- 1397 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
BEYAZ KELEBEKLER MEVSİMİ
Rahmiye giderken üç beş tane tülbent ve kolonya almıştı yanına.Öylesine sarp bir yerdi ki..Keçiyolu bile yoktu.Ağaç dalları arasında güçlükle ilerliyorduk..Öndekiler arkadakiler için bir nebze olsun yol açıyor inişi kolaylaştırıyordu.
Nihayet yarım saatlik bir mücadeleden sonra dereye inebildiler.Yusuf eğildi..Sustu.Ağaç dallarının arasındaki görüntü onu ürkütmüştü..Az sonra diğerleri de Yusuf’a yanaşıp birer birer eğildiler ve sustular..
Ağaçlardaki yapraklar çoğaldı önce.Her yer yeşil harelerin oynaştığı bir denizdi.Mavisi çok ötelerde.Gökyüzünde.Kurumuş dallar vaktinden önce kör kurşuna gelmiş kuşlar gibi oraya buraya serpilmişti.ucundan yakalasan çırpınmaya başlayacaklardı.Taşlar..Kayalar.Onlar yosunlarıyla yeni kanamış bir yarayı andırıyorlardı.
Çok yakındaki yer herkese binlerce kilometre ıramıştı sanki.Tuhaf bir merak absürd bir heyecen çemberini yırtarak buraya kadar ulaşmış üç beş kişi ne konuşuyor ne de hareket ediyorlardı.Herpsi büyümüş gözlerle kimin daha önce hareket edeceğine odaklanmıştı.
Rahmiye biraz kırgın çokça öfkeli bir ses tonuyla hareketsizlikle örülmüş o güçlü duvarı yıktı.
-Ne bakıyorsunuz öyle boş boş?Bir işin ucundan tutmaya gelmediniz mi yoksa buraya?
-Alın şunları.Tülbentleri ağzınızı ve burnunuzu sıkıca kapayacak şekilde bağlayın.Yusuf al şu kolonyayı tülbente dök bolca.Sonra da..
Tülbentler ve kolonya şişesi elden ele dolaştı.
Gözleri ve dudağına yeni krem sürülmüştü sanki..Öylece bembeyaz bırakılmış göz ve dudak etrafına yayılmamıştı..Yakınına varınca bunun beyaz minicik kurtlar olduğunu farkettiler..
İnsanın içini kemiren kurtlar bir yolunu bulup kendilerini dışarıya atmışlardı işte..
*
Tahta bir kerevet koymuşlardı bahçenin çitlere yakın kısmına.Üç beş erik ağacı bir araya dikilmişti.Yazın sıcağı sarmış bedenler gibi tütüyorlardı.Bahçenin yola bakan kısmına tarhlar oluşturulmuş,kadife çiçekleri dikilmişti.Hepsi çiçeğe durmuştu..İlk yaz bütün şehvetiyle topraktaydı..Çoğaltma,üretme hissini aşılıyordu her canlıya.
Uzak çok uzak bir yerdi bastığı toprak..
Eli kendi eli miydi?
Ayakları kendi ayağı.İçinde biri vardı.Öte biri.Küs bir çocuk belki. Belki terk edilmiş bir ev..Erken bozulmuş bir bağ..Tanıyor muydu?Bildik miydi bütün bunlar?
Hepsini düşünmek için bol vakti vardı.Eliyle ucu yanmakta olan odun parçasını biraz daha ileriye itekledi.
İsli kazanın etrafını saran alevler çoğaldı.Hafif bir esinti alevlerden artan dumanı kızın sureti çoktan dağılmış yüzüne bulaştırdı.Kazandaki su fokurdamaya başlamıştı.Topallayarak yürüyen bir köpek yavrusu çaresizliğiyle ayaklarının üstüne doğruldu.Sızlıyordu her uzvu..Vakit gelmiş olabilir miydi?
Vakit..
Şimdi miydi?
Az ötede çocuklar meraklı gözlerle etrafı didikliyor olan biteni anlamaya çalışıyorlardı.Birkaçı duvarın dibinde çoktan oyunlarını kurmuştu bile.
-Annen niye ağlıyor?diye sordu Zekiye.
-Benim annem hep ağlar zaten.Gün geçmesin ki ağladığını görmüyeyim.Babam daha çok kızıyor ağladığında anneme.Ben ağlamasın istiyorum ama ağlıyor işte ağlıyor..
Aynur biraz incinmiş biraz buruk ellerini bez bebeğine uzattı.Bakışlarını yere indirdi.Neşesi kaçmıştı.Oyun oynamaya çok hevesliydi.Bu çocuklar bir yolunu bulup tadını kaçırırlardı hep.Oyunun en tatlı yerinde kırılıverirdi masal.
*
Vakit gelmişti.
Yolun kenarında römork takılmış bir traktör durdu önce.Ardından bir jeep.Haki yeşil bir jeep.Tanıdığı tanımadığı pek çok adam indi.Ağır bir ezgi dinliyor; bu ezgiyi yüreklerinde duyuyorlardı sanki.Jeepten inen adamlar traktörün römorkuna doğru yanaştılar.
-İndirelim,dedi Yusuf.
-İndirelim de bir an önce halledelim bu merasimi.Akşama çok vakit kalmadı.Öğle namazına gidenler nerdeyse dönerler.İhsan ve Nuri Yusuf’a yanaştı.
-Tamam abi, dediler.Tamam indiriyoruz..
Yeşil, sarı, kırmızı, mor direkli dokunmuş kilime sarılılmıştı.Baş, ayak ve bel kısmı açılmasın diye iple bağlanmıştı.Cenazeyi bir tiksinti biraz da acıyla uzandı eller.Alıp bahçenin sonunda erik ağaçlarının yanına hazırlanmış kerevete götürdüler..
Cenaze evine gelenler çoğalıyordu.
_Dayımmış, dedi.Aynur ablasını dürterek.Niye geldi ki?Ben hiç görmemiştim onu.Müjgan’ın dayısı her okul çıkışında geliyor.Sonra okulun önündeki macuncudan renkli macunlar, bazan da pamuk şeker alıyorlar.Öyle eğleniyor ki dayısıyla..
-Sus dedi Kiraz.Sus Aynur.Bu gün az konuş yada konuşma.
Aynur susup dayısının yanına doğru bir iki adım attı.Ceketinin cebinden sarı boncuklu bir tespih sarkıyor; ışıl ışıl parlıyordu.istese verir miydi acaba dayısı?Bu boncuklardan bez bebeğine küpeler kolyeler yapardı.Okula dönünce Müjgan’a da gösterirdi bebeğini.Belki gıptayla bakardı Müjgan.Meraklı meraklı nerden buldun bu boncukları diye sorardı.
Biraz övünerek gururla:
-Dayım verdi, derdi..Dayım.biliyor musun dayım beni çok seviyor.Daha bir sürü boncuklar verecek bana.Hem de bazıları kocaman.
-Aha işte böyle..Parmaklarılın aralığıyla boncuğun büyüklüğünü gösterecekti.Sana da veririm Müjgan.Hatta beraber yaparız kolyeleri küpeleri.sen de bebeğine takarsın.Evcilik oynarız okul çıkışı bizim sokağın başındaki tarlada.Olmaz mı?..
-Ben de pamuk şeker veririm sana.
-Birlikte yeriz.Hem artık annem de yok geç kaldın diye kızacak..Oh..Ne güzel değil mi?Oyun oynayıp eve her döndüğümde dayak yiyordum annemden.Bak bitti.Annem yok artık.Dayım var bana boncuk veren dayım.Belki hep bana boncuk verir.
-Dayı..
Dayısı bir hayalet gibi dönüp Aynur’un yüzüne bile bakmadan bahçenin arka tarafına doğru yürüdü.
Rahmiye:
-Murat dedi.Şu kazanı arka tarafa taşıyıverin nerdeyse yıkayıcı kadınlar gelir..Hadi acele edin biraz.Nerdeyse kokudan bayılacağım,diyecekti ki.
-Allahım bağışla beni dedi.Bunca bu kadının günahı neydi?Ölüye saygısızlık bağışlanmaz bir kusurdu.Sustu.Dudaklarını ısırdı.
Birkaç adam gönülsüz adımlarla kazana yaklaştı.Ellerine geçirdikleri isli bezlerle kazanın kulpundan tuttular.
-Aman be..dedi biri.Yandı bu bez parçası..
Rahmiye çardaktaki asma yaparklarına uzandı.Bir avuç dolusu yaprak koparıp adama uzattı.
-Al, dedi bunlar yanmaz.Elini ateşten korur.
Yeşil tazecik yapraklar kazanın isli kulpuna sarıldı.
-Haydi bismillah deyip ağır ağır kazanı bahçenin arkasında hazırlanmış kerevetin yanına götürdüler.
Kerevetin etrafında bir kaç kadın vardı.Değirmelerinin ucuyla sıkıca ağızlarını ve burunlarını yakan keskin kokuyla başa çıkmaya çalışıyorlardı.Gözleri korkuyla irelmiş bahar erikleri gibi yemyeşildi.
-Açılın yol verin dediler.
-Yıkayıcı kadınlar geldi.
Sesler azaldıkça zamanın daraldığı gitme vaktini yaklaştığı anlaşılıyordu.
-Çağırın çocuklarını..Son bir kez annelerini görsünler.Veda etsinler..
Kimin sesiydi.
Kendilerini çağıran ses..
-Kiraz, Aynur, Dicle..Hadi yavrum gelin buraya..
Dicle biraz korkak biraz tedirgin adımlarla sese itaat etti.Sesin geldiği yöne doğru yöneldi.
*
Bahardı.Mayıs ortaları.Etraf yemyeşildi.Kuşların henüz şehirleri terk etme zamanı gelmemişti buralarda.Serçeler, sığırcıklar az ötedeki çam ağaçlarına birikmişler ötüyorlardı.
Burası alışık olduğu sokağın hiç bir köşesine benzemiyordu.Soğuk, ifadesiz gözlerini gökyüzüne çevirdi.Güneş ışıl ışıldı.Gözleri kamaştı.Gözlerini kapayınca yıldıza benzer ışık oyunları başladı.
Aynur,
-Dicle, dedi.Bu yatan kim?Neden yıkıyorlar onu?
Kiraz yaşadığı anın ağırlığı altında ezik gelecek zamanın nasıl olacağını hayal etmeye çalışıyordu.
-Ablana Kiraz’a sor dedi Dicle hırsla.O her şeyi benden daha iyi bilir.
Aynur Dicle’nin eteğini bırakıp Kiraz’a yanaştı.
Gözlerini açtığında kırmızı, siyah, bordo peştemalli kadınlar ,çocuklar, erkekler sanki bir birine kaynaşmış gibiydi.İç içe.Tek parça..Sonra ağaçlar, toprak, gökyüzü, bulutlar da bu bütüne dahil oldular.Parça büyüdü, büyüdü..Koca koskoca bir karanlığa dönüştü.
Kazanın başında ocağı canlandırırken hissettiklerine benzer bir şeyler oluyordu yine..
Yavaş yavaş dağıldı karanlık.Mayıs gününün bu öğle vaktinde kimselerin ürpermediği bir rüzgar esmişti sanki..Dicle yavaş yavaş karanlıktan kurtulurken ortada sadece cenaze kalmıştı.Gözleri sadece cenazenin göz yuvarına ağzına yuvalanmış, siyah başlı minicik kurtları görüyordu..Başka bir zaman olsa belki bu kurtçuklara tiksintiyle bakar, belki korkar belki ürperirdi.Şimdi boş boş bakıyordu.Arada gözünde boşluklar büyüyor,
arada ise güneş ışığı bir bıçak gibi bu boşluğu bölüp Dicle’yi aydınlığa çıkarıyordu..
Kerevetin üzerinde öylece upuzun yatan kadının gözlerinden gözünü alamıyordu.Aklından geçenler geçmiyordu.Her şey durmuştu.Zaman, mekan her şey bu kurtçuklar ve gözlerde donup kalmıştı.
*