- 684 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Gizli Tarih
Kuleye çıkan merdivenin basamakları yosun tuttuğundan ancak duvara tutunarak ilerleyebiliyordum. Diğer elimde taşıdığım fener önümü kerhen aydınlatıyor, sol yanımdaki heybede taşıdığım iki cildin ağırlığı ise trabzanların olmadığı bu merdivende beni boşluğa çekiyor gibiydi. Yukarı çıkmak zorundaydım, benim sıramdı.
Manastarın çanları rahipleri Gece Görevine çağırmayı bitirmiş, ilahi söylenmeye başlamıştı. Salve Regina eşliğinde kartal yuvası dediğimiz kulenin tepesine olan yolculuğuma devam ettim. Yukarı çıkanlar ayinden muaf olurlardı. Yine de aşağıda, görece daha sıcak olan kilisede, biraderlerin yanında ilahi okumayı tercih ederdim. Ama söylediğim gibi, yukarıya çıkma sırası bendeydi.
Son basamağı da tırmanıp, kapıya vurdum. Birader Fedelmid beni bekliyordu. Tek eşyası olan tesbihini aldı, başıyla selam verip çıktı. Benimle konuşulmamasına alışıktım. İçeri girdim.
Dar hücrenin ortasında ahşap bir masa ve sandalye vardı. Fenerimi masaya koydum, heybemden kitaplarımı çıkardım. Gün vakti altıgen hücrenin pencerelerinden sahil görülebiliniyordu. Sonrası ise açık denizdi. Şimdi ise manzaraya tekmil karanlık hakimdi.
Mumun titrek ışığında üstteki cilde baktım. Dört aydır bu cilt üzerinde çalışıyordum: Procopius’un Historia Arcana’sı. Sırf bu eseri kopyalayabilmek üzere Ravenna’yı bırakıp, Tanrı’nın unuttuğu bu adaya gelmiştim. En azından üç yüz yıllık olan bu kitabı kim Grekçe’den Latince’ye tercüme etmişti, o Latince kopya nasıl olmuştu da Hibernia’ya gelmişti, bilmiyorum. Ama Roma’ya giden hacılardan cildin burada olduğu öğrenilince, kopyalamak üzere ben gönderilmiştim. Şimdi bu pek de medenileşmemiş biraderlerin konuğuydum. Yabancıydım, görünüşüm farklıydı, manastırdakilerin latincesini anlamıyordum, onlar da benim söylediklerimi boş bakışlarla dinliyorlardı. Bunlar yetmezmiş gibi pek de kutsal olmayan bir kitabın peşindeydim, dahası o kitabı okuyabiliyordum. Üzerimde şeytanın işareti varmış gibi benden olabildiğince uzak duruyorlar, mümkün olduğunca yolların kesişmemesi için çaba gösteriyorlardı.
...
Ravenna kardinali Di Tomasso beni huzuruna çağırıp da görevimi açıkladığında, “Neden?” diye sormak cüretini göstermiştim, “Neden bu kitabı istiyorsunuz?”. Historia Arcana’nın fazla bir özelliği yoktu. Procopius Roma’nın barbarların elinden yeniden kurtarılıp, imparatorluğun tekrar Akdeniz’in hem doğusuna, hem batısına tekrar hakim oluşunu halihazırda De Bellis’de anlatmıştı. Arcana ise söylentilere göre imparator Justinianus ve generali Belisarius’un kötülendiği bir karalamadan ibaretti. Böyle fazla ehemmiyeti olmayan bir cilt için niye Britanya’nın da ilerisindeki Hibernia’ya gönderildiğimi merak etmiştim.
Kardinal cüretimi hoşgörmüştü. Huzurda bekleyen yardımcılarına ve sekreterine çıkmalarını işaret etmiş, ikimiz başbaşa kalıncaya kadar sesini çıkarmamıştı. Neden sonra söze bir soruyla girdi.
“Sevgili birader Agostino! Söyler misin bana şu general Belisarius İtalya’da ne yaptı?”
Bariz değil miydi?
“İtalya’yı Gotlardan temizledi; kiliseyi de onların elinden kurtardı.”
