- 853 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Komşu Abla
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yine adımlar fazla bir cüretkâr bu sabah da… Döver gibi kaldırımları sanki… Usul usul okşayanlarından yok mu hiç diye bakınıyorum çevreme. “Bak, şu serçeyi de mi örnek almıyorsun” diyorum bedenini rüzgâra çevirmiş, üzerime üzerime esen şu genç kadına. Serçenin, konduğu dalı oynatıp duran minicik bedeninin yerine göre ne denli ağır olabileceğini kast ediyorum.
Kadın gözlerin dilinden hiç anlamadığından, boş boş bakmakla yetiniyor yüzüme, esmeye devam ediyor. Serçe işbirliğine devam ediyor benle, cik cik anlatıyor kaldırımlara sert basmakla kişisel bağlamdaki ağırlığın en küçük ilişkisi olmadığını. Beni işaret edip “Şu hanıma bakın mesela!” diyor yoldan geçenlere cik cik. “Yere belli belirsiz değip geçiyor topukları, hatta uçacak nerdeyse. Ama biraz dikkatle baktığınızda siz de görürsünüz, sahip olamamanız yüzünden kaldırımlara kabullendirmek için bu kadar heba olduğunuz o ağırlığa onun ne kadar sahip olduğunu aslında.”
Serçeye teşekkür edip gözlerimi susturuyor ve onların dilinden anlayacak birini nasıl olsa uzun süre buralarda bulamam diye kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak esas hedefime kilitlenmeye zorluyorum kendimi.
Bir kız var bir yerlerde, ona gidiyorum ben. Bu kaldırım döven kompleksli insanlardan bir dünya uzakta… Ne bir ağırlığı var ne de ağır olma derdi… Ama bu halinden memnun, tasasız hali ayrı bir ağırlık veriyor ona sanki. Kuş tüyü gibi uçuş uçuş yükselip bir türlü sağlam basamasa da bulunduğu yere görünürde, aslında bir yanıyla da kararlı bir şekilde hep orada durmaya devam eden…
Yani diyeceğim o kız ayaklarını vura vura “ben varım” diye çaresiz çırpınışlarla savrulup duran bu rüzgâr bozuntularından çok daha sahici bir rüzgâr estiriyor aslında. Benim tek itirazım, pencerelerinin çoğunun kapalı olması dünyaya… Rüzgârını estirecek boşluklar bulmakta çevresindekilerin ona sürekli olarak çıkardıkları güçlük…
Kitaplar götürüyorum ona. Görünmez pencereler açıyorum ailesinin, önüne diktiği duvarlarda. İçindeki dinmeyen rüzgâr sayfalardan gelen esintilere karışıyor. Ailesiyle geçmişteki tanışıklığımızı kullanıyorum, sadece ruhen değil bedenen de çıkarabilmek için onu bu evden. “Bir tiyatro oyunu var” diyorum mesela, ilk geçliğimde birkaç yıl kaldığım bir apartmanda komşum olan o iyi yürekli insanlara. Geçmişteki hanım hanımcık, üniversiteli genç kız halimi zihinlerinde iyice harekete geçirebilmek için o günlerden dem vuruyorum laf arasında sık sık. “Benden zarar gelmez kızınıza” demeye getiriyorum yani.
Bu dışarı kaçışları daha düzenli hale getirebilmenin yollarını arıyor harıl harıl zihnim. Mesela şu karşıdan gelen üniversiteli genç kızdan pay biçiyorum. Bir ruhu dört duvar arasına hapsolmaktan kurtarabilme seçenekleri içinde hemen bir yer bulmasını sağlayan esaslı bir şey var görünümünde… Belki de üniversiteli bile değil ama önemli olan da bu değil ki zaten; o dünyaya çok yakın duran bu hal tavır, kullandığı ortak dil… Zehra’yı o dünyaya sokmanın hayatına getireceği rüzgârı kestirmeye çalışıyorum o kız, arkadaşıyla birlikte yanımdan billur gibi kahkahalar savurarak geçerken. “Ya az pencereli o eve çok fazla gelirse bu rüzgar..?” diyorum, Hamdi Bey’in çatık kaşlı görüntüsü şeffaf bir perde halinde dünyayla arama girmiş azarlarken beni, “kızıma dokunma” diyen bakışlarla. “Ya orada rüzgâr rüzgâr olmaktan çıkıp da fırtınaya dönerse?..”
Hem tek engel de Zehra’nın ailesi değil ki!.. Bu konuda kafamın son derece bulanık olması onlardan da beter bir duvar değil mi aslında? ‘Üniversiteli kız’ kalıbının içine sokuşturulan o kadar çok şey var ki günümüzde çünkü! Özgürlüğü olmadık şekillere sokmaya bayılıyor insanlar. Bir çocuğun tatminsiz ruh haline bürünüyorlar hemen, bir fırsat geçti de ellerine, özgür olabildiklerinde.
Toplumu aradan çıkaran aldatıcı bir resim işlevi görüyor onlar için üniversite denen yer. Ders verilen; içinde hocaların, öğrencilerin olduğu, okul tanımını karşılayabilecek dört dörtlük bir görünüm sunarak, o gençlerle aileleri arasında mükemmel bir paravan oluşturuyor. “Burada ilim irfan var” diyor duvarlarının vakur duruşu.
Çocuklarının üzerine titreyen, en pimpirikli ailelere bile derin bir soluk aldırıyor “çocuğunuz güvende burada” diyen o heybetli görüntüsüyle. Anlayışlı komşu ablalara benziyor tıpkı. Gece arkadaşlarıyla bir yere gidecek olduğunda “Sema Abla’ya gidiyorum ben” diye özgürlüğe kapanan kapıları açmanı sağlayıp, seni idare eden gece boyu; dışarıda giyeceklerini bir fırsatını bulup da kapıdan verdiğinde hiç tereddüt etmeden alıp saklayan dolabında, ertesi gün annen dün geceyle ilgili bir şey söylediğinde en küçük falso vermeden geceyi birlikte geçirdiğinize ikna eden anneni… İşte tıpkı öyle ablalar gibi, üniversite denen yer de aileyi tereyağından kıl çekercesine büyük bir kolaylıkla çekip çıkarıyor aradan, “git nereye istersen, serbestsin” diyor, hoşgörülü bir tebessümle.
Ben öyle ablalardan değilim neyse ki. Evet, delice istiyorum Zehra’yı o duvarlardan aşırmayı. Tükenmeyen rüzgârının bir yerlere değmesini, bir şeyleri kıpırdatmasını azıcık da olsa… O duvarlar arasında esmenin anlamsızlığına varıp da bir gün, nefesini tüketmesinden korkuyorum çünkü. Mesela ona getirdiğim son kitap hakkında konuşurken, bu eve hapsolmuş birinden hiç beklenmeyecek kadar incelikli bir yorumda bulunup bir kez daha ağzımı iki karış açık bırakırken, “duyulmayan bir ses neye yarar ki” dercesine sönüp gitmesinden birdenbire sesinin… Sesini dinleyecek başka insanlara da ihtiyaç duymasından…
Ama tüm bunlar, kapıyı ardına dek açıp da “hadi git, gönlün nereyi isterse” demem anlamına da gelmiyor tabii. İşte üniversite meselesinde de bu noktada duraksıyorum en çok. Oranın hayatındaki ‘idare eden komşu abla’ yerine geçmesinden korkuyorum çünkü.
Üniversite olsun olmasın onu o evden çekip almanın bir yolunu bulacağım mutlaka. Belki bir anlaşma yaparım onunla, üniversiteyi okul olmaktan çıkaracak her tür davranıştan uzak duracağına dair… “Sakın o yerin seni sen olmaktan çıkarmasına izin verme!” derim. “Çünkü sen böyle çok güzelsin.”
YORUMLAR
Diliniz çok güzel, esnek ve düzenli... Anlatımınız ve üslubunuz çok hoşuma gitti...
Tebriklerimle...
Özlem Tarhan
Saygımla...
Genelde engelli insanların zorunlu seçimidir dört duvar arasına hapsolmak. Fakat başka nedenler de böyle zorunlu seçenekleri sunuyor demek insana. Çok farklıydı yazı. Anlamları çokçaydı.
Hedefi olan insanlar için üniversite hiçbir vakit idare eden abla olmayacaktır. Bir hedefi olsa ve ona yürümek için evinden çıkmak istese kahramanınız olmaz mı? Kurguysa diyecek şeyim yok elbette. Eğer kurgu değilse elimden ne gelirse yapabilmek isterim. Çünkü dört duvarın arasında öylece kalmak ne demek gayet iyi bilirim. En büyük meselemdir dört duvara hapsolmuş yüzleri güneşle tanıştırmak. Bu uğurda nasıl hırpalandığımı bilseniz...
Güzel yazıydı bu okuduğum. Uzun zamandır böylesine farlı bir yazı okumamıştım hatta.