- 504 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 31
Yolun kenarına çömmüş vaziyette, gözleri karanlık geceyi aydınlatmaya çalışan yıldızlarda, onlardan medet umar gibi , yalvarır gibi, titreyerek, köpek seslerinin susmasını bekliyordu. Bir kaç saniye kesildiğinde umutla ayağa kalkıp bir kaç adım yürüyor, sesler tekrar duyulmaya başladığında yeniden çömüp bekliyordu. Yaklaşık on dakika içinde bir kaç defa aynı hareketi tekrar etti çocuk. Yazın gelmesiyle çatlakları, yaraları iyileşen alt dudağı titriyordu yine. İnce boynunun üzerinde zorlukla duran küçük başı sağa sola yampalıyordu. Yıldızların ışığı zeytin yeşili gözlerini parlatmaya yetmiyordu. Helva tepsisini tutan minnacık elleri de titriyordu. Korkudan çişi de gelmişti. tepsiyi bırakıp yolun kenarına usulca tutturdu. Çimenlere ellerini sildi, sonra eline aldı tepsiyi.
Geri taraftan far ışıkları sızmaya başladı ona doğru. Bir umut yeşerdi içinde. Belki de tanıdık biridir de alırdı arabasına onu. Heyecanla elini kaldırıp beklemeye başladı. Dodge bir kamyonetti gelen. Onu görünce durdu. Yan kapıyı açıp seslendi şoför.
’’ Lan, Küçük İncirli ! Ne işin var senin bu saatte burada ? ’’
Çocuk hemen açılan kapıdan bindi arabaya. kapıyı kapattığında tanıdı adamı. Kurtköy’ün az daha ilerisinde, Harmandere’de çiftliği olan Naci beydi bu.
’’ Sinemaya koz helva satmaya gelmiştim Naci amca. ’’ Başını iki yana salladı adam.
’’ Allah Allah ! Sen bu yaşta, bu saatlerde köyden köye nasıl gidip gelirsin ? ’’
’’ Zor değil be Naci amca. Ekmek parası işte. ’’ Adam başını yana sallayarak söylenmeye devam etti. Fikret daha fazla cevap vermedi ona.
Kurtköy’e, kahvelerinin önüne gelince durdu adam.
’’ Çok teşekkür ederim Naci amca . ’’ deyip indi arabadan. Ayaklarının titremesinin devam ettiğini hissetti. Peşinden seslendi adam :
’’ Babana çok selâm söyle. Naci amcam sana bir şey sordu de : Sor bakalım seni sokakta mı bulmuş ? ’’ Önce anlayamadı bu soruyu çocuk. Düşününce anlamaya başladı. Cevap veremedi.
Babası sevindi çocuğu görünce.
’’ Nasıl zor oldu mu gelmek ? ’’
’’ Yoo, yürüyordum , Naci amca geldi arabayla. El kaldırdım, durdu, aldı beni. ’’
’’ Sağ olsun. ’’
’’ Baba, Naci amca sana bir şey sormamı istedi benden . ’’
’’ Neymiş ? ’’
’’ Sor bakalım, seni sokakta mı bulmuş ?, dedi ’’
’’ Has.....in oradan ! ’’
Rüyasında uzaktan gelen köpek seslerini sabaha kadar duyup korktu çocuk. Bir türlü susmuyorlar, hatta üzerine doğru koşuyorlardı. Hem de bir çoktu ve kocaman siyah köpeklerdi onlar.
Ertesi gün bir sonraki köy olan Yayalar’da sinema olduğunu gizledi babasından. Çünkü gece yarısı oradan Kurtköy’e yürüyecek cesareti olmayacaktı.
Ferruh girdiği sınavların hiç birini kazanamadığı için Pendik Lisesi’nde okumaya karar verdi. Annesinin ısrarından çok, yeni kardeşini çok sevdiğinden, onu daha çok görmek istediğinden eve döndü. Manav dükkânından ayrılarak bir ayakkabı mağazasında işe girdi. Okul yine sabahtan öğleye kadardı ve mağazaya öğleden sonra gidiyordu.
Mukaddes heyecanla döndü beşinci sınıfına geçtiği okuluna. Çok candan arkadaşlar edinmişti okulda. Öğretmeni de çok sevmişti onu. Hem çalışkan hem de çok terbiyeli, sevimli bir kızdı Mukaddes. Daha o günlerden, seneye gitmeyi düşündüğü Galatasaray Lisesi’ni hayâl etmeye başlamıştı bile.
Fikret hiç de heyecanlı başlamadı üçüncü sınıfa. Yine beş sınıfa bir öğretmen. Gürültünün patırtının eksik olmadığı, doğru dürüst bir şey öğrenilemeyen günler onu bekliyordu.
Koz helvalar bittiğinde, İzmit’e gitmenin masraflı ve çocuk için de biraz riskli olduğunu düşünen Kahveci, ticaretten vazgeçmeye pek niyeti olmayan çocuk için başka bir yol düşünmeye başladı.
’’ Sen Pendik’te Şahin Bakkal durağını bilir misin ? ’’
’’ Bilirim baba. Bizim evle okulun arasındaydı. Her gün geçerdim oradan. ’’
’’ İşte tam Şahin Bakkal’ın karşısında bir simitçi fırını vardır. ’’
’’ Fırıncı da sağır bir amcadır baba. Biz ablamla ağabeyimle çok simit aldık oradan. ’’
’’ Tamam o zaman. O adam çok güzel un kurabiyesi yapar. ’’
’’ Evet baba ; ağabeyim bize onlardan da almıştı. Çok güzeldi gerçekten. ’’
’’ Yarın Cumartesi. Okul öğleye kadar. Okuldan çıkınca ben sana para vereyim. Git oradan kurabiye al. Getir burada, kahvelerde, sinemalarda sat. Tamam mı ? ’’
’’ Tamam babacığım. ’’
Böylece un kurabiyesi alıp satmaya başlayan Fikret, sinema geldiğinde ise sadece Kurtköy ve Şeyhli’ye kadar gitmeye cesaret edebildi. Şeyhli’den dönüşleri her zaman köpeklerden korktuğu geceler şeklinde devam etti. Yine de inatla sürdürdü.
Un kurabiyesinden sonra, aynı fırından halka, galete almaya başladı ve bunları bir sepete koyarak, sabahları, okuldan önce, Kurtköy sokaklarında satmaya sattı.
O sene okuldan çok daha önem verdiği satıcılıktan dolayı tam bir ticaret insanı kimliğine büründü. Öyle ki, yaz geldiğinde dördüncü sınıfa geçmiş olması bile heyecanlandırmadı onu. Artık düğünlerde, bayramlarda köy köy dolaşıp kurabiye, halka , galete, simit satıyordu. Daha da ileriye gidip, evlenme düğünlerinin Cumartesiyi Pazara bağlayan ve sabaha kadar süren çalgılı-çengili gecelerinde, soğuk kalması için bir kova suyun içine doldurduğu rakıları satmaya bile başladı. Bunu da sadece Şeyhli ve Kurtköy’de yapıyordu.
Yazın son günlerinde, Konyalı’nın kahvesi ile onların kahvesinin arasındaki yolun kenarına yanaşmış bir otomobilden, kahveye doğru biri sesleniyordu :
’’ Berduuuuuuuuuuuuuuuşş ! Berduuuuuuuuuuuuuuşş ! ’’
Herkes gibi Fikret’in de dikkatini çekti bu ses. Otomobile doğru baktığında camdam çıkan bir el, onu çağırıyordu. Şaşırdı, dikkatle baktı. Necla ablasıydı el sallayan. ’’Berduuuuş !’’ diye seslenen de eniştesi. Yanlarına gitti, buruk bir şekilde. Eniştesinin öyle seslenmesi hiç de hoşuna gitmemişti. Ablası arabanın içinden konuştu onunla. Biraz hal hatır sorduktan sonra, Almanya’dan hediye getirdiklerini söyleyip, kutudaki bir gravatı uzattılar ona. Bir kaç dakika içinde de el sallayarak gittiler. Jelatin kapaklı karton kutu içindeki rengârenk gravat hoşuna gitti sonradan sonraya. Elinde kutuyla girdi kahveden içeri.
’’ Bak baba ; ablam bana gravat getirmiş Almanya’dan. ’’
’’ Hangi ablan oğlum ? ’’
’’ Necla ablam baba. Almanya’ya gitmişlerdi ya onlar !’’ Birden hayallere daldı adam. Necla ismi, kaderinin en kötü sayfasıydı onun. Yine radyonun altındaki masaya oturup cebinden çıkardığı Köylü sigarasını ateşledi. Derin derin çekip dumana boğdu kahveyi. Zeytin gözleri yeniden yeşerdi. Anneleri ile evlendiklerinde onu istemedikleri için, evden kovmak için neler yaptıklarını, evde yıllar süren kavgalarını hatırladı. En son da, sığıra ikisini birden yanında götürdüğünde, uzaklaşan bir hayvanı çevirmemekte inat ettikleri için attığı bir tokat sonunda sapık ilân edilip, köylü tarafından dövülmesi, evden- köyden kovulması geldi aklına. Yeniden kahretti feleğe. İçinden, dışından söylendi durdu. Ama hiç bir yararı yoktu ki artık..
