BİR ÇERÇEVE..., BİR RESİM...,
Bir çerçeve çizersin kafanda. Bir çerçeve, içini çeşidi belirsiz çiçeklerle doldurduğun.
Hasbahçe yaratırsın böylece düşüncelerinde, kimselerde olmayan.
Fidanlar yeşertirsin her tarafında, dallarında bülbüllerin şakıdığı.
Pınarlar hayal edersin, ceylanların kana kana su içerek yangınlarını söndürdüğü.
Sonra bir resim koyarsın bu çerçevenin tam da orta yerine.
Pırıl pırıl, güneşin aydınlığını yansıtan bir resim.
Baktıkça seni uzak ufuklara götüren, ulaşılmaz yıldızlara eriştiren, hayatını bir başka anlamlandıran.
Severek tutsak kalırsın o çerçevenin orta yerine yerleştirdiğin resme hayranlıkla bakarak.
Bakışından, tebessümünden, mimiklerinden ilhamlar alırsın. Sayfalar dolusu dizelerle anlatırsın kendini, kendisini sende bulduğunu umarak.
Yeryüzündeki tek çiçek, gökteki tek yıldızdır o. Gözündeki ışık, yüreğinin çırpınışlarıdır.
Dilindeki sevda türküsü, velhasıl hayata tutunmanın biricik gerçek sebebi.
Gözün artık bir başkaca güzelliğe seyirtmez. Aramazsın değişik renkler var mı diye dünyada. Memnun ve mutlusundur, kendini kaptırdığın bahar rüzgarlarının kollarında savrulmaktan.
Böylece devinip giderken, kapıldığın hülyadan bir ”tık” sesi ile uyanıverirsin aniden.
Kendine gelirsin apansız. Kendini bulursun aynalara baktığında yeniden.
Görünen odur ki, o şahane çerçevenin ortasındaki resimde gördüklerin, kurgulanmış zalim bir yalandan ibarettir. Hayata dairdir ama hayatın ne bütünüdür, ne de hayatın en ufak kırıntısını feda etmeye değerdir.
Çünkü o resmin arkasını kazıyınca görürsün ki, o güne kadar yaşanmış ve bundan sonra da azimle yaşanacak binbir türlü düzen ve desise yazılıdır, koyu renk puntolar eşliğinde.
Dokunmaya bile kıyamadığın resmin, kirlettiğini hissedersin ellerini. Duygu ve düşüncelerini de.
İçine düştüğün hipnotizmadan çıktığında anlarsın ki;
O, bir maceraperesttir, her tarakta bezi olan.
O, egosunun kirlettiği ve bundan da rahatsızlık duymayan bir suratsız kimliktir.
O, ne bulursa yiyen, midesi sağlam, karnı geniş bir şaşkındır.
O, yaşamı boyunca daima her nasıl olacaksa, yaşanılası serüvenler ararken kimlik ve kişilik ayrımı yapmayan bir kalender fenomendir.
O, her kimi ayıplarsa, ayıpladığına benzeyen, hatta ondan daha da fettan bir yaşamın düşkün!! figürüdür.
O, her limanda bir sevgili anlayışının feminen alanıdır.
Sen bu özelliklerin birisinden dahi kaçarken, ne çare ki o, bunların hepsinin sahibi bir illettir.
Bütün bu özelliklerine karşın, yaşanılan hayal kırıklığının tek suçlusu değildir o. Hatta suçlu bile değildir yaşanılanların tümünde.
Zira yaratılışında – fıtratında zaten vardır bu sayılanların tamamı. En büyük meziyet!! olarak verilmiştir, hadsiz, hudutsuz ve de edepsiz olabilme konusundaki farklılıkları.
Kabahatli arıyorsan bu durumun tek suçlusu sensin elbette.
Emsalsiz bir çerçeve yarattın. Bu çerçevenin ortasına koymayı arzu ettiğin resmi de sen seçtin özenle.
Tabii olarak da sen yakıştırdın o bulunmaz eşsiz çerçevenin ortasına bu resmi.
O’na o güzelliği, farklılıkları ve müstesna özelliği yakıştıran senin duygularındır, asla hak etmediği.
Senin düşünce ve hasletlerindir, ömrünce arasa bulamayacağı.
Öyleyse, bırak çerçeve kalsın aynı yerinde.
Ama resmi al oradan. En yakın pencereye git. Bırak aşağı. Bakma ardından nereye düştü veya kimlerin ayaklarının altında kaldı diye.
Şimdi tam da gerektiği ve hak ettiği yerde. Elden ele değil ayaktan ayağa dolaşmasının zamanıdır.
Yüce Yaradan belli ki;
“yürü ya kulum”
demiş kimine,
Yanısıra da,
“sürün ya kulum” demiş,
fettanlığın ehline.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.