İNGMAR BERGMAN SİNEMASI
İNGMAR BERGMAN SİNEMASI
(1918-2007)
14 Temmuz 1918’de İsveç’de doğdu. Protestan bir papazın oğlu olması sinemasını -diğer önemli yönetmenlerden- farklı yönde etkilemiştir. Hayatı sorgulamaya iten bir güçle tanıştı doğumuyla, demek hata olmaz. Kardeşiyle hiç anlaşamıyordu. “Onun ölmesi benim için iyi olurdu.” diyerek anlatıyordu. Bu sebepten aile konusunu derinlemesine irdelemiştir. Sinemasında neden aile içi nefreti, karanlık noktaları ele aldığını anlıyoruz. Sık sık anneannesinin yanına kaçardı çocukluğunda. Filmlerinde (Çığlıklar ve Fısıltılar, da özellikle, 1972 yapımı) sorunlu karı koca, abla kardeş, arkadaş filan daima vardır.
Örnek verdiğim filmin giriş kısmı bile insanı sıra dışı (aslında yabancısı olmadığımız) bir âlemin içine sürüklüyor (Cries and Whispers). Zil sesi, karga sesi, hasta bir insanın boğularak nefes alması, fısıltılar, rüzgâr uluması… Rahatsız edici bir dünyaya. Düşünmek istemediği ama düşünmek zorunda olduğu… Ve saatlerin tik takları… Hastası olan bir evin o ağır havasını derinlerde hissettim filmin en başında. Ve o mükemmel melodiler… Liv ullmann’ın (sesi beni etkiler her daim) mükemmel anlatımıyla film devam eder… Liv Ullmann, Bergman sinemasının değişmez yüzüdür.
“Her duygu, her hareket, her fiziksel rahatsızlık, kullandığım her sözcük için büyük bir depo dolusu açıklamam var. İnsan anlayışla başını eğiyor. Böyle olması gerekliydi; yine de bu yaşam uçurumunda boylu boyunca düşüyorum. Bu uçurum bir gerçek, ayrıca da dipsiz… İnsan bu taşlı derede ya da suyun yüzünde kendini öldüremiyor bile. Anne, sana sesleniyorum her zaman yaptığım gibi. Ateşim olduğu geceler, okuldan döndüğüm zaman, geceleri arkamdan kovalayan bir hayaletle hastanenin parkında koşturduğum zaman, Farö’de ki o yağmurlu günde sana tutunmak için elimi uzattığım zaman… Bilmiyorum! Hiç bir şey bilmiyorum! Bu başımıza gelen nedir? Bununla baş edemeyeceğiz. Yanaklarım yanıyor ve birisinin uluduğunu duyuyorum. Sanırım ben kendim uluyorum!” Ingmar Bergman.
Hayatı zorluklar ve karmaşalar içinde geçti yönetmenin. O bunu sanatına yansıtmayı başardı. Çok sayıda evlilik yaptı. Birçok aşk yaşadı. Hayatında her daim kadınlardan yana oldu. Onları filmlerinin de hayatının da kahramanı haline getirdi. Yaptığı filmler geneline bakıldığında hayatının onda bıraktığı izlerdi. Genel anlamda gerçekçi ve toplumsal sorunlardan uzak, daha çok melankolik ve içe kapalı filmler yapmakla eleştirilse de yönetmen dünya sinemasına adını kazandırmayı başarmıştı. Kendini ve sorularını öyle derinlemesine yansıtmıştı ki sinemasına seyircilerini kalplerinin tam ortasından yakalamayı başardı. 2005 yılında Time Dergisi tarafından dünyanın yaşayan en büyük yönetmeni olarak nitelendirildi.
Kadınların Bekleyişi (Kvinnors väntan, 1952), 1957 yılı yapımı Yedinci Mühür (Det sjunde inseglet), 1963- İbadet Edenler (Nattvardsgästerna), 1963- Sessizlik (Tystnaden), 1966- Persona, 1968- Kurtların Saati (Vargtimmen,diğer filmlerinden biraz farklı bir havası olan filmi), 1968- Utanç (Skammen), 1973- Evlilik Yaşamından Sahneler (Scener ur ett äktenskap), 1978- Sonbahar Sonatı (Höstsonaten- Bu filmi romandan farksızdır. Anne ile kızının arasındaki sorunları derinlemesine inceleyen ilginç bir yapım.)
Başlıca filmleri bunlar diyebilirim. Bir de Türkçe altyazısı bile doğru dürüst olmayan filmleri var. Bu durum ülkemizdeki sinema izleyicisi için bir utançtır.
Larmar och gör sig till (1997),
Viaggio in Bergmania (2011) ( Bergman belgeseli, Hakki Kurtulus, Melik Saracoglu elinden çıkmış; Türkiye yapımı olmasına rağmen filmi nereden bulabileceğimizi bilmiyoruz).
Hustruskolan (1983)
Riten (1969)
Fotoğraf: Çığlıklar ve Fısıltılar filminden bir sahne (Cries and Whispers, 1972).
Cumali Celayir
twitter.com/CumaliCelayir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.