- 1276 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
ALSANA ULAN SALAK
ALSANA ULAN SALAK
Bu anlatacağım anekdot , yılarca savunduğum her idealimi ,sonunda bozdu sanırım. Bozgunun sebebi, benim iç dünyam mı , yoksa değişken insan karakterleri mi , bilmiyorum.
1985 Yıllarında ideal, Kemalist, vatan için canını vermeye hazır ve içtiği çayın parasını noksansız veren , dürüst bir subaydım. Görev yerim Haydarpaşa Askeri Hastanesi , Muhafız ve Hizmet Bölüğü Komutanlığı idi. Yerinde duramayan , hareketli bir yapım vardı. Sürekli o koca hastaneyi dolaşır, bana bağlı 600 kişiden fazla insanın ve çeşitli birimlerin kontrolünü yapar, aksama olmaması için çaba sarf ederdim.
Hastanenin , Üsküdar-Kadıköy yoluna bakan demirli duvarının içinde ,tam köşede bir trafo binası vardır. Önündeki salkım söğüt ağacı da , duvarla trafo arasını ,içkiciler için tam bir sota yeri haline getirir .
O Pazartesi, hep yaptığım gibi tek başıma bütün hastanenin çevresini dolaşıp, rutin kontrolümü yapıyordum . Tam trafo ile yola bakan köşeye geldiğimde , ayakkabı kutusu, (affedersiniz file diyecektim) içinde , yağlı kasap kağıdı dedikleri , toprak rengi kağıda sarılıp , üzeri kırnapla (Sağlam bir iplik) bağlanmış o lanet paketi buldum. Paket duvarın dış tarafına konulmuştu. Bomba olabilir mi diye düşünmüştüm. Ama sıkılama olmadan , trafoya zarar veremeyeceğini bilirdi bombacı. Üstelik, bir fileyi ağzına kadar doldurmuş epey büyük bir paketti bu. Hemen yardım çağırmak gerekiyordu ama hastanede tahrip işini benden iyi bilen yoktu zaten .
Bıçağımı demirlerin arasından sokup , yavaşça file iplerini sonra da kağıt sargısını kare çizecek şekilde kestim. İçinde sıkıştırılmış kağıtlar vardı. Bu defter gibi duran kağıt yığınına mana veremediğim için deliği büyüterek, elime gelen yığını çekerek çıkarttım. İnanılmaz bir şey! En büyük banknotlardan bir deste para elimde duruyordu. Çok şaşırıyor, bu bir tuzak olabilir diyerek , öbür tarafına da aynı işlemi uyguluyorum. Yine gıcır gıcır paralar çıkıyor.
Bu sefer demirin altından içeri çekebileceğim şekilde , torbayı üçe bölerek ,paraları içeriye geçiriyorum. O güne kadar hiç görmediğim tam 600 Milyon Tl. para (Sayımda miktarı belirlendi) önümde duruyordu. Ben o sıralar 17.200 Tl. ( On yedi bin iki yüz Tl.) maaş alıyordum . Yani bu para, benim maaşımın tam 34.882 katıydı. Yani demek ki , yaklaşık 35.000 adet maaşımı önümde görüyordum. Bu kadar çok para, kimin veya neyin parası olabilirdi acaba?
Elime geçen gazete kağıtlarına sardığım bu çok yüksek miktardaki parayı , bir karton kutuya da koyarak doğruca bölük odasına götürüp , hemen başçavuşu, habercimi ve yazıcıları çağırmıştım. Paralar benim masamın üzerinde atılı duruyor, ve tutanak tutmak için gelenler, şaşkın gözlerle paraya bakarak , miktarı üzerinde tahminler yürütüyorlardı. “En az yüz milyon var” “Bence üç yüz milyon “” Olur mu? Burada dört yüz den aşağı yok”
Masanın yarısını boş bulundurarak saydığımız parayı paketleyip yine yüzer milyonluklar halinde karton kutulara koyarak istifliyorduk . Paralar gıcır gıcır ve hiç kullanılmamış en yüksek banknotlardan olduğu için ,bir ara acaba bunlar sahte olabilir mi diye, tereddütte de düşmüştük. O sıralar bizim Ankara Cebeci’de ki evimize 475.000 Tl. vermişlerdi de babam kızıp satmamıştı.
Sayım bitince paranın 600 Milyon Tl. olduğuna dair bir tutanak yaptırarak , miktarı ve bu parayı kimseye söylemeyeceklerine yemin ettirerek , odamdaki çelik dolaba kilitledim. Şimdi paranın sahibini bulmaya gelmişti sıra .
Anonslara gelenlerin yarısı fırsatçıydı belki de. Miktarı bilinmeyen bu çok fazla miktardaki para onların kaybettiği 10 liraya 500 liraya 1000 liraya hiç benzemiyordu. O gece bu parayı çelik dolap içinde bile olsa bırakıp gidemeyeceğim için , bölük odasında yatmak zorunda kaldım. Hiç unutmam akşam yemeğini tost ve çay ile geçiştirmiştim.
Sabah olur olmaz anonsları başlatmış ve başçavuşu Kadıköy, Üsküdar, Suadiye Polis ve İnzibat Karakollarına göndererek, paranın sahibini aramaya başlamıştım. Rahmetli Baştabip Tuğg. Erdoğan Ererdal , yanına çağırarak,
“Yahu yüzbaşım ,nedir bu iki gündür süren anonslar, gelenler gidenler? Paranın miktarını sormuyorum ama çok mu , az mı merak da ediyorum “ demişti.
Ona paranın miktarını söylememiştim ama “Ankara’ en az on ev eder “deyince şaşırıp kalmıştı. O gün yine epey gelen olmuştu bu meçhul paranın sıcak yüzüne. Ama nerede kaybettiklerini, neyin içinde düşürdüklerini , hatta paranın miktarını bile bilmeyen , benden bilgi alıp öbürüne söyleyerek ,parayı kapmak isteyen laf cambazlarıydı bunlar.
O gece de eve gidemeyip, odamdan çıkamadan , yine çift kaşarlı tost ile beklemiştim bu bela parayı. Üçüncü gün Moda Karakolundan gelen telefon ,paranın sahibi olan yaşlı beyin sorduğum her soruyu bilmesi ile beni bu zoraki nöbetçilikten kurtaracaktı. Çayımızı yeniden demletip onların gelmesini beklemeye başlamıştık.
Gelen karı koca en az yetmiş yaşlarında olmalıydılar. Adam odama çok sert bir şekilde adeta yuvarlanır gibi girerek,
“Nerede benim paralarım, hangi şerefsiz aldı onları? Gösterin o adamı bana “diye yüksek perdeden bağırıyordu.” Gözünüz aydın , geçmiş olsun “diyen başçavuşa ve erlerime de ;
“Kesin sesinizi, hırsızlar, utanmadan o parayı aldınız, bir de geçmiş olsun mu diyorsunuz . Siz beni o kadar salak mı sandınız? O paraya dokunmasaydınız ben iki saat sonra fark edip gelerek alacaktım paralarımı. Hele bir kuruşu eksilmiş olsun görürsünüz neler yapabileceğimi”
Vay canına, sırıtarak çaylarımızı getiren çaycı da ,nasibini alçaktı bu hırçın ihtiyardan. “Ben sizin çayınızı falan içmem . O hırsızın kim olduğunu söyleyin. Sen de yüzbaşı olmuşsun ama bir hırsızla iş birliği yapmaya utanmıyorsun”
İnanın konuşamıyorum. Paraları yeniden masanın üzerine döküp, eline bir de kalem kağıt verdik ve o teker teker saymaya başladı. Yanında gelmiş olan karısı da, neredeyse onun kadar nemrut suratlıydı.
“Hele bir eksik çıksın bak o zaman size ne yaparım görürsünüz. Bu para Moda’ da denize bakan 12 daireli bir apartmanın parasıdır. Karıma babasından kalmıştı. Tapuda karım üzüntüden bayılınca , onu Numune Hastanesine , bir taksiye atıp getirdim. İlk tedaviden sonra Kadıköy’e dolmuş beklerken , biraz soluklanalım diye sizin duvara oturmuştuk. Hay oturmaz olaydık , dolmuş gelip de, şoför acele ettirince , birden kalkıp , ikimizin arasında duran bu parayı unutarak eve gitmişiz. Ben parayı karımın aldığını sanıyorum , o da benim aldığımı. Bir kahve içelim derken , ona para filesini nereye koyduğunu sorunca , iş ortaya çıktı. Suadiye’den kalkıp paramı almaya geldim. Evet çalan o ahlaksıza bir ceza verirsiniz değil mi yüzbaşım? “
“Paranızı çalan ahlaksız ve geri zekalı benim efendim.”
