- 649 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 35
Sabahları un kurabiyesi, halka, galete satmak için sık sık Pendik’e gitmek, sinemalara koşuşturmak, derslerle de olağan gücüyle ilgilenmek, kendine ve temizliğe ayıracak zamanı ve özeni azalttığından bitlenmişti çocuk aslında. Kahve de temiz bir yer değildi. Fakat İlhan Öğretmenin davranışı ve ilgisi sayesinde yeniden dirilişe geçmişti baba - oğul. Onun tembih ettiği şekilde sık sık Pendik hamamına yıkanmaya gitmeye başladılar. Oradakiler onlara çok insanca davranıyorlardı. Baba, para vermek için ne kadar ısrar etse de kesinlikle almıyorlardı. Bir tek şartları ve istekleri vardı : Fikret’in mutlaka okuması.
Kısa süre sonra saçlarını tararken tarağa yapışan beyaz ve mor renkli bitler görünmez oldu. Kaşınmaktan kurtulan baba- oğulun morali düzeldi. Ahşap sandalyelerin ek yerlerine yuva yapan tahta kuruları bile İlhan Öğretmenin tavsiyesi ile kullanılan DDT sayesinde yok olmaya başladılar. Öğretmeni ile çocuğun ilişkisi, kısa sürede anne- oğul ilişkisini andırmaya başladı. O kadar yakından ve candan ilgileniyordu ki öğretmeni ; annesine duyamadığı yakınlığı ona duymaya başlamıştı. Sanki, küçük başını zor taşıyan ince boynu bile güçlenmeye başlamıştı çocuğun. Çünkü morali sayesinde iştahı açılmış, daha fazla yemek yemeye başlamıştı.
Ferruh da annesinin yanında, işine ve liseye devam ederek hayatını sürdürmeye çalışırken, Mukaddes’i ve orada yediği dayağı da aklından çıkarmıyordu. Mukaddes , okul ve okumak sözlerini unutmak istercesine, kendini tamamen, evin engelli çocuğu F. ile ve S. anne dediği , evin hanımı ile, teyze dediği onun ablasının bakımlarına verdi. Kullandıkları ilâçları takip edip aksatmadan almalarına gösterdiği özen tüm ev halkı tarafından takdirle karşılanıyordu. Bunların yanı sıra da evin hizmetçisi Kevser hanımdan ev işlerini ve yemek yapmayı öğreniyordu.
Yine bir Pazar günü, bu defa annesi ile değil, yanına aldığı üç arkadaşı ile birlikte İstanbul yoluna düştü Ferruh.
’ Görecekler bakalım, adam nasıl dövülürmüş ! Nasıl çekip de alacağım kardeşimi ellerinden ! ’
’ Allah yaratmış demeyelim ! ’
’ Sana yaptıklarının on katını yapalım ! ’
’ Eğer diz çöküp yalvartmazsak, adam değiliz ! ’
Dört arkadaş, kendilerinden emin bir şekilde Beşiktaş vapurundan koşarak indiler. Ferruh önde diğerleri arkada apartmanın önüne vardıklarında, Mukaddes’in yaşadığı dördüncü kattaki dairenin camlarının perdesiz olduklarını gördüler.
’ O daire boş oğlum ! Emin misin sen, orası olduğundan ? ’
’ Tabii eminim oğlum. Daha kaç gün oldu geleli ! ’
’ Taşınmışlar ağabey o zaman ! Kaçmışlar anlaşılan ! ’
’ Belki de temizlik vardır evde. Onun için çıkartmışlardır perdeleri ! ’
’ Durun bakalım ; şurada bir kocakarı olacak. Ona sorup öğreniriz şimdi. ’
Daha önce giriş kapısını açmak için yardımcı olan, giriş kattaki kadına seslendi Ferruh.
Kadın, camdan bakar bakmaz tanıdı Ferruh’u :
’ Sen şu geçen dayak yiyen çocuk değil misin ? Allah’sızlar ; ne biçim dövmüşlerdi seni öyle ! ’
’ Sen merak etme ; birazdan görecekler adam nasıl dövülürmüş ! ’
’ Temizlik yapıyorlar galiba. Perdeleri sökmüşler de . ’
’ Gittiler oğlum ; taşındılar buradan. Sırf siz tekrar gelirsiniz, Mukaddes’i alırsınız diye, apar topar taşındılar geçen gün. ’
Bir anda bütün hayalleri yıkıldı Ferruh ve arkadaşlarının. Hepsi de aynı yaştaydı. Onun gibi esmer ve kıvırcık saçlı olan Müfit, sanki ondan bile daha fazla üzülmüştü. Sinirinden parmaklarını ağzına götürmüş, tırnaklarını yemeye başlamıştı. Hafif sarışın , Boşnak Sırrı biraz rahatlamış gibiydi. Kavga etmekten, başını belâya koymaktan korkardı o aslında. Fakat arkadaş grubundan ayrılmayı göze alamadığından, istemeyerek de olsa katılmıştı onlara. Esmer düz saçlı olan Vahit ise, Ferruh’a çok bağlı, her şeye onun gözüyle bakan, onun doğrularına güvenen, koşulsuz destekçisi idi.
’ Siz nereye taşındıklarını bilirsiniz teyze. Ne olursunuz bize adreslerini verin. Kardeşimi bırakamam ben onların yanında. ’ Duygulandı kadın. Beyaz, kocaman gözlüklerinin altında, bir kaç damla yaş belirdi. Çenesi titremeye başladı.
’ Ah oğlum ; hiç kimseye söylemediler yeni adreslerini. Özellikle sizin için işte. Tekrar geleceğinizden emindiler çünkü. Kaç yıllık komşularına, dostlarına bile söylemediler. Hepimiz gücendik onlara. ’ İyice yıkıldılar. Yapacak hiç bir şeyleri kalmamıştı. Sinirlerinden duvarları yumruklamaya, kaldırımları tekmelemeye başladılar. Dönmekten başka çarelerinin kalmadığını anlayınca da, gezmek için Taksim’e doğru çıkmaya karar verdiler.
’ Hiç bir şey bitmiş değil. Gün ola harman ola. Elbet Mukaddes yine mektup yazıp yeni adresini de bildirecektir. Görecekler o zaman. Hem alacağım kardeşimi, hem de o hayvanca dayağın hesabını mutlaka soracağım onlardan ! ’
’ Sorarız be kanka ; sen merak etme. ’
’ Bırakır mıyız yanlarına ? ’
’ Bence de, mutlaka mektup yazıp söyler yeni adresi Mukaddes. Fakat o zaman polisle gelsek daha iyi olmaz mı ? ’
’ Ne polisi oğlum ? Kendi işimizi kendimiz görürüz evvelallah ! Korkuyorsan ; sen gelmeyiver bir dahaki sefere ! ’
’ Yok oğlum ; ne korkması ! Başımız derde girmezdi diyorum ben . ’
Zaman geçmeye başladı. Kahvelerdeki kömür ateşlerinin yerini ’ HOT ’ marka gaz ocakları aldı. Arka tarafındaki cam haznesinin ters konarak, yaylı kapağından sızan gaz yağının , keçeden yapılma fitile ulaşarak orada yanmasından ve ön tarafındaki ayar düğmesinden oluşan bu ocaklar, kısa sürede her yerde kullanılmaya başladı.
’ Nereden çıktı şu gaz ocakları ! Çayın, kahvenin, hatta yemeklerin bile tadı kaçtı. Mis gibi kömür ateşinin yerini tutar mı hiç ! ’ Böyle söylüyordu müşteriler. Fakat, teknolojinin en basit hali bile, ne kadar kaçırsa da ağız tadlarını ; insanlar kolay olmasını seviyorlardı işte.
Köyler ve Kadıköy hattında çalışan uzun tempo marka minibüslerin yerini de, burunsuz, rüzgârda kolay savrulan ama daha hızlı giden ’ FEKA ’ marka minibüsler almaya başlamıştı. Demirci Hasan ustalar vazgeçmediler Tempo’dan. Kahvenin sahibi İbrahim ağa oğluna yeni bir Feka aldı. Kahveci bir yere gitmek istediğinde, kahveye bakan İsmail efendinin oğlu Allaeddin, Aşık Mehmet’in çocukları, Sahtekâr Süleyman ; hepsi de Feka’yı tercih ettiler.
Bir süre sonra köylere elektrik geleceği sözleri duyulmaya başlandı. ’ Kurtköy , ağır sanayi bölgesi olacak .’ diyordu Başbakan Süleyman Demirel.
Belma bebek yürümeye başladı. Almanya’dan Necla, kızının resimlerini gönderdi. Nermin , bir çocuk daha dünyaya getirdi. Fakat kocası bir türlü doğru dürüst bir iş sahibi olamadı. Mukaddes’ten beklenen mektup bir türlü gelmiyordu. Barbaros Bulvarı’ndan, Beşiktaş’ın bir başka semti olan Ihlamurdere’ye taşınmışlardı. Daha yeni, daha güzel bir daireydi orası. Mukaddes, artık kendisine başkaları tarafından biçilen kadere razı olmuş, isyanı unutmuş, hiç bir şey olmamış gibi, gerçek ailesi onlarmış gibi yaşamaya devam ediyordu. Uzun süre sonra Fikret ve babasına verilen adresin anneye ve Ferruh’a verilmemesi tembih edilmişti. Baba, kızının o insanların yanında mutlu olduğuna inanıyor, rahatının bozulmasını istemiyordu. Fikret’e de sıkı sıkıya tembih ediyordu.
Beşinci sınıf bittiğinde, Kurtköy ve civarına ağaç elektrik direkleri dikilmişti. Evlere, kahvelere elektirik tesisatları yapılmaya başlanmıştı. Onların kahve sahibi tesisatı kendilerinin yapmasını istiyordu. Kiracının tesisat yapması olacak şey değildi. Muhtar, kirada olan kendi kahvesine çoktan çektirmişti tesisatı. İbrahim ağa, bu işe yanaşacak gibi değildi.
