Abbas Kiyarüstemi ile ‘’Dutun Tadı’’
‘’Dutun Tadı’’
(‘’Kirazın Tadı’’ filmindeki bir sahneyi sizin için yazıya geçirdim.)
‘’Size başımdan geçen bir olay anlatacağım. Henüz yeni evlenmiştim. Belaların her türlüsü bizi buluyordu. O kadar ki bıkmıştım, buna bir son vermek istedim. Bir sabah güneş henüz doğmamışken arabama bir ip koydum. Kendimi öldürmeyi kafama koymuştum. Mianeh’e gitmek için yola koyuldum. Dut ağaçlarıyla dolu bir bahçeye vardım. Orada durdum. Hava karanlıktı. İpi bir dut ağacının dalının üzerine doğru fırlattım. Ama tutturamadım. Birkaç defa denedim tutturamadım. İpin ucu dalın üstünden geçip diğer taraftan aşağı düşmüyordu bir türlü. Ardından ağacın üstüne tırmandım ipi dala bağlayıp düğüm yapmak için. İpi düğüm yaptım nihayet. Sonra elimin altında yumuşak bir şey hissettim. Dutlar!
Lezzetli, tatlı dutlar! Birini yedim. Tatlı ve suluydu. Ardından ikincisi, üçüncüsü… (Doğu toplumlarında Dutun meyvesinden gelen geçen herkes yiyebilir.) Birden bire güneşin dağların tepesinden doğduğunu gördüm. O ne güneşti, o ne manzaraydı! Ne yeşillikti ama. Bu arada okula giden çocukların seslerini duydum. Bana bakmak için durdular. ‘Ağacı bize sallar mısın?’ diye sordular. Dutlar düştü, yediler. Kendimi mutlu hissettim. Ardından eve götürmek için dut topladım. Bizim hanım daha uyuyordu. Uyandığı zaman dutları güzelce yedi. Ve hoşuna gitti. Kendimi öldürmek için gitmiştim. Dutlarla geri döndüm… Beyim bir dut hayatımı kurtardı. ‘Dutları yediniz, sonra eşiniz yedi. Ve her şey düzeldi öyle mi?’ Hayır öyle olmadı. Ben değiştim. Fikren değiştim… Önce de durumum iyiydi ama ben farkında değildim. Fikren değiştim. Dünyadaki her insanın sorunları vardır, sorunsuz bir aile yoktur. Sorununuzu bilmiyorum. Size bir faydam dokunurdu bilseydim. Bir doktora göründünüz zaman, ona nerenizin ağrıdığını söylersiniz. Af edersiniz Türk değilsiniz değil mi? (Başını ‘hayır’ anlamında sallar intihar etmek isteyen Badii Bey.) Burada bir latife söz konusu, üzerinize alınmayın. Bir Türk, doktora görünmeye gider ve ona der ki: ’Doktor bey vücuduma parmağımla dokunduğumda acıyor. Başıma dokunduğumda açıyor, bacağıma dokunduğumda acıyor, karnıma dokunduğumda acıyor. Böylece her tarafım ağrıyor…’ Doktor bey onu muayene eder ve der ki: ‘Vücudun sağlam parmağın kırık.’ Beyim hasta olan düşüncelerinizdir. Sizinle ilgili bir sorun yok. Bakış açınızı değiştirin. Dünya göründüğü gibi değildir. Bakış açınızı değiştirin ki dünya değişsin. Küçük önemsiz bir sorundan dolayı intihar etmek istiyorsunuz. Elbette ölüm bir çözümdür. Fakat ilk olarak değil, genç yaşta değil. Aslolan zoru düşünmektir. Yaptığınızın doğru olduğunu düşünüyorsunuz. Şafakta güneşin doğuşunu görmek istemez misiniz? Dolunaylı geceyi tekrar görmek istemez misiniz? Lütfen sağa dönün! Şuradan. (Arabayla gitmekteler). Diğer taraftaki insanlar bu dünyaya gelmek istiyor, siz oraya gitmek istiyorsunuz. Gitmekte acele ediyorsunuz. Eğer mevsimlere bakarsanız, her mevsimin bir meyve getirdiğini görürsünüz. Yazın meyveleri vardır, sonbaharın meyveleri vardır, kışın meyveleri vardır. Hiçbir anne çocukları için bu kadar çok çeşitli meyveyi buzdolabına dolduramaz. Allah’ın kullarına verdiğini hiçbir kul, çocuğuna veremez. Tüm bunları bırakıp gitmek mi istiyorsunuz? Kirazın lezzetini bırakmak istiyorsunuz. Sağa dönün. Bu anayoldur…’’ diye devam ediyor. Benden bu kadar. İlginizi çektiyse filme bakarsınız.