“Sen hiç utanmadın mı, bu paranın sahibi gelip ,parasını arar diye hiç düşünmedin mi? Seni komutanlarına şikayet edip süründürmezsem, bana da (……) demesinler. Benim general bir akrabam var . Başına neler geleceğini aklın bile almayacak. Askerlerinden bile utanmıyorsun değil mi? Senin gibi bir adamdan değil yüzbaşı, on başı bile olmaz be” (İlk okul dördüncü sınıfa geçtiğim yıldı galiba . Annemle pazara giderken yerde bir iki buçuk lira bulmuş ve sevinerek almıştım. Annemden bir azar işitmiştim ki sormayın. Derhal yerine koydurtmuştu o parayı. Sahibi düşürdüğünü anlayıp ararsa bulabilmeliymiş. Oysa o sıralar, Yenimahalle pazarında tornet çilik yaparak en fazla 40 Kuruş kazanabilirdim. Demek parayı bulup almamak, başka uyanıklara bırakmak gerekiyormuş)
Neyse ki paralar belki iki saat bile sürse sonunda sayıdı ve tam 600 Milyon TL. yeniden sarılıp ,paketlenerek kendisine teslim edildi. Teslim tutanağını bile imzalamayan bu felsefesini hayatım boyunca anlayamayacağım yaşlı adam , son olarak da beni Baştabip’ e şikayet ederek gitti. Üstelik beni korumaya çalıştığı için ona da “Hırsızın ortağı “ diyerek.
Hayat tecrübesi benden çok daha fazla olan başçavuş;
“Komutanım, bu dürüstlüğün karşılığında bize de, kendinize de “Hırsız “ dedirttiniz. O parayı arabanızın bagajına koyup, evinize götürseydiniz, sonra siz zengin olunca , bizimde ufak tefek ricalarımız olurdu, böyle azar işitmezdik üstelik “deyince , ona kızıp , o zamanlar içimden atamadığım idealistliğimle cevap vermiştim.
“Bu sözlerini duymamış olayım. Bizim görevimiz vatandaşa yardımcı olmak ,onları ve mallarını korumak, dürüst ve doğru insan olmanın yüceliğini öğretmektir. Sen tecrübeni yıllardır bu yönde mi geliştirdin . Hakkımız olmayan hiçbir şeye elimizi süremeyiz. O ihtiyarın kabalığı bizi üzmemeli. Lütfen sana olan itimadımı sarsacak bir şeyler söyleme . Unutma ki dürüst olmak Allah’ ın kullarından beklediği en yüce fazilettir.”
Sene 2013 olmuş, Yıllar ne çabuk geçti. Ticaretle uğraşıyorum artık. Gördüğüm ,şahit olduğum hırsızlıkların , hak yemelerin hesabı yok. Ben hala hakkımım üzerinde bir komisyon bile almadım gayrimenkul işinden.
Mal sahibim babasından ona , benim için şaibeli yollarla sahip olduğu iş yerinin kirasını ödeyemediğim için tahliye etmemi istiyor, o ihtiyardan bin beter acı sözleriyle.
Vergi dairesi müdürü çağırtmıştı beş ay önce. Hala verdiğimiz sözü tutamadık ödemeler için.
Küçük oğlana kışı eski ayakkabıları ile idare etmesini söyledim, çok kızdı . Ben ne biçim babaymışım?
Peki, nasıl olmalıydı?
Hırsız olup, şerefli mi görünmeliydim, yoksa dürüst olup şerefsiz mi?
Bence insanlar iki kez gelmeli dünyaya , aynı yaşamı sürmek için . Kararım aynı mı olurdu bilmiyorum.
Bu günleri kendime yaşatacak kadar verici, olamazdım sanırım.
İnsan , televizyonda belgeselleri izlerken bile ,hayatın zalimliğini çok iyi anlıyor.
Vicdan ile hayatın bütün zalimliklerini önüne katarak deli deli akan kanlı derenin arasında hakemlik yapan biri olmak zor be dostlarım.
E.Yaşar Ovalı 28.12.2013
YORUMLAR
Sevgili Abim.
