MUSA’NIN ASASI!
‘’ Musa, bir cana kıymamışken tuttun tertemiz birisini öldürdün, andolsun ki pek kötü ve menedilmiş bir şey yaptın sen, dedi’’
(‘’İnsanlar da Ölür’’ romanı üstüne)
Musa’nın yaşadıklarını unutmamın imkânı kalmamıştı. İki elimin arasına aldığım başımı sıktım mütemadiyen."Allah cezanı versin Cumali! Neden o kızı öldürdün? Oysa ne güzel yemek hazırlıyordu Musa’ya! Söyle mutlu musun şimdi?" dediğim andan itibaren yazarların sorunlu insanlar olduklarını anladım. Musa da Firdevs de sadece hayal ürünü olan bir romanın kahramanlarıydı. Ama mutlaka daha iyi tanımalıydım onları. Bu amaçla 2010’nun baharında bir kez daha İstanbul’a gittim. Güzel bir makine ayarladım fotoğraf çekmek için filan. Musa’nın yaşadığı evin fotoğrafını çekmek beni açıkçası çok heyecanlandıracaktı. Ya o sokaklar, caddeler… Fevzi Paşa Caddesi, Emniyet Müdürlüğü, stadyum!..
İstanbul’a ayak basmamın üstünden iki gün geçince hayal ürünü olan bir romanın kahramanlarının yaşadığı semte gittim serin bir bahar gününün öğle vaktinde. Fatih’in renkli insan manzaraları beni hemen heyecanlandırdı. Koşar adımlarla sidik kokan ara sokaklardan tarihi bir ahşap binanın önüne çıktım, çevreme baktım. Elli yüz metre ilerde bir çocuk tek başına top sektiriyor, çingene tipli kadınlar ahşap ve oldukça eski evlerine girip çıkıyor, balkonlardaki iplere asılmış olan yumoş kokan çamaşırlar ılık bahar rüzgârının yardımıyla hafifçe sallayıp duruyordu. Köşedeki çöp kutusuna dolgun bir tükürük fırlattım,"Musa nerde yaşamıştı? Şu bina mıydı? Yok, yok o değil" diyerek ilerledim. Fotoğraf makinesini çıkarıp tarihi duvarlara gotik tarzında yazılmış olan edebi yazıların fotoğrafını çektim. Romanda bu yazılardan ve duvarlardan bahsetmediğim için üzüldüm ve not defterime not aldım bu tespiti. Yanımdan sırtındaki yükle bir hamal geçince Musa’nın hamallık da yaptığını hatırladım ve buna çok sevindim.
Güneş güneydeydi ve ben hâlâ Firdevs ve Musa’ya çok uzaktım. Güneşe hüzünle bakarken ayağım kaldırım taşına takıldı, biraz sendeleyip kendimi toparladım. Ne olursa olsun bugün onların evini bulacaktım. Romanda geçen sokağın ismini biliyordum ama hangi yönde olduğunu kestiremiyordum. Google Eart aklıma gelince sinirlendim. Öyle bilgisayar başında roman kahramanlarını takip etmeye benzemiyordu bu. Paslanmış bir kapısı olan hanın yanına geldiğimde az ilerde bir genç kız gördüm. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Sakın Firdevs olmasın?.. Hâlâ Musa ile tanışmamış olmalı. Gidip kendime ayarlamalıydım. Musa başka bir kız bulsundu kendine. Gülümsedim ve kızın gidip Musa’yı bulmasına müsaade ettim. Musa’sına gidiyormuş gibi koşar adımlarla gözden kayboldu genç kız. "Merak etme Firdevs, yakında öldüreceğim seni!" diye bağırmak geldi içimden.
Yarattığım kahramanı istediğim yöne çekiyor olmam benden izler taşıdıkları anlamına mı geliyordu? Tanrı insanoğlunu yaratmış ve kendi ruhundan üflemişti… Musa’nın bana çok benzediğini Firdevs’in bana da âşık olabileceğini düşündüm, çiftin evlerine çok yaklaştığım sanısına kapıldım. Bir sokağın başında durup sokağın ıssız köşelerine, balkonlara baktım ama bir sonuca ulaşamadım. Sokağın içinde genç çınarı aradım; yoktu çınar mınar. Romanda geçtiğini düşündüğüm bir parkın içine girdim. Banklara baktım, Musa’yı filan bulamadım. Az ilerde iki kedinin bağıra bağıra çiftleştiklerini gördüm. Beklenen mevsim geçiyordu bile… İki ay sonra Firdevs ölecekti ama ben bir kez bile kendisini görememiştim. İçimi o cümleler sardı:
Yatağın yanına çömelerek Firdevs’in yüzüne baktım. Kestane rengi saçları, rengi gitmiş olan yüzünün bir kısmını örtmüş, dudakları hafiften aralanmıştı, ellerini, kollarını göğsüne bastırmış şekilde yan yatıyordu. Yüzünü örmüş olan saçları çektim. Kalbim deli gibi atmaya başladı. Pencere doğru bakıp,"Neden yüzü bu kadar soğuk?" diye inledim. Kibarca Firdevs’i sarstım. Hiçbir tepki alamayınca,"Aman Allah’ım Firdevs ölmüş",diye bağırdım."Firdevs ölmüşşş! Firdevs kalksana, lütfen kalk." Ne yapacağımı bilmediğim için bir süre pencerenin kenarına gidip narkozdan uyanmış biri gibi baktım karşımda duran kuşa. Daha sonra kahkaha atarak camı açıp kuşu kovdum…
Musa’nın evini bulduğumda ikindi ezanı çoktan okunmuş, sert bir rüzgâr öfkeyle esmeye başlamıştı bile. Hemen binanın beş on tane fotoğrafını çektim farklı açılardan. Az sonra Musa’nın dış kapıyı açıp sokağa çıkacağını düşünmeme şaştım kaldım. Fatih gerçekten de mükemmel bir ilçeydi. Otobüse atlayıp döndüm Bahçelievler’e.
Cumali Celayir
Mayıs 2010
YORUMLAR
kitap çıkardınız mı bilmiyorum ama birgün olmanız gereken yerde göreceğiz "Cumali Celayir" adını inşaallah tebriklerimle yazmaya devam..:)
ccelayir
ccelayir
başarılı bir anlatım harika bir yazıydı
bizde yollara düştük sizle ve güzel yolculuktu
tebrikler...