- 723 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Meçhule Giden Yolculuğun İlk Adımları
Hiç kalkasım yok yataktan…
Pencereyi açmam gerek, temiz havaya ihtiyacım var diye düşündüğüm anda
dışarıdan gelen yağmur damlası sesleri karışıyor uykuma… Davet de reddedilecek gibi değil hani!
Acaba bu gün günlerden ne? İnşallah Çarşamba değildir! Toplantı var ve geleceğime dair söz verdim.
Amaaan kendime yine kızıyorum, güya söz vermiştim bana!
“Eğer yarın varsa ve ben yarını yaşayacaksam, hiç kimseye o güne dair bir söz vermeyecek veya plan yapmayacaktım.”
Laf işte, sanki uygulayacakmışım gibi öylece konuşuyorum! İnsan kendini kandırabilir mi?
Bu tıkırtılar! Leman hanım erkenci yine. Komşuma özenip kahve kokusuna dayanamıyorum ve fırlıyorum yataktan. Yaşasın ben galibim, miskinlikle günün ilk saatlerinde bir sıfır galibiyetim konusunda gülüşüyoruz.
Kahveyi yapmak daha bir keyifli geldi niyeyse, yüzme çarptığım serin su merhaba diyorken bana.
Şöyle bir iç sesimi dinliyorum… Evet, bugün yine kendimi seviyorum. (her ne kadar verdiğim sözler için kızıyorsam da)
Şimdi bir sorun daha var o da toparlanması gereken akşamdan kalma ve sevdiğini beklerken evde kalmış kız misali kuruyan canım bulaşıklarım… Anneciğimin kulakları çınlasın!
Karamsarlığa kapılmak yok, bir çırpıda önce bulaşıklar, sonra davetkâr yatağımı toparlayıp yine galibiyetimi ilan edeceğim… Gözüm penceremden dışarıya takılıyor… Yağmur… Hüzün… Hayır, hayır hiç sırası değil! Eğer yağmura takılırsam içimde kopan fırtınalara dur diyemem! Yazmak da istemiyorum… Kesin kararlıyım!
Ah! Kendime yine yalan söylüyorum. Oysa o yağmurda ıslanmak istiyorum.
Sayfalar dolusu yazmak, ne yazdığıma ve ne yazacağıma aldırmadan, ıslatan yağmura sarıp kendimi yürümek ve yazmak istiyorum.
Yürürken nasıl yazılır diye düşünmemek lazım… Yazmak, kağıda değildir hep. Hayata yazmak, sokaklara yazmak, avaz avaz bağırmaktır o duygu… Başlama yine diyerek işlerime dönüyorum…
Öğleye doğru üzerime yeni aldığım ve rengini çok sevdiğim gömleğimi geçirip, rahat bir kapri pantolon giyerek vestiyerin önde duruyorum. Hadi bakalım Gülşen diyorum, bir de ayakkabı buldun mu at kendini sokağa… Diyorum da, denediğim üçüncü ayakkabıyı da fırlatıyorum ayağımdan… Nihayet dördüncü olarak ayağıma giydiğim kırmızı babetlerimde karar kılıp, çantamı ve anahtarımı alıp kapıyı çektiğim gibi çıkıyorum.
İyi de yağmur! Şemsiye! Hadi bakalım filmi geriye al.
Neyse, nasıl olmuş bilmiyorum da, şemsiyeyi vestiyere asmayı unutmamışım. Demek ki gün iyi geçecek… Üstelik bu gün Çarşamba da değilmiş… Asansörü kullanmıyorum sağlıklı yaşam adına. İşte şımarık kızım beni bekliyor apartmanın önünde… Adı sokak kızı İrma. Beyaz ve kahverengi karışımlı, yüzü çok net ve gözleri ışıl ışıl bir kedidir sokak kızı İrma… Daima çantam da hazır bulunan kuru mamasını vermemi bekliyor… Islanmamış, demek ki kuytu bir köşe bulmuş. Akıllı kız vesselam… Seviniyorum onun ıslanmamış olmasına… Sokak kızı İrma’nın yaşama azmini imrenerek izlemiştim…
Minicikken gözleri iltihaplanmış, hastalanmıştı… Üstelik annesinden ayrılmış, ne yapacağını bilmeyen haliyle yaşama tutunmaya çalışıyordu… Veteriner Ahmet beyin, mahallelilerin desteği ile atlattı o günleri. Sokağımızın sevgilisi oldu. Ona verilen mamaların yanına yaklaşan diğer kedilerin vay haline! Öyle bir pati atar ki aklınız durur. Zannediyorum ki, sokakta yaşamanın kurallarını canı yanarken öğrendi.
