- 628 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 23
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Oğlunun o günkü durgun hali ne kadar dikkatini çekse de annesine kırgınlığından bilen baba daha fazla üzerine gitmedi çocuğun. Hele harçlığını ne yaptığını sormak, aklının ucundan bile geçmedi. Kahvecilik sürekli para ile haşır neşir olunan bir işti ve o hiç parasız kalmıyordu. Yoksuldu belki ama her zaman cebinde parası olur ve özellikle çocuğun hemen her istediğini alabilirdi.
Akşamdan İsmail efendiye ricacı oldu ertesi gün kahveye bakması için. Oğluyla birlikte İstanbul’a, kızına bayram ziyaretine gideceklerdi. Çocuğun haberi olmasına rağmen, gerektiği gibi heyecanlanamamış, misket oyununda kaybettiği paraların etkisinden bir türlü kurtulamamıştı.Bütün gece rüyasında ne annesini, ne ablasını, ne ertesi gün göreceği denizi, ne de martıları düşünememiş, sadece misket oyununda ve kaybettiklerinde aklı kalmıştı.
Sabahleyin zorlukla uyandırıp yatağından kaldırabildi babası. Kremalı bisküileri yerken bile iştahsızdı. Aklının bir yerlerde olduğu besbelliydi ama babasının aklına annesine olan kırgınlığından başka bir şey gelmiyordu.
’’ Yahu Fikret ! Annene gitmeliydin be oğlum. Beklemiştir , halâ de bekliyordur seni. Bu gün ablana gidelim, yarın sen mutlaka annene git ; tamam mı ?’’
Yine hiddetlendi çocuk. Aslında hiç hatırlamak istemiyordu annesini. Zeytin gözlerinin üzerindeki kaşları büyük adamlarınki gibi çatıldı, gür kirpikleri dikleşti bir anda. Çatlak, yara, şiş alt dudağı hızla titremeye başladı. Küçücük olmasına rağmen, incecik, zayıf boynunun üzerinde zor duran kısa, simsiyah saçlı başı, sağa sola sallanmaya başladı sinirden. Açılan ağzından doğuştan çürük ön dişleri, kendisini avlamaya çalışan, köşeye sıkışmış bir fareninkini andırır gibi meydana çıktı. Şaşırdı adam. Küçücük oğlundan gördüğü bu tepki ürküttü onu. Demek ki çocuk, annesine karşı kin ve öfke doluydu. kremalı bisküileri ve paşa çayını bırakıp hızla kalktı masadan çocuk.
’’ Hayır ! Anneme falan gitmeyeceğim ben ! O beni görmeye geliyor mu ? Gelmez ; çünkü beni sevmiyor ! Sevseydi zaten evden kovmazdı !’’
Vapura binerken simit almışlardı. Önce adam bir iki parça koparıp martılara attı. Çocuk martıların simit yiyişine hayran kaldı. Bir anda bütün sıkıntısını unutup eski neşesine kavuştu ve simitinin neredeyse tamamını martılarla paylaşıp, onları seyretti. Çocuğun bu hali babasını da mutlu etti. İkide bir yedi köşeli kasketini düzeltti adam sevinçten. Yeni ceketinin düğmelerini bir açıp bir kapadı. Arada omuzlarına dökülen saçları ve kepekleri temizledi. Sigarasını bile neşeden üfürüyordu. Zeytin gözleri yine ıslanıyordu belki ama dertten değil mutluluktandı bu defa.
Sevinçle karşıladı Mukaddes onları. Hemen el öpmeye başladı Fikret. Bu defa her elini öptüğünden de bayram harçlığını kapıyordu. Anne S, ablası F, Ü. hanımlar, Kemal bey ve damat R.bey...hepsi de oradaydılar. Fikret evin engelli çocuğu F.’nin odasına gidip onu da öpüp bayramlaştı. Çocuk Fikret’i gördüğüne sevindi ve onunla oynamaktan çok mutlu oldu. Çok güzel oyuncakları vardı. Fikret o oyuncaklarla oynamaya doyamıyordu.
Her zamanki gibi şahane bir öğle yemeği yendikten sonra Fikret yine F.’nin odasına gidip akşama kadar onunla oynadı. Gitme saati geldiğinde halâ oynamaya doyamamıştı. Çok güzel bir şekilde uğurlanıp dönüş yolculuğuna başladılar. Fikret bu defa iki simit birden aldı martılar için. Coşkuyla koparıp koparıp attı denize. Çığlıklar atarak yedi martılar. Neşe içinde dönüldü köye.
İstanbul’da kendisine verilen paraları her zaman babasına verirdi. Babası da ona kıyafet, defter, kitap...neye ihtiyacı varsa alırdı. Şimdi yine aklına geldi. Fakat bir de şeytan vardı şimdi içinde. Ertesi gün mutlaka misket oynayıp, daha önce kaybettiği paraları geri alması gerekiyordu. Bu tutku ona hayatınca utanacağı hareketlerden birini yaptırdı. Parasının bir kısmını ayrı cebine koyup kalanını babasına verdi. Adam hiç önemsemeden , çocuğun verdiği kadarını alıp cüzdanına yerleştirdi.
Suçluluk duygusuyla yattı o akşam . Babasına karşı bir çeşit hırsızlık yapmıştı aslında. Ama mecbur hissetmişti kendini. Kaybettiklerini geri almak zorundaydı. Şimdi ertesi gün oynayacağını misket oyununda nasıl kazanabileceğinin hesabını yapmaya çalışıyordu.
Bir kaç çeşit misket oyunu vardı. Bir tanesi ’’mors’’ : Toprağa çizilen bir üçgenin içine konulan misketler, oynayanlar tarafından, ikinci parmağa sıkıştırılan misketler baş parmak tarafından atılarak vurulup üçgen dışına çıkartılmaya çalışılıyor, çıkartılabilen misketlere sahip olunuyordