- 1056 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
'Kaos'
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
’...kimse bize ondan bahsetmedi. insanlar bildiklerini sakladılar. çünkü yalnızca bildiklerini sanıyorlardı.’
Ne aradığına bağlı. Kim hiçbir şey aramıyorken, arıyormuş gibi yapar. İşte en aptal insan grubu! İnsanları sıkıştırmak güzel ama sıkıştırmadan önce ıslatmak gerekiyor. Mesela aramak! Aramak lazım önce sıkıştırıp, ıslatmadan önce her bir insanı! İnsan aramak gerekiyor evet, soylu vahşilerden, yalnızca vahşi olduğumuzu anladığımız zaman dilimine biz istemsiz bir şekilde itilirken. Doğanın özündeki kaosun yaratılmanın yok edişini de anımsatması insanlık için feci. Bir de ıslatılmış, sıkıştırılmışsa o insan, daha başka bir radyasyon almasına gerek yok. Asla matematikten ya da fizikten bahsetmek dahi istemiyorum ama yok olurken dahi insan bir ölçüsü, hesabı olmalı. Derinlerdeki frekansları dolduran tozlar temizlenmeli, beyaz bir pamuk tıkılmalı ruhunun gediklerine. Eğer gerçeği bir bütün olarak düşünemezsek, olduğumuz varlığın hiç olacağına dair konuşmaya hakkımız dahi kalmaz. Çatı katında ya da ağız damımızdan çıkan dumanın dahi bir retoriği var. Acını hafifleten, soğuğu azaltan, ısınıyormuş ve rahatlıyormuş hissi veren her şey bir retorik sahibiyken, insan buna sahip olmadığını düşünüyor. Anlatamazsın. Hem matematiğe hem fiziğe, bütünüyle var oluşuna küfrediyor. Canı sağ olmasın!
Nefret kelebek kadar hafif olmasına rağmen, kan kadar kuru ve kokulu bir şey. Saydam oluşu, su gibi geçirgen olması, onun hiçbir etki bırakmayacağını düşündürüyorsa, atari kadar sanal bir hafızanın bohem restartlarında insan boğuluyor demektir. Bu boğumun asıl sebebi, nefreti küçümsemesi. Kendisini, geçmişini, şimdisini, geleceğini; tümüyle var olan her şeyini. Küçümsemekle başlanan bir ateş, spermi pişirirken, hiçbir asil yumurta bu spermin kendisine misafir oluşu karşısında isyan başlatamaz. Sadece nefret eder. Nefretle büyüyen embriyo, daha büyük bir nefret doğurur. Dünya nefretlilerin elinde mahkûm, bedenler rosto kıvamında, kan kırmızı şarap. ‘Aradığımız şey bu muydu’ diye insan öleceği an soruyor. Maalesef bu soruyu sorup, cevabını da verdim diyenler de o kadar şanslı değil. Büyüklük devam ettiği sürece, kırıntıya dönüşen her parça, aslında temizlenmesi zor bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Girdiler o kadar çok ki, aslında bir değil, birkaç kaynak birleşse, aksa, içine bizi davet etse, yine de temizlenmeyecek kadar büyük nefrete sahibiz. İnsanlık, bu girdi içinde tamlama yapma derdinde. Eğer insan tek bir parametre ile var olduğunu düşünüyorsa, bunu nefrete yorumlayabilir ve kendi sahte, yalnız, gönenmemiş nefretinden kurtulabilir. Fakat böyle olmadığı için tüm sıcaklığıyla parametrelerin her birinden kurtulma eğilimiyle yaşamaya çalışıyor.