Hepimiz gibi… Hayatı öğrendi…
Sokak çocukları geldi aklıma o an… Sokak kızı İrma, bir çoğundan daha şanslıydı!
İçimden acıların en koyusundan demlenmiş çay içme duygum beynime doğru yola koyuluyor…
Baharın ılık ve neşeli havasıyla yürümek iyi gelecek. Yağmur serinlik vermeye çalışsa da Nisan sonları etkili olamıyor….
Üsküdar… Deniz… Karşıda kız kulesi… Yeterince demini almış çay…
Vapurların biri geliyor biri gidiyor… Onları izlerken oturduğum sahil kahvesinde, iki yıl önceki Gülşen’i düşünüyorum… Gelip geçen insanlar içinde kaç tane o kadından vardır acaba?
Günün akşama döndüğü zamanlarda aldığı haberle yıkılan, hayatın bittiğini sanan Gülşen…
Talat gideli iki yıl oldu. İnsan yaşarken aslında nefes almadığını, ölümün illa da gözleri kapamak olmadığını hayat arkadaşının gidişiyle anlayan Gülşen…
Talat giderken neler götürmüştü. O nasıl bir acıydı! Dul Gülşen olmak neydi!
Allah kimseye yaşatmasın böyle bir acıyı diye suskun ama alabildiğine çığlık çığlığa ağlayıp, bağıran Gülşen… Çocukları babasızlığın acısını hiç değilse annelerinin göğsünde avutabilsin diye susan, eksikleri olmasın, yalnızlıkları olmasın diye kendini yok sayan Gülşen…
Kocasız sokağa ilk çıktığında, üzerinde elbisesi yok zanneden, çırılçıplak kalmışçasına utanan, sanki herkesin onun Talat’ sız kaldığını bilip, acınan zavallı kadın olduğunu düşünüp, bir kez daha kahrolan Gülşen…
Çocukluğundan beri kimseden bir şey istememeyi kendine öğreten, bir tek babasının yanında kendini güvende hisseden… Dul kaldıktan sonra etrafında ona yardım etmek için pervane olan insanlara hem minnet duygusu taşıyan, hem de onlara tarifsiz öfke duyan kadın Gülşen…
Alyansı daha bir görünecek şekilde olsun diye sol elini kullanmayı kırklı yaşlarında öğrenen Gülşen…
Yaşları hayli geçkin olan çiftlere takılıyor gözlerim… El ele tutuşup bıcır bıcır konuşuyorlar, dudaklarını okumaya çalışıyorum acaba ne konuşuyorlardır… “Birlikte yaşlanmak” ne demekti? Ya da birlikte torunlarını parka götürebilmek duygusunu nasıl anlatırlardı diye merak ediyorum! Hani “öğrenmenin yaşı yoktur” denir doğrudur bu söylem… Yine de bazı şeyleri yaşayamadan, nasıl bir duygudur öğrenemeden ölmek zamanı gelir ve yaşayamazsınız. Çünkü tek başına tamamlamanız imkansız olan hayata dair gerçekler var… Talat olmadan torunumu parka götüreceğim ve ben “birlikte” nasıl bir tad alırdım asla öğrenemeyeceğim!
Hiç farkında değilim, üçüncü çayı istemişim garsondan… Simit boğazıma düğümleniyor.
Martılarla paylaşmalı diyerek çantama koyuyorum.
Kendimle kalmak iyi bir düşünce değilmiş diye düşünüp, çayların parasını ödemeyi unutmadan garsona uzattım elimdeki bozuklukları…
Garson arkamdan seslendi
–abla fazla verdin!
-Çay iç fazla olanla diyerek yola koyuluyorum…
Gülşen’ i geçmişte bıraktığımı var saymak da aptalcaymış! Gülşenlerin sadece adları değişiyor ve hayat Gülşen gibileri de yeniden yaşamaya davet ediyor… Onu yok saymak yerine, kabullenişin doğruluğunu kendime teyit ediyor, geleceğe yürümeye başlıyorum yeniden… Umut hep vardır ve olmalıdır…
İkibinoniki/ İzmir
h.a.k
YORUMLAR
Bu yazıdaki ana konu çok güzel. Düşünülenler gayet açık bir şekilde ifade edilmiş. Doğru hayat başka insanları yaşamaya davet ediyor.