“Bütün bunlar bize Procopius’un söyledikleri sevgili birader. Kilise hiç bir zaman Got’ların elinde olmadı ki; her zaman Roma’lıların ve Tanrı’nın elindeydi.”
Bundan o kadar emin değildim. Yine de kardinalin karşısında sessiz kalmayı yeğledim.
“Bu işbilir generalin tüm yaptığı Roma’ya gelip, kendi adamlarını papa yapmak oldu. Doğu’dan gemiler dolusu, süslü rahip geldi, ve bir günde Grekçe’den başka dil bilmeyen, Vulgate’yi okuyamayan papa başa geçti. Onunla kalmadı, ardılı da geldi. Bu anlattıklarım Homeros efsaneleri değil: Çok olmadı Roma’yı bunlardan temizleyeli. Hala kendini tek imparator sanan birinin sözüm ona emirleri geliyor, bize, kendi kilisemizi nasıl yönetmemiz gerektiğini söyleyen.”
Roma’da bir süre doğudan atanan papalar olduğunu biliyordum. Ama o günler geride kalmıştı. Lombardiya’lılar gelince Greklerin askerleri çekilmiş, kilise de kendi kontrolünü ele almıştı. Hala o kitabın gerekliliğini anlayamamıştım.
“İşte bu yüzden Agostino, o Greklerin imparatorunun, sadece onun değil, ondan sonra geleceklerin de ayağını kaydırmalıyız. Askeri manevralardan, doğuyu fethetmekten bahsetmiyorum. Sadece onların sapkın olduğunu kanıtlamamız yeter. Bu noktada Historia Arcana’ya ihtiyacımız var. Bir an önce yola çık ve o kitabın kopyasını buraya getir.”
“Bire bir kopyasını mı?”
“Tabi ki birebir. Gerekirse biz düzenlemeleri burada yaparız.”
Di Tomasso’nun mührünü taşıyan görevlendirme belgemi aldım ve huzurdan ayrıldım.
...
Ayracı sayfaların arasından çektim ve bu gece kopyalacağım bölümün adına baktım:
Bölüm 12 Justinianus ve Theodora’nın aslında insan kılığında şeytan olduklarının kanıtı
Bu bölüm kardinalin hoşuna gidecekti. Kimbilir, belki de bu kitap sayesinde elde edeceği prestijle papalığa kadar yükselecek, benim de çabalarımı unutmayıp yanında götürecekti. Gelecek sonbahara Roma’da girebilirdim, yeni papanın adamı olarak. Uzaklara bakıp Roma’yı hayal ettim: Tiber nehrini, Vatikan tepesini... Hepsi ayaklarımın altında olacaktı, ışıl ışıl...
Bir anda Roma gözlerimin önünden gitti ama uzaktaki ışıklar kaybolmadı. Denizin üzerindeydiler, sanki tüm koyu kaplamışlardı. Panik içinde kalkıp var gücümle tavandan sarkan halata asıldım. Çan hiç de ritmik olmayan bir şekilde çalmaya başladı. Halatı çekmeye devam ettim, çektim, çektim... Geliyorlardı! Kuzeyli barbarlar, kimilerinin Viking dediği kan içiciler geliyorlardı. Her şeyi bırakıp elimde fenerle dışarı fırladığımı, merdivenlerden uçarcasına inerken boşluğa düşeyazdığımı, kuleden çıkınca doğru mahzenlere koştuğumu hatırlıyorum.
...
İki gün sonra dışarı çıktığımızda, kilisenin yanısıra kule de hala tütüyordu.
YORUMLAR
Kuleye tırmanışı, kahramanın elinde fenerle çıkışını sanki görür gibi oldum. Gelişen olaylar ve kahramanımız canını kurtardı ama ya hayalleri...
Kutluyorum sizi, sevgilerimle...
İlhan Kemal
Hem gerçeklik dedim, hem de gerçek üstü. Gerçeklikte bir çıkar söz konusu, daha fazla şatafatlı günlere, daha üstünde ise gözlerimde canlandırdım tarihin derinliğinden gelip yerleştiler ve sonra bir kül olup uçup gittiler.
Yazık olmuş hem düşlere hem geleceğe:))
Çok güzel.