- 542 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TAKSİM MEYDANI VE 1 MAYIS
TAKSİM MEYDANI VE 1 MAYIS
Dr. Sadık ÖZEN
1 Mayıs günü, maalesef her şey, önceden beklendiği gibi oldu. Alınan bütün önlemler boşa çıktı. Çirkin olaylar meydana geldi. Tatsızlıklar yaşandı. Şimdi herkes birbirini suçluyor; hükümet sendikaları, sendikalar hükümeti ve polisi. Halk ise tümünü birden. Medyanın tutumu, görüşleri, olaylara bakışı ve değerlendirmeleri de bir başka şekilde olaylara çanak tutuyor. Asıl suçlular ise adeta gözden kaçırılıyor. Oysaki olayların temelinde hain terör odakları ve onların kışkırtıcı ajanları var. Bütün bunlar, ulusal birliğimizi bozmak, dirliğimizi kaçırmak ve bizi huzursuz etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekte.
Öyle bir ortam oluşturuldu ki, ulusalcı sözcüğü bile bazı çevrelerde rahatsızlık yaratıyor. Atatürkçüyüm demek, neredeyse suç gibi gösterilmeye ve hatta alay konusu edilmeye başlandı. Silahlı kuvvetlerimiz ve emniyet teşkilatımız akıl almaz ithamlarla karşı karşıya bırakılıyor. Ayrılıkçı güçlerin ve bölücülerin amacı; işte bu önemli ve vazgeçilemez değerlerin yıpratılması, toplumsal huzurun kaçırılmasıdır.
Keşke hükümet ve sendikalar, birbirlerine karşı olumlu bir yaklaşımda bulunabilseler ve 1 Mayıs konusunu restleşme noktasına getirmeden barışçıl bir uzlaşma yolu bulabilselerdi. Ama olmuyor, birçok önemli konularda ortak yol bulunamıyor bir türlü. Çünkü, her geçen gün, sevginin yerini sevgisizlik, birleşmenin ve dayanışmanın yerini ayrışma, huzurun yerini huzursuzluk, barışın yerini kavga ve güzelliklerin yerini de çirkinlikler alıyor. Bu ne uyumsuzluk ve anlaşmazlıktır yarabbi !... Allah encamımızı hayreylesin.
Konunun; kulaktan dolma bilgi ve kışkırtıcı ajanların yarattıkları olumsuz hava ve ortam dışında, gerçeklerin ışığında ele alarak değerlendirilmesi gerekiyor. Önümüzdeki yıllarda benzeri şeylerin tekrar yaşanmaması için daha şimdiden harekete geçilmeli ve bir konsensus oluşturulmalıdır. Bunu yapabilmek için en gerekli şey, iyi niyetle, özveriyle ve basiretle hareket edilmesidir. İnsan sevgisi, hak ve özgürlükler ön planda tutulmalıdır. Bunun yanında, dikkate alınması gereken önemli hususlardan biri de, hak ve özgürlüklerin sınırsız ve sonsuz olmadığıdır. Bu değerler; demokratik kurallar içinde görülür ve savunulurken, demokrasilerin hukuksal kuram ve kavramlara dayalı anayasa ve yasalarla yönetilen bir rejim olduğu da unutulmamalıdır.
Bütün bunlarla birlikte; bu ülkenin hepimizin ortak vatanı olduğu, olanaklar kadar hak ve sorumlulukların da paylaşılması gerektiği; hükümet, polis, asker, sendika, medya organları, iktidar ve muhalefetin ortak değerlerimiz arasında bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Bugün suçlananlar, yarın bir başka biçimde ve ortamda, herhangi birimizin bir yakını olarak ortaya çıkabilirler. Aynı olumsuzlukların yeniden yaşanmaması için, “Eğitim faktörü” ne önem verilmesi ve insanların birbirlerine sevgiyle bağlı, saygılı ve uzlaşmacı bir eğitime tabi tutulmaları gerekiyor.
Rejimin korunması; iktidarın olduğu kadar da muhalefetin ve yukarıda sözü edilen bütün kuruluşların, daha doğrusu tüm Türk Halkı’nın birliktelikle saylayacağı kaçınılmaz görevidir. Vatandaşlar arasındaki farklı görüşler; bir sevgi ve saygı çemberi içinde, karşılıklı özveride bulunularak ve Cumhuriyet’in temel ilkelerinden uzaklaşılmayarak, ülke menfaatinin gerektirdiği şekilde değerlendirilmelidir. Bağımsızlık, egemenlik ve fikir özgürlüğü kavramları bu ölçüler içinde ele alındığında, tartışmaların ve geleceğe yönelik kuşkuların, büyük ölçüde azalacağını, hatta ortadan kalkacağını düşünüyorum.
