- 580 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 28
Hıdırellez geldiğinde köylerde hemen her evde ve kahvelerde sobalar kaldırılır, borular temizlenip tavan aralarına, depolara, ahırlara konurdu. Fikret’in babası da aynı şeyi yapıp, boruları bahçede bir güzel silkeledikten sonra ahırın bir köşesine koydu. Şimdi sobaların isinden, dumanından kirlenen duvarları, tavanları badana yapma zamanıdır. Saten, plâstik gibi boyaların olmadığı o devirde, bu iş için genellikle kireç ve çivit kullanılırdı. Kirecin beyaz rengine, çivitin maviliği yansır, temiz, hoş bir görüntü oluşurdu. Pek de becerikli olmayan kahveci, bu işi, döke saça, üzerini ve etrafı bulayarak, öfkeyle, küfürler savurarak bitirdi. Kahvenin sigara dumanı ve kirden simsiyah olmuş ahşap tavanı için yapabileceği hiç bir şey yoktu. O yüzden tavan yine eskisi gibi pisliğini ve kapkara görüntüsünü korumaya devam etti.
Kısa süreli izinlerle Hulusi’nin oyuncak araba konvoyu ile yaptığı gezmelerde, köy içlerindeki bahçelerde ağaçların, çiçeklerin yeşerdiğini, açtığını görmek, herkes gibi Fikret’in de gönlüne tebessüm katmıştı. Köyün dışında buğday, arpa, çavdar, yulaf, mısır ekili tarlalar da çoktan yeşermeye başlamıştı. Kahvenin bahçesinde zambaklar, güller vardı. Babası ona çiçekleri sulamayı öğretti. Bu işten zevk alıyordu çocuk. Biri bakkal dükkânının önünde, diğeri de kahvenin bahçesinde olan iki ıhlamur ağacı, muazzam bir koku salmaya başlamıştı. bahçedeki akasya ağaçları ise beyaz çiçekleri ile değişik ve hoş bir koku ile bu güzelliğe katkıda bulunuyorlardı.
Tahsin Kâhya, gramafonunu ve yatağını da alarak vedalaştı kahveciyle ve müdavimlerle. Her yaz olduğu gibi, yine çobanlık yapacak bir sürü sahibi aramaya koyuldu. Berber Kadir kahve köşesindeki faaliyetini yazın da sürdürecekti.
Çocuğuna iyi bir istikbâl temin etmeyi düşünen kahveciye , daha fazla para kazanabilmesi için, kahvede bira satması tavsiye edildi. O da, kahvede içirmemek şartıyla bu işe girişti. Tekel bira kasaları, kahvedeki peykelerin altlarına dizilmeye başlandı. Genelde camiiye giden yaşlıların devam ettiği Muhtarın kahvesinde bu işin ne kadar günah ve kötü olduğunun dedikodusu yapılmaya başlansa da, kahvenin sahibi İbrahim ağa, biraz da belâlı bilindiği için, olay dedikodunun ötesine gidemedi. Akşam oldu mu, genci, yaşlısı kapıp biraları gitmeye başladı.
Oğlunun zayıflığından dert yanan kahveciye, kahvedeki dostlarından biri, biranın hem iştah açıcı hem de kilo yapıcı özelliğinden söz edip, bazılarına doktorların bile tavsiye ettiğini söyleyince , fazla düşünmeden adam, akşamda bir bardak, yemek arasında bira içirmeye başladı çocuğa.
Kimisinin çok tuhaf karşılamasına rağmen, bunun bir doktor tavsiyesi olduğunu söylemeye başlayınca, şaşıranlar olsa da fazla tepki gösterilmedi. Çocuk her akşam yemeğinin arasında bir bardak Tekel birası içmeye devam etti. İştahının pek açıldığı, kilo aldığı, başını zor taşıyan ince boynunun kalınlaştığı pek görülmese de, akşamları uykusunun erken geldiği ve geceleri çok derin uyuduğu görülmeye başlandı.
Bir süre sonra, içki müşterilerinin isteği üzerine şarap da satmaya başladı kahveci. O zamanların meşhur iki şarabı vardı : Marmara ve Mutuk şarapları. Bu defa, şarabın kan yapıcı özelliğinin çocuğa daha çok yarayacağı söylense de, şarabın adının günaha çıkmış olması, Kur’an’da bizzat adı anılarak günah ilân edilmiş olması korkuttu adamı. Tüm ısrarlara rağmen çocuğa şarap içirtmedi.
Yazın çocukların en çok sevdiği oyun futbol oynamaktı. Yine Hulusi’nin gözetiminde maçlar yapılmaya başlandı. Hulusi babasından Fikret için izin bile aldı. Fakat çocuk top oynamayı pek beceremediğinden, genellikle kaleye geçirtiliyor, kaleciliği de pek beceremeyince, maçlara pek alınmıyordu. Sadece oyuncu eksik olduğunda, zorunlu kalındığında, istenmeyerek oyuna dahil ediliyordu.
Mukaddes’in evlâtlık verilmesine sebep olan emekli albay Kemal bey, Gebze’nin Eskihisar köyündeki ( O zamanlar küçük bir sahil köyüydü ) yazlığında yapacakları tatil için Fikret’i de götürmek istedi. Baba oğul çok sevindiler.
Meşhur Eskihisar kalesine çok yakın bir yerde, kapsından çıkıldığında denize girilen bir yazlığı vardı Kemal beyin. Fikret’ten oldukça büyük, iki kızı ve bir oğlu, eşi ile birlikte tatil yapıyorlardı. Çocuk yüzme bilmediği için genellikle onu kendi haline bıraktılar. Çok derin olmayan kıyıda, kendince yüzmeye, oynama çalıştı. Gün içinde Kemal beyin kızları ve oğlu Eskihisar içinde gezdirdiler. Çocuk hayatının en güzel iki haftasını burada geçirip mutlu bir şekilde köye döndü.