Yönetmene geçelim…
Dünya çapında tanınan İranlı yönetmen. Kırktan fazla yapımı vardır. Ve kendine göre bir tarz yaratmış fiyakalı bir yönetmen. Filmlerinde genelde sabit kamera kullanmaktadır. Hikâyelerinin ana kahramanları çoğunlukla çocuklardır. Sahnelerin epey bir kısmı araçlar içinde seyahat eden insanların diyaloglarından oluşur. Filmlerinin sonu her zaman belirsizdir, ucu açıktır. İzleyici kendine göre yorumlar sonları. (‘’Kirazın Tadı’’ mesela). Kurgu dışı sıradanlığı da filmlerinde görmek mümkündür.
İran sinemasında 1960`ların sonlarında başlayan ve Füruğ Ferruhzad, Sohrab Şahit Sales, Behram Beyzayi ve Perviz Kimyavi gibi yönetmenlerin de dâhil olduğu İran Yeni Dalgası akımı yönetmenlerindendir. Bu akım yönetmenlerinin belirgin ortak özelliklerinden bazıları, şiirsel diyaloglar, politik ve felsefi konularla ilgili alegorik hikâye anlatma tarzıdır. Abbas Kiyarüstemi İran Sineması’nın lokomotifidir, diyebiliriz. Birçok yönetmene öncülük etmiştir çünkü. Şair kafalı bir filozoftur bence. ‘’Şirin’’ filminde bunu net olarak görüyoruz.
‘’Şirin’’, ‘’Shirin’’, İran, 2008, Dram
On ikinci yüzyılda kaleme alınmış olan Hüsrev ile Şirin, Pers kralıyla bir prenses arasında geçen bir aşk efsanesidir. Kiyarüstemi’nin Şirin’i ise, aralarında Juliette Binoche’un da bulunduğu 112 İranlı kadın oyuncunun bizim göremediğimiz bir ekranda efsanenin beyazperdeye aktarılmış halini seyrederken ki portrelerinin ve doğal tepkilerinin bir kolajıdır. Yakın plandan vizöre alınan kadın izleyicileri bazen güler, bazen derin bir nefes alır, bazen hüzünlenirken görürüz. Beni fazla sarmadı, fazla sanatsal ve şiirsel…
‘’Ten’’, ‘’On’’, 2002, Fransa-İran, Dram
Modern, güzel, kültürlü, dul bir kadını Tahran’nın caddelerinde seri şekilde araç kullanmaktadır sürekli. Yanında oturan oğluna arkadaşça tavsiyelerde bulunur. Ama oğlu her seferinde komik, psikopatça tepkiler verir. O hal üzere gezeler şehirde. Arabanın önüne bir kamera yapıştırılmıştır. Kameranın yeri nadiren değişir. Filmi izlerken edindiğim izlenim İran kadının çok rahat olduğuydu. Kentleşmenin ve küreselleşmenin sonucu. Popüler bir havayla Batı tarafından ortaya konan feminizm yanlısı fikirleri bir köşeye bırakırsak, galiba İran’da kadın sürücüler bizim ülkedeki kadar tacize uğramıyor. İran kadının mimikleri, bakış açısı, hayalleri, hayata bakış açısı hakkında biraz bilgi sahibi olmak için izlenmesi gerek. Bu arada filmin tüm sahneleri hatırladığım kadarıyla arabada geçiyor.
‘’Rüzgâr Bizi Götürecek’’, ‘’ Bad ma ra khahad bord’’, İran-Fransa, Dram, 1999
Başrol oyuncusu Behzad Dorani mükemmel bir oyunculuk sergilemiş filmde. Öncelikle bunu belirtmek istedim. ‘’Mühendis’’ dedikleri adam, bir cenaze töreni kaydetmek üzere ekibiyle birlikte Tahran’dan Kürtlerin yaşadığı ücra bir dağ köyüne gelir. Mühendis, sabırla ölümcül derecede hasta olan yaşlı bir kadının ölümünü beklerken küçük bir çocukla arkadaşlık kurup, karşılığında kadının durumu hakkında bilgi edinir. Şehirdeki insanlarla bitmek bilmeyen telefon görüşmeleri yaparken telefonu çeksin diye yüksek bir tepeye inip çıkarak günü öldürür. Mühendis Tahran’daki adamlarıyla, ne olduğu hiçbir zaman tam anlaşılmayan konularda tartışır durur. Telefonla görüşmek için çıktığı tepede, bir adamın kuyu kazdığını görür. Her seferinde kuyunun başına gelir, kuyuda işiyle meşgul olan adamla sohbet eder. Kamera hiçbir zaman kuyunun içini göstermez ama. Rüzgâr Bizi Sürükleyecek’te, bir bokböceğinin faaliyeti ve bir adamın kuyuda çalışması dışında adına olay denilecek bir şey yok. Film hakkında olay yaratmak, bir şeyler bulmak izleyiciye bırakılmıştır.