Bu yaşanmış öyküyü bizzat senin ağzından da dinlemiş olduğum için bu gün burada gördüğümde daha bir heyecanlandım
Hayatım boyunca pek çok kez çok çok sıkıştığım durumlarda '' Ah nulan şimdi şöyle içi para dolu bir cüdan bulsam '' Dediğim çok olmuştur ama şimdiye kadar öyle bir cüzdan bulmuşluğum da yoktur. Tek bir defa bir minübüste bir cüzdan buldum onun da içinde sadece altmış lira vardı..Meğer benim oturduğum yerde daha önce oturan delikanlı sonra kalkıp minibüsün ön tarafında oturmuş, kalkarken de cüzdanı orada düşürmüş..Yani anında verdik sahibine. Bir defasında da - cep telefonlarını çok pahalı olduğu o ilk yıllarda- babam bulduğu bir telefonu bana verdi..Ben de telefondan sahibinin annesine ulaştım ve kadına adresimi vererek oğlunun gelip telefonu almasını istedim.
Öyle çok büyük bir para bulsam? Abi hiç bilemiyorum...'' Almam, ashibini araştırırım '' Demek, yazmak ve aferin alkışları almak kolay ama ben dobra olacağım: İçinden ihtiyacım kadar olanı alırdım belki. Ya da sahibini arar bulur '' Bana şu kadar para verirsen paranı sana veririm'' Derdim belki...Bilemiyorum. Böyle bir şeyle karşılaşmadan söylenemez ne yapılacağı.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 12/29/2013 1:05:12 AM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Seninle şöyle oturup, içimde hapsettiğim bütün anlatılmaz öyküleri birer birer dökmek isterim sevgili dostum.
Parayı bulmak Tanrının bana tanıdığı bir şans olsa gerek sevgili Hocam. Ama o nemrut ihtiyarın akıl almaz tutumu insana ister istemez biraz pişmanlık verdiriyor sanırım.
Senden şunu anlıyorum; İnsan birisine bir iyilik veya yardım yapabiliyorsa , kuru bir teşekkür de olsa karşılığında biraz hoşnut edilmeli diyorsunuz. Çok doğru Hocam
Yeniden bir araya gelmek , bol bol dertleşip, bazende bol bol içimizden geleni dökmek dileğimle.
ikinci bir şansım da olsa yine aynı şekilde davranırım ben olsam :)))
paylaşıma teşekkürler
saygılar
kukurikuu
Dürüst ve bu konuda kararlı, haramı ve helali ayırt edebilen insanların çokluğunu görebilmek beni mutlu ediyor.
Bu güzel özelliklerin vatanımı bulaşıcı hastalıklar gibi sarması dileklerimle.
Hırsızlık mı dürüstlük mü? Tabi ki dürüstlük sayın komutanım. Tek kişi kalsak da Allah doğruluktan ayırmasın.
kukurikuu
Allah kullarını dürüstlükten ayırmasın ve gerçek dürüst olup keseri kendine doğru tutturamayanlarını sakınsın.
Saygılarımla
Dünyaya iki defa gelme imkânı olsa, ilk gelişinde şeytanca yaşayanlar, ikinci gelişte melekleşirler. Şüphesiz en doğrusu Mevlamızın takdiri olan bir defa gelmek. Ve bu gelişte de azıtıp şeytan olmak yerine dürüst insan olmak gerek.
Harika paylaşım için teşekkürler.
Selam ve dua ile...
kukurikuu
Manalı yorumunuza ve sayfamda oluşunuza çok teşekkür ederim.
Saygılarımla
Hayranlıkla okudum saygıdeğer komutanım yazınızı.Söylenecek çok şey var da...işte...
Ama şu dünyaya iki kere gelmek işini çok sevdim.Ah keşke öyle bir şans tanınsa yeniden geriye sarılsa filim...yine yeniden....
Asil yüreğiniz var olsun. Paylaşım için teşekkür ederim.Selam ve hürmetlerimle.
kukurikuu
Güzel yorumunuz ve iltifatınız için çok teşekkür ederim.
İnsanlar sonunda saf ve temiz duygularından ne yazık ki arınıp, hasis menfaatlerinin peşine düşüyorlar.
Bu yüzden çok seviyorum, genç yürekleri, genç beyinleri. Hayat ve kötü örnekler insanları bencilliğe itiyor sanırım.
Sayfamda olmanıza sevindim. Saygılarımla.