Okullar tatil olduğunda, her yıl olduğu gibi bu yıl da, cami hocası Kur’an dersleri vermeye başlayacaktı. İlkokulu bitiren hemen her köylü çocuğu mutlaka bu kursa giderdi. Fikret de gitmek istediğini babasına söylediğinde, hiç itiraz etmedi adam. Bu kursta da okuldaki gibi başarılı olmaya başladı. Çok çabuk öğreniyor, kolayca ezberliyordu. Kısa sürede daha iyi temizlenmeyi, abdest alıp namaz kılmayı öğrendi. Bazen camide bazen de kahvenin bir köşesinde vakit namazları kılmaya başladı. Köylünün gözünde daha değerli bir çocuk oluverdi. Artık köylüler, çocuklarının onunla daha çok oynamasına, birlikte olmasına, daha sıcak bakmaya başladılar. Birlikte oynadığı, evlerine gittiği arkadaşlarının sayısı hızla artmaya başladı.
Yaz bitmeden elektrikler geldi köylere. Aydınlıktan gözleri kamaştıran muhtarın kahvesinden içeri girip biraz oturdu çocuk. O ışık onu bir taraftan mutlu ederken, diğer taraftan kendi kahvelerine halâ tesisat çekilmemiş olmasının burukluğunu yaşadı. Fikret ve tüm köy çocukları o gece sokağa çıktılar. Sokak lâmbalarının, alışık olmadıkları şekilde, sokakları aydınlatmış olması , o aydınlıkta oyunlar oynamak, koşmak, çok hoşlarına gitti.
Uzunca bir süre sonra, belki de köydeki en sonuncu olarak, onların da kahvesine tesisat döşemeye razı oldu İbrahim ağa. O da kiraya yüklü bir zam yapmak şartıyla. Kira zammının babasını ne kadar zorlayacağını pek düşünemeyen çocuk, kahvelerine de elektrik gelmesine çok sevindi.
Nihayet Eylül ayı gelmiş çatmış, okulların açılması yaklaşmıştı. Şimdi kayıt zamanıydı. Pendik Lisesi’nin orta kısmına kayıt yaptırılacaktı. Arkadaşlarından biri olan Serdar’ın babasıyla birlikte kayıt için okula gideceğini öğrenince, onlarla birlikte gitti Fikret. Serdar’ın babası Şoför Nuri müdür yardımcısından aldığı kayıt formunu oğlu için doldururken, Fikret de kendi formunu doldurdu. Formları beraber teslim ettiklerinde, müdür yardımcısı Nuri Usta’ya ;
’ İki çocuk mu efendim ? ’ diye sorunca,
’ Benim bir tane. O da bizim köyden ama benim değil. ’ deyince,
’ Onun da velisi siz mi olacaksınız ? ’ diye sordu bu defa.
’ Hayır, hayır.’ diye cevap verdi Nuri usta.
’ Senin baban nerede oğlum ? ’
’ Köyde öğretmenim. ’
’ Babanın buraya gelip formu imzalaması gerekiyor. ’
’ Ne farkeder öğretmenim ? Benim babam okuma yazma bilmez. İmza atmayı da zaten ben öğrettim. Bakın, işte böyle. ’ deyip, forumdaki, babasının yerine attığı imzayı gösterdi.
Herkes gülüşmeye başlayınca o da güldü.
’ Vallahi ben öğrettim bak ! ’ diyerek de bu gülüşmelerin devam etmesine sebep oldu.
Biraz sonra gülüşmeler bitmiş fakat Fikret’in kaydı yapılamamıştı. Nuri usta, nedense Fikret’in velisi olmayı aklından bile geçirmemişti. Oysa, o zamanlar soyadı tutmayan veli olamaz diye bir kural aranmıyordu.
’ İlkokul öğretmenim olabilir mi efendim ? ’
’ Gelirse tabii olur oğlum. Nerede senin İlkokul öğretmenin ? ’
’ Pendik’te oturuyor. İlhan Türker. Mutlaka olur o. ’
’ İlhan hanım senin İlkokul öğretmenin mi ? ’
’ Evet, tanıyor musunuz ? ’
’ Tabii tanırım. O da buradan mezundur. ’
Koşarak çıktı oradan çocuk. Mezun olurken, ortaokula gitmekten asla vazgeçmemesini , kendisini de unutmayıp, mutlaka ziyarete gelmesini tembihleyip evinin adresini tarif etmişti. Hiç de zorlanmadı öğretmeninin evini bulmakta. Kapıyı açan İlhan hanım çok sevindi onu görünce. Israrla içeriye davet etse de, çocuk bir an önce okula kayıt olmak istiyordu. Yolda neredeyse sürükleyecekti öğretmenini çabuk okula gitmek için.
Kartal ilçesine bağlı, Pendik’in üst tarafındaki Dolayoba, Yayalar, Şeyhli, Kurtköy, Kurna, Emirli ve Kurtdoğmuş köylerinden on civarında çocuktan sonra o da Pendik Lisesi’nin orta kısmının o yılki öğrencilerinden biriydi artık.
Devam edecek
Fikret TEZAL