‘’ Ta’m e Guilass’’, ‘’Kirazın Tadı’’, Dram, 1997, İran-Fransa
‘’Taste of Cherry’’, -yani Kirazın Tadı- Abbas Kiyarüstemi filmlerinin içinden en iyisi bana göre. Badii Bey yolculuğu esnasında üç farklı kişiden intiharından sonra kendisini gömmesini rica eder: Kürt bir askerden, Afgan bir öğretmenden ve yaşlı Türk bir tahnitçiden. Aralarından sadece Türk teklifi kabul eder. Ancak Badii Bey bu yolculuğu esnasında bu kişilerden hayat dersi niteliğinde pek çok şey öğrenecektir.
Badii rolünü oynayan Homayoun Ershadi mükemmel oyunculuğu ile dikkat çekiyor. ‘’Akşam ben tüm uyku haplarımı içerek gelip şu çukura yatacağım. Sen sabah gelince bana seslenirsin. Uyanırsam paranı alırsın, beraber gideriz. Eğer uyanmazsam, üstüme yirmi kürek toprak at. Paranı da dediğim yerden al git. Sadece yirmi kürek toprak? Bu kadar zor mu? Sen Kürtsün, o kadar eziyet gördünüz. Cesaretli olman lazım. Hadi gel de çukura bak. Ben şu ağacın köküne serpeceğin gübreyim.’’ Son karşılaştığı Türkün isteğini kabul etmesi çocukça bir heyecan yaşamasına sebep oluyor Badii Bey’in. ‘’Tamam, beyim, sabah gelip üstünüze toprak atarım. Gitseniz de dostumsunuz, gitmeseniz de. Parayı da kabul etmiyorum.’’ Badii Bey heyecanla diğerlerine tekrar ettiği şeyleri tekrar eder. ‘’… Bana bir ufak çakıl da fırlatın. Belki uyanırım. Biraz yüksek sesle de seslenin.’’
‘’Tamam, bir çakıl fırlatacağım size, Yüksek sesle sesleneceğim.’’
‘’Üç çakıl atın, bakın bana. Üç kere seslenin yüksek sesle. Belki uyanırım.’’
Burada vermek istenen, intihar edenlerin son anda aslında yaşamak istedikleri fikridir. Ve bence filmin ismi ‘’Kirazın Tadı’’ değil, ‘’Dutun Tadı’’ olmalıydı. Çünkü Alevi Türkün kendi başından geçen olayda dut meyvesi ön plandadır.
‘’Arkadaşımın Evi Nerede?’’, ‘’Khane-ye Doust Kodjast?’’, İran, Dram-aile, 1987 yapımı
Ahmed adında çocuğun göz dolduran oyunculuğunu seyrediyoruz bu filmde. Ahmed, arkadaşının ödevlerinin olduğu defterini yanlışlıkla eve götürür. Eğer geri getirmezse öğretmeni ona sıfır verecektir. Tam olarak nereye gittiğini bilmeden, başka bir köyde oturan arkadaşına ödevini geri götürmek için maceralı bir yola koyulur. Dikkatimi çeken ilk şey büyüklerin düşüncesizliği, çocukların o ince düşünceli davranışlarıdır. Çok etkilendiğim nadir filmlerden bir tanedir. Konu da sade oyuncular da. Ama iyi iş çıkarmışlar. Anneler babalar çocuklarına mutlaka izletmeli. ‘’Anne arkadaşımın defteri bende kalmış. Götüreyim.’’ Diğer gün vermesini söyler annesi. ‘’Ödevleri var. Anne.’’ Annesi dinlememektedir. Onun derdi başkadır. ‘’Git kardeşin ağlıyor, su ver!’’
Çocuklarınıza ‘’Evde Tek Başına bilmem Kaçı’’ seyreteceğinize bu tarz filmlere yönlendirin. Korkmayın çocuklarınız, molla veya komünist olmaz. Siyaset üstü insani konular anlatılmaktadır. Ergenliğe girince doymak bilmez bir canavara dönüşmemesinde katkısı sağlayacaktır ‘’Arkadaşımın Evi Nerede?’’ tarzı filmler. Zaten çocuklarınıza tüketim çılgınlıklarını, doyumsuzluğu dikte eden Batı filmlerini izlemesini yararlı buluyorsanız, sizler ‘’molla’’nın önde gidenisinizdir. Burada mollaları savunduğum sonucu çıkmasın. Sadece beyinlerimizi farklı bakışlarla desteklemeyiz. İstiyorsanız şu film de bakın. Osama 2003. Yönetmen Siddiq Barmak, Afkanistan yapımı. Yanlış kimin yanlışı ise görmek gerek gene de.
Ve her şey film değildir, ötesini de görmek gerek.
İyi seyirler.
Fotoğraf: ’Ten’ filminden bir kare