TAKSİM MEYDANI
İstanbul’un merkezinde yer alan ve büyük bir tarihi değeri olan Taksim Meydanı; ne yazık ki, politikacıların siyasi çıkarları için araç olarak kullanıla kullanıla, çok olumsuz mecralara sürüklenmiş bulunmaktadır. Bir zamanlar birlik ve beraberliğin, sevginin, birlikteliğin, toplumsal dayanışmanın sembolü olma özelliği taşıyan bu alan; maalesef, ayrışmanın, bölünmenin, kindarlığın ve kavganın sembolü haline getirilmek istenmektedir. Özellikle, 31 yıl önce bu meydanda yaşanan kanlı eylemler, Taksim Meydanı’nın sahip olduğu tüm moral değerlere gölge düşürmüştür.
Anımsanacağı üzere; uzlaşmaz bir hükümetle, uzlaşmasız bir siyasi parti liderinin, bu yılki yaşananlara benzer restleşmeleri; o günkü kanlı eylemlerin temel etkeni olmuştur. Taksim Meydanı, İşçi veya amelelerin hakları bahane edilerek, siyasi çatışmaların odağı haline getirilmiştir. Vatan Yahut Silistre’nin yazarı, büyük şair ve düşünür Namık Kemal’in “Beni seven arkamdan gelsin” çağrısını örnek alan bir davranışla, masum Taksim Meydanı’nda vatandaş kanının dökülmesine neden olunmuştur. O gündür, bu gündür bu meydan o meşum kanlı eylemlerle anılır oldu. Özellikle 1 Mayıs günleri, halkımız, Taksim Meydanı’nda 1977’de yaşanan olumsuzlukların yeniden meydana gelebileceği kuşkusunu duymaktadır.
Halkımız bu kuşkular içindeyken, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’de ısrar edilmesi son derecede yanlış olmuştur. Böyle bir dayatma yapılırken, özellikle şu yıllarda, ülkemizin içinde bulunduğu bütün olumsuz faktörler dikkate alınmalıydı. Bunu yapmak yerine, restleşmeye kadar varan bir direniş gereksiz ve hatalıdır. 1 Mayıs günü, işçi haklarının dile getirileceği toplantı için başka alanlar seçilebilirdi. Dayatmacı sendika başkanlarına; “Amacınız üzüm yemek mi, yoksa bağcıyı dövmek miydi” diye sormak gerekiyor. Tabii, kusur sadece sendikacıların sırtına yüklenemez. Maalesef Hükümet de uzlaşmacı bir yol izleyememiş ve meseleyi tırmandırmıştır. Oysa daha akılcı bir tutumla hareket edilebilir ve sendikaları bir ikna yolu bulunabilirdi. .
Bugüne kadar yaşanan kötü olaylardan alınacak dersle, bundan sonraki yıllarda, Taksim Meydanı siyasi amaç taşıyabilecek veya vatandaşlar arasında ayrışmalara neden olabilecek her türlü toplantıya kapatılmalı ve Taksim üzerine oynanan oyunlara da son verilmelidir. Birileri miting yapacağım, birileri de cami yaptıracağım diye ortaya çıkarak, halkın tedirginliğine yol açabilecek ve huzurunu bozacak her türlü, düşünce, direniş ve eylemden uzaklaşılmalıdır. Bu bağlamda Taksim Meydanı’nın adı dahi değiştirilebilir. Zira, taksim sözcüğü bölme, paylaşma, üleşme anlamındadır. Bizim ise birleşmeye gereksinimimiz var.
Dile getirdiğim düşüncelerim nedeniyle bazı çevreler tarafından eleştirileceğimi ve kınanacağımı biliyorum. Ama ben doğru bildiklerimi ifade etmeye devam edeceğim. Bana göre İstanbul’un bu tarihi meydanına “Cumhuriyet Meydanı” ismi çok yakışır ve yaraşır. Burada; Türklük’ü, Kurtuluş Savaşımızı ve Cumhuriyetimiz sembolize eden değerlerle bir açık hava müzesi oluşturulabilir. Oturma grupları ve gezi yolları düzenlemesiyle, halkımızın onurla nefes alacağı ve turistlerin ülkemizi ve tarihimizi tanıma olanağı bulacağı bir ortam yaratılabilir. Böylece, boş ve olaylara gebe bir meydan yerine, bizim için, yabancılar ve hatta tüm insanlık için anlamlı ve önemli yeni bir ortama kavuşulabilir. Bu düzenleme içinde, işçi haklarını ve bahar bayramını sembolize edecek hususlara da yer verilebilir.