Büyüklük anlayabilmek de… Anlamayınca, insan saldırgan oluyor. Yaşam akımı değişen çağın ortasında, insan kendini var etmiş dinamikleri terk etmekle yaşayabileceğini zannediyor. Eksik olmayan hiç kimse kalmamasına rağmen, herkes eksik değilmiş gibi yaşamaya ve hatta fazlalıkları olduğuna da başkalarına inandırmaya çalışıyor. Bir başkasından daha fazlasını görebilmek, konuşabilmek eğer üstünlük olsaydı, cırcır böcekleri ve kuşlar dünyayı yöneten canlılar olurdu. Asıl anlatılamayan, yaratıcının dahi insanlara benimsetemediği şey var olan fonksiyonunun hülasası. Benimsemek iradi olunca, kavramlar özgürleşmek için ‘çılgınlık’ adı altında bir başkaldırı bildirgesi imzalıyor ve buna uymaya çalışıyor. Zaten kolay olsaydı, öğrenilmesi, kendi benliğini aşabilmesi mümkün olabilseydi, dünyanın ismi bile daha mistik, ütopik bir isim olurdu. O fonksiyon, aynen insanın kaosuna ortaklık eden, onu bir nevi gizlice yönetecen teşkilatın sır dolu, perdeler arkasındaki sahipleri olduğunu fısıldıyor. Buna aldırış eden olmadığı için, daha müstehcen nefretler yerine, sahiplenilmiş, tecrübe edilmiş fasit nefretlere insanlar sahip çıkıyor. Dubaracı akıl, verniği benlik olan duygularına fasıla açıp, ‘fart furt’ edalarla, kimliğinden vazgeçebiliyor.
80 yaşında da olsan, eğer doğrunun içinde değilsen, arayışın kendini tatmin etmediği gibi, yaratıcıyı da tatmin edemez. Her şeyi yok sayan, hiçbir mantık dairesi içinde bulunmadan, yalnızca fasit nefreti içinde boğulmuş bir insana yaratıcının dahi sunabileceği kutsal bir içecek, mucize yoktur. Çünkü bu nefretin ne dini, ne milliyeti, ne yaşı, boyu, bilgisi ya da başka türlü ölçütü vardır. Fizik ve matematik işe yarıyorsa, bu nefretin bir bok kadar dünyaya yararı olmadığı için işe yarıyor. Bu içinden çıkılması güç görünen girdi içerisinde var olan fraktallar ve o fraktalların sahipsizliği, kimsenin sahibi olamayacakmış görüntüsü insanı yanıltıyor. Aslında düzensiz sayarken, bir hiç hükmünde görürken, en az görünen daireler, küreler, üçgenler kadar manidar olan ve hatta o doyumsuz boşluğu besleyen fraktallar için her bir uzman kendi eğiliminde kanının son damlasına kadar gayret etmesini gerektiren sebep de, o fasit nefretten kurtulma, insanların sahte, kimliksiz, asla düzelmeyecek kişiliklerine dair bir çaba gösterme aşkıdır. Belki de aşkı, aşk yapan, kahramanı yücelten, korkuları beslemeyip, cesareti pekiştiren de bu fraktalların aşkta çok bulunmasıdır. Müstehcen nefrete dair aşktan değil, fasit nefrete karşı aşktan bahsediyoruz. Bahis etmek, denge kuramında, orantıları ters yüz eden ilerlemenin ilk safhasında insanın karşısına çıkan söz, tüketme açlığıyla iç içe olduğu için, susmak daha uyumlu, gerçekçi bir yapı haline dönüşüyor.
İnsanların gözlerinde arayışı köhneleştiren, insanın benliğinden kurtulup, yüce potada erime çabasını küçümseyen fasit nefreti görüyorum. Cahillik meselesine girmek istemiyorum ama okumak-okumamak bağlantısıyla cahilliği kitaba dayandırıp, erdemi insanlıktan iyice uzaklaştırıp, yalnızca totemvari bir kitap putu oluşturma gayretinde olanları da bu fasit nefret içerisinde görüyorum. Kâğıt, kâğıt olalı küfür içinde! Doğruyu yazmış olmak, erdemin o insanda her daim var olduğunu diğer canlılara bildirmemesi de fraktalın özüne sahip çıkmamakla alakalı bir şey. Fiziği hareket ettiren, matematiği ise oluşunu var eden bir bilim olarak kabul edersek, gerçek fraktalın sahibi yaratıcı, var ettiği fonksiyon ile kendi özünden, hesabını kendi bildiği bir hesapla fraktallar üretip, evrene göndermesi, matematik sonrası fiziği açıklıyor. Yalnız bu hareketi, gelişi anlamak için de insanlar matematiğe sahip çıkmak zorunda. Günümüzde yapılan bilimsel çalışmaların özünde de, fraktalın özünü bulma çabasından ziyade, bu fraktalın geliş açısını, zamanını, kırılmasını, dalga boyunu, frekansını, kısaca tüm bileşenlerini hesaplama arzusu yatıyor. Soyut ya da somut bir fraktalı kaç mikrona ayırırsak ayıralım, yine aynı endamı içerisinde o fraktalın bir kopyasını görüyorsak, bu bize yaratıcının ifade etmek istediği bir var oluşu da hatırlatıyor. Asıl sorun da içimizde kuşkularıyla yatan doğrunun tanımlanmaması meselesi değil, doğruyu köleleştiren insanlığımızın verdiği zararlardan kurtulamama nasipsizliğimizdir.
Peki, nedir bu kaos? Kelime anlamıyla kargaşa, daha bilimsel olarak ise evrenin düzene girmeden önce var olduğu şartlardan yoksun, uyum bulunmamış, karışık durumun, yaratıcıyla ne alakası olabilir? En ufak cihaz dahi, üretimi sırasında belli bir düzen halinde olduğu halde, evrenin yaratımı neden bir kaosa bağlanıyor? Aslında bu karmaşanın özünde, öz fraktalın hesaplanamayışı, gerçek fonksiyonunun bulunamamasıdır. Düzenin, düzensizliği ortaya çıkarması, insanın bunu anlamayacak olmasındandır. İnsanın başkaldırısı da böylece var oluşuna, yani müstehcen nefretinedir. Müstehcen nefret, açık, görünen, dış etkilerden uzak, bir doğumu simgeleyen nefrettir ki, asla fasit nefret gibi başkalarına zarar vermez. Bu nefretle beraber insan kimlik kazanır, eğitim alır, herhangi bir işte çalışır ve ölümü tasdikler. Fasit nefrette ise tanrıtanımamazlık eğilimiyle beraber, bu nefrete sahip olan insan diğer tüm insanlığı kendisine düşman görür. Hiçbir şey yapmasa dahi, bu nefret onun yaşamasına olanak verir. Bir sınır, kilit noktası içermediği için sokakta, herhangi bir yerde göreceği taş bile onun nefretine dâhildir. Elbette tüm suçu fasit nefret sahibine emanet edip, kurtuluşa erdik hali de sapkın bir ruh haliyle bağdaşabilir. Çünkü kaosun, düzensizliğin düzeni içerisinden kurtulmayan her benlik, fasit nefreti tatmıştır.
Tüm bu karmaşanın ardınca, hâlâ ıslanıp, sıkıştırılmak isteyen bir insan var mıdır, işte ona cevap bulamıyorum.
YORUMLAR
"Peki, nedir bu kaos? Kelime anlamıyla kargaşa, daha bilimsel olarak ise evrenin düzene girmeden önce var olduğu şartlardan yoksun, uyum bulunmamış, karışık durumun, yaratıcıyla ne alakası olabilir? En ufak cihaz dahi, üretimi sırasında belli bir düzen halinde olduğu halde, evrenin yaratımı neden bir kaosa bağlanıyor? "
aldığım paragraf yazının özeti gibiydi.
Tebrikler, saygımla
Doğru düşünceye yönelmek de bahsetmiş olduğunuz gibi neyi aradığını bilmekten geçer.
Düşüncelerinin ya da duygularının yanlış bir yolda olduğunun farkında olmaksızın fikrinde sabit olanlar
hiçbir zaman bir şeyleri doğru algılayacak seviyeye gelemezler elbet.
Nefretin hakikat karşısında ne denli hükmü var ki..
Kimseyi beğenmeyen, kibri Kaf dağından aşanların cehaletine de tanıklığımız var zaman zaman her birimizin.
“Büyüklük anlayabilmek de…”
Bunu büyüklük olarak ifade edişinizdeki mânâyı anlayarak “ anlam “ bilmecesini algılayıp bir çözüm getirememişlerin böyle bir sorunun içinde var olduklarının da farkında olduklarını sanmıyorum.
Kaos dediğimiz bu karmaşayı etrafımıza ağ gibi ören de, ardından bu ağın içinde debelenip kurtulmaya çalışan da yine biz değil miyiz.
İnancın ve imanın gücüdür büyüklük..tüm anlamsızlıklara anlam katan.
ve tüm arayışlara nokta koyan .
~~
Yazı ve paylaşım adına teşekkür ederim.
Saygılar...