
İyi ki burada varsınız, iyi ki kaleminiz, cümleleriniz, muhteşem dostluğunuz var.
Bu hikaye de tarihi bölümlere yer vermeyecektim aslında ama,
yakın tarihe ilgim vardı, bu bahane ile onu tatmin etmiş olduk.
Ama,
üzülerek izliyorum ki;
bu sayfadaki edebiyat dostları, bu tür yazılara pek itibar etmiyorlar.
Elden bir şey gelmiyor.
Bizler,
bir kaç edebiyat ve dost sever insan,
bu güzellikleri yaşamaya, yaşatmaya devam edelim.
Çok teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.