1 Mayıs kutlamalarının illa da Taksim Meydanı’nda yapılması Allah’ın emri olmadığı gibi, bunun ne yasal bir zorunluluğu ve ne de gelenekselleşmiş bir yanı yoktur. Tam aksine geçmiş yıllarda yaşanan kötü örneklerle, Taksim Meydanı ve 1 Mayıs sözcükleri bir araya geldiğinde, insanların belleğinde yer etmiş korku, kuşku ve endişeler dışa vurmaktadır. Durum böyle olunca, Taksim diye tutturmanın geçerli bir anlam taşımadığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
OLAYLAR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
1 Mayıs günü Taksim çevresinde akıl almaz derecede kötü şeyler sergilenmiş bulunmaktadır. Polislerin vatandaşlara karşı yaptıkları zalimce davranışların ve bir hastaneye atılan biber gazının hiçbir zaman mantıklı açıklaması olamaz. Bunlar, insanın kafasına, aynı derecede akıl almaz fikirleri getirebiliyor. Hiçbir İçişleri Bakanı, hiçbir vali, hiçbir emniyet müdürü böyle iğrenç bir uygulama için emir veremez. Aklı başında hiçbir polis memuru veya ister sivil ister asker olsun hiçbir görevli böyle saçmalılıklara alet olamaz veya kendiliğinden bu tür şeyler yapamaz. O zaman akla saçma sayılacak şu fikirler gelebiliyor. Acaba, bunları yapanlar polis kıyafeti giydirilmiş provokatör teröristler olabilirler mi? Ya da, emniyet örgütünün içine teröristler sızmış olabilir mi? Geçmiş zaman içinde; subay, asker veya polis kıyafetleri giydirilmiş hainlere bu tür şeyler yaptırılmadı mı? Bu açıdan bakıldığında, böyle düşünmenin pek de yanlış olmayacağı kanısına varılabiliyor.
Diğer bir husus, ülkemizde gittikçe artan huzursuzluğun ve bunun yarattığı olumsuzlukların, insanların ve özellikle de her an kötü şeylerle karşılaşan polislerin girdikleri bunalım içinde böyle uygunsuz hareketlerde bulunabilmeleri olasılığıdır. Psikolojik ve sosyolojik faktörlerin bu tür olumsuzluklar yaratabilecekleri kabul edilmelidir.
Şimdi de olaylara maruz kalan çoğu genç yaştaki insanlara ve bunların yaptıklarına bir göz atalım. Yasal ve sosyal haklarını savunmak amacıyla yola çıkan bir vatandaşımız, görevlilere fırlatmak için ceplerini taşla doldurur, hüviyetini soran ve üzerini aramak isteyen polisin üzerine saldırır mı? Ya üstünün aranmasına karşı çıkan kişi bir canlı bomba ise, o takdirde gösteriye veya mitinge katılanların hali ne olur? Böyle bir durum zuhur ettiğinde kimler kimleri suçlayacaktır ve bu suçlamalar bir anlam taşıyacak mıdır. Bir mitinge katılan normal bir Türk vatandaşı, kaldırım taşlarını sökerek polisin üstüne atmayı düşünebilir, planlayabilir ve böyle bir eylemde bulunabilir mi? Hangi Türk vatandaşı, bir başka vatandaşının malına ve canına kastetmek için önüne geleni yakar, yıkar ve katriyonlarca zarara neden olabilir? Eğer bütün bu olumsuzlukları yaratanların işçi vatandaşlarımız olduğunu iddia edenler varsa buyursunlar tartışalım.
İŞÇİ HAKLARI VE SENDİKALAR
İşçi vatandaşlarımızın karşılaştıkları haksızlık ve olumsuzluklar sadece 1 Mayıs’da Taksim’de miting yapamamaktan mı ibaret bulunuyor? Hayır !... Son zamanlarda işçilerimiz, yeni çıkarılan Sosyal Güvenlik Yasası ile kazanılmış birçok haklarını kaybettiler. Sendikalar o dönem içinde, haklarını koruyabilmek için gerekli eylemlerde bulunabildiler mi? Hayır !.. Girişimleri sadece cılız gösterilerden ibaret kalmadı mı? Evet !.. Peki o zaman bu sendikalar nerelerdeydi? Ellerindeki yasal haklarını neden kullanmadılar? Bu yazdıklarım nedeniyle, sakın sendikacılığa karşı olduğum sanılmasın.