Okulların yeniden açılacağı günler yaklaştıkça , Mukaddes’in Galatasaray Lisesi heyecanı artmaya başlamıştı. Oğulları Can’ın orada okuduğu Ü. Hanım ve R. beylerin onu da oraya rahatça gönderebileceklerinden hiç bir şüphesi yoktu Mukaddes’in. Okullar açıldığında, Galatasaray Lisesi’nin bir öğrencisi olarak okula başlayacak, çalışacak, okuyacak ve orayı da bitirdikten sonra Tıp Fakültesine giderek doktor olacaktı. Öğretmeni de ona inanmış, desteklemişti.
Yıllardır beş sınıfa tek öğretmenin baktığı Kurtköy İlkokulu’na o yıl, ilk olarak ikinci bir öğretmen daha geldi. Hatta emekli olan Selâmi beyin yerine de bir başka öğretmen gelmişti. Bunlardan biraz daha yaşlı, şişman, esmer, kara bir adam olan Mehmet bey aynı zamanda müdür olacaktı ve bir, iki ve üçüncü sınıflara bakacaktı. Dördüncü ve beşinci sınıflara da, öğretmenliğe o yıl başlayacak, genç, uzun boylu, hafif dalgalı saçlı İlhan hanım bakacaktı.
İlk gün öğretmenliğe yeni başlayan İlhan hanım, emekli bir öğretmen olan babasının da tavsiyeleriyle, otoritesini en baştan kurabilmek amacıyla, katı, kuralcı, disiplinli bir görünüm vermek istedi çocuklara. Çocuklar da onu can kulağıyla dinlemeye, derslerine iyi çalışmaya, bu yüzden de bir şeyler öğrenmeye başladılar. Fikret böyle olmasına çok sevindi. Onun sayesinde dersleriyle daha fazla ilgilenmeye başladı. Okul çıkışlarında, hemen kahvenin bir köşesine geçerek öncelikle derslerini çalıştı. Kısa sürede sınıfta sivrilen, çalışkan bir öğrenci oluverdi.
Bir Pazar günü yine baba oğul İstanbul yoluna düştüler. Mukaddes özlenmişti. Yine aynı güleryüz ve sevecenlikle karşılandılar. Fikret yine F.’nin odasına geçerek onunla oynamaya başladı. Bol çeşitli, mis gibi kokular yayan, güzel bir öğle yemeği sofrasında toplanıldı.
’’ Abla bize bu sene bir öğretmen daha geldi biliyor musun ? Hatta Selâmi öğretmen emekli olduğu için , onun yerine de Mehmet öğretmen geldi ; müdür. ’’
’’ Çok iyi kardeşim. ’’
’’ Bize gelen İlhan hanım. Yeni öğretmen olmuş daha. Çok iyi birisi.’’ Baba, kızının ilkokulu bitirdiğini ve bu yıl ortaokula başlamış olacağını hatırlamıştı.
’’ Ne yaptın sen bakayım ? Kavuştun mu sonunda Galatasaray Lisesi’ne ? ’’ Sustu Mukaddes. Cevap veremedi bu soruya. Ü. Hanım açıklamak zorunda hissetti bu durumu.
’’ Şey.. Mukaddes, okula devam etmek istemedi. Biz aslında çok ısrar ettik ama istemedi. Sebebini de anlayamadık doğrusu. ’’ O sırada mutfağa gitmişti Mukaddes. Sessizce ağlıyordu orada. Hizmetçi Kevser hanım gitti peşinden. Sildi gözlerini, gizledi yaşlarını Mukaddes. Birlikte döndüler sofraya.
’’ Yahu babacığım. Benim burada hiç bir şeyim eksik değil. Okuyup da ne yapayım ? Neye ihtiyacım olursa karşılanıyor. Bankaya benim için hesap bile açtılar. Ne diye okumaya uğraşayım bir de ? ’’
Fikret de babası da aslında çok şaşırdılar bu duruma. Mukaddes, bildikleri kadarıyla , okumak için can atıyordu. Hele ki , Galatasaray Lisesi’ni ve daha sonra doktor olacağını , uzun süredir söyleyip duruyordu. Üstelik bu insanlar, onu kesinlikle okutmak için söz vermişlerdi. Fakat, kendisi istemezse, zorla da okutamazlardı elbet. Yapacak bir şey yoktu.
Akşam olup da kardeşi ile babasını, gülücüklerle uğurlayan Mukaddes, odasına çekilmiş, sessizce ağlıyordu. Yine hizmetçi Kevser hanım yanına gitmiş, ortak oluyordu hislerine.
Mukaddes okula gitmezse, evin engelli çocuğuna daha çok zaman ayırabilecek, ona daha iyi bakabilecekti. Bu yüzden , ellerinden geldiğince, okumanın gereksizliğine, önemsizliğine inandırılmak istenmiş, sonunda içinden inanmamış da olsa, böyle görünmek zorunda kalmıştı Mukaddes...
Devam edecek.
Fikret TEZAL