Mukaddes’in yanlarında evlâtlık olarak kaldığı Ü. hanım ve R. beyler, bankanın özel tatil kampına yalnız gitmek zorunda olduklarını anlattıklarından, Mukaddes’e evdeki engelli çocuk F’ye bakmak kalmıştı. Bu durumdan hiç de şikâyetçi olmayan Mukaddes, yaz tatilini çocuğa bakmakla geçirmiş oldu. Anne S. hanım ve ablası bu durumu haksızlık olarak görseler de ellerinden fazla bir şey gelmedi.
Ekinler olgunlaştı, oraklarla, tırpanlarla biçilmeye başlandı. Traktörlerin, biçer döğerlerin olmadığı bu devirde, tarlalara topluca girişen kadınlı erkekli gruplar, orak ve tırpanlarıyla ekinleri biçer, toplar, demet ya da yığın ederlerdi. Fikret’in babası kahveyi Fikret’e bırakarak , para kazanabilmek için tırpan biçmeye bile gidiyordu.
Altı keskin mermer taşlı dövenlerle, harmanlarda dövülen ekinlerin sap ve taneleri birbirinden ayrılıp, samanlar yığın ediliyor, taneler çuvallanıp ambarlara taşınıyordu. Dövenler en çok da çocukların eğlencesi oluyordu.
Hasattan sonra da düğün mevsimi başlardı. Hasatta kazanılan paralarla yapılırdı düğünler. Her köyde her hasat sonu, en çok bir , iki evlenme düğünü yapılırken, sünnet düğünü her köyde, sadece ve sadece bir tane yapılır, köyde yaşı gelmiş tüm erkek çocukları, topluca sünnet edilirdi.
Düğünlerde ,bayramlarda tüm civar köy insanlarının aynı köyde toplanması, köyler arası bir şenlik, bir panayır havası oluştururdu. Genellikle bir köyde yapılacak düğünün, etraf köylerde yapılacak diğer bir düğünle aynı güne rastlamaması için çaba sarf edilirdi.
Evlenme düğünleri Cuma günü kına gecesiyle başlar, kına gecesine sadece kadınlar gider, erkeklerin seyretmesi bile önlenmeye çalışılırdı. Cumartesi günü ise Sulukule’den getirilen çalgı ekibi ve iki adet çenginin çalıp oynaması ile neşe içinde geçerdi. Akşam üzeri kurulan rakı masalarının içkisi , mezesi genellikle erkek tarafından karşılanırdı. Pazar gününün sabahına kadar süren bu çalgılı, çengili, içkili eğlencede sarhoş olup kendinden geçen gençler, çoğu zaman sahiplenmeye çalıştığı çengiler, ya da ille de kendi şarkılarının, oyun havalarının defalarca çalınma isteğinden, ya da aynı kıza tutkun olmanın kininden dolayı kavgalar, döğüşler ederler, bu kavgaların sonu bazen karakolda bile bitebilirdi.
Pazar günü düğün alayı, damat traşı ve gelin almaca törenleri olurdu. Gelin başka köyden alınacaksa, o köyde kavga çıkma ihtimali çok yüksek olurdu. O yüzden genç anneleri, çocuklarının kavgaya karışmasından, başının belâya girmesinden endişe ederlerdi. Başka köyden alınacak gelin için, o köyün delikanlılarıyla’’ toprakbastı parası ’’ pazarlığı yapılırdı. Çok çetin olan bu pazarlıklarda anlaşmaya varmak hiç de kolay değildi. Çoğunlukla araya yaşlılar, ağalar, muhtarlar girmek zorunda kalırlardı. Köy meydanında yer açılan bir örtünün etrafında gelin, damat ve davetliler toplanr, hoca efendi dua eder, etrafa buğdaylar, fıstıklar saçılır, daha sonra da hoca efendinin ’’ Haydi bakalım, eken biçer !’’ sözüyle takı merasimi başlardı. ı Resîi nikâhı muhtarlar kıyardı.
Kavgasıyla, gürültüsüyle, köy meydanında, cemaatinin çoğu sarhoş olduğu bir ortamda hocanın yaptığı duasıyla, düğün töreni bitip de gelin eve getirildiğinde odasına kapatılır, yanında da yaşlı bir köylü kadın bekletilirdi.
Gece yarısı olduğunda damat babası iki şahitle birlikte imamı eve getirir, köyün gençlerinin sırtına vurulan yumruk darbelerinden kaçarak kurtulmaya çalışan damat ile geline dini nikâh yapılırdı.
Gelinle damat başbaşa kaldığında damat, nikâhı kıyan hocanın tembih ettiği şekilde iki rekât namazını kılar sonra da yüz görümlüğünü takarak gelinine kavuşurdu.
Sabahleyin kapının kenarına bırakılan kanlı çarşaf ise, o evin namusunun, şerefinin , oğullarının el değmemiş temiz bir gelin aldığının resmî belgesi sayılırdı..
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Eskilerden bir demet okuduk yine.
Hoş bir esinti gibi esip geçti cümleler.
Kurtköy ve civarında buğday tarlaları, harmanlar düşündüm ve çok ilginç geldi.
Güzel bir bölüm olmuş.
Ne güzel anlatılmış köy hayatı.
Her yönü ile...
Fikret TEZEL
Düğünle artık şehirlerde, salonlarda yapılıyor. Sünnet deseniz, kardeşler bile ayrı sünnet oluyor. Her şey değişti ve çok bozuldu.