Tam aksine sendikacılığın, demokratik hukuk devletlerinde, çalışanların vazgeçilmez hakları olduğuna inanıyorum. Ama ne yazık ki geçen 50 yıllık zaman sürecinde, işçilerin sendikal haklarını tam olarak kullanabilmeleri bile gerçekleştirilememiştir. Çalıştığı işyerinde, sendikal haklarını kullanmak isteyen işçiler, işveren tarafından kolundan tutulduğu gibi atılmaktadır. İşçilerin, yasal hakları olan sekiz saatlik çalışma süresine işverence uyulmamakta olup, maalesef bu keyfiliğe bir türlü son verilememiştir. İşçilerin sekiz saatin üstündeki çalışmaları için fazla mesai ücreti ödenmemekte ve bazı işyerlerinde normal günlük mesailer on iki saate kadar uzatılmaktadır.
Bunlarla mücadele edilebilmesi için, sendika ağalığının ve sarı sendikacılığın son bulması gerekmektedir. İşçi sorunlarının, 1 Mayıslarda sokağa dökülmekle çözümlenemeyeceği bilinmeli ve işçilerin sendikal haklarının; göstermelik olarak değil, gerçek anlamda kullandırılması ile sağlanacağı bilinmelidir.
1 MAYISLARIN ÖNEMİ VE ANLAMI
Dünyadaki bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de işçilerimiz, hangi alanda ve hangi ad altında olursa olsun, 1 Mayıs’ı kutlama hakkına sahip olmalıdır. Bunu sağlamak işbaşında bulunan hükümetlerin görevidir. Bu hak, kişisel görüş ve yüzeysel gerekçelerle savsaklatılamaz. Bu konuda yeni yasal düzenlemeler yapılmasına rağmen soruna köklü bir çözüm getirilememiştir. Maalesef TBMM yetkilerini yeterince kullanamamış ve işçilerin mutlu olmalarını sağlayamamıştır. Konuya biraz daha duyarlı olunması, tarafları tatmin edecek bir çözüm getirebilirdi. Bu yapılmamış, sorunun bir başka bahara ertelenmesiyle yetinilmiştir.
Aslında, bir günlük tatil dışında konu başka açılardan ele alınabilir ve barışçıl bir yol izlenerek işçi kesiminin mutluğu sağlanabilirdi. Mayıs’ın ilk haftası “EMEKÇİ DAYANIŞMA HAFTASI” ilan edilerek, bu etkinlik Türk toplumunun gelenekleri içinde önemli yeri olan “Hıdırellez”le birleştirmek suretiyle bir bütünlük yaratılabilirdi. Sözü edilen hafta içinde, işçi sorunlarının enine boyuna tartışılması ve iyi niyetlerle çözümler aranması ne iyi olurdu. Bu hafta içinde, Belediye otobüs ve trenlerinin, belirli bir süre ve sınır içinde, işçilerin hizmetine ücretsiz sunulması toplumsal barışın oluşturulmasına büyük katkı sağlardı.
MUHALEFET CEPHESİ
Yaşanan 1 Mayıs olaylarında, hükümet ve sendikalarla birlikte muhalefet de maalesef iyi bir sınav vermemiştir. İşçi hakları bir devlet politikası niteliğinde olup, güncel siyasetin üstünde bir yeri vardır. İktidar ve muhalefet, işçi haklarını ve sorunlarını kendi siyasetlerini başarıya ulaştırmak için bir araç olarak kullanmamalıdır. Tam aksine, işçi haklarının sağlanması ve korunabilmesi içine elele vererek çalışmaları daha akılcı olur. Hiçbir siyasi parti, sendikaları ve işçileri, kendilerinin arka bahçeleri olarak görmeye kalkışmamalıdır. Zira bunun yaratacağı tahribat, sadece kendi partilerini değil ülkenin tümünü etkileyecektir.
Bundan böyle, 1 Mayısların daha akılcı bir şekilde, işçilerin ve ülkenin menfaatlerine zarar vermeyecek bir düzeyde kutlanabilmesi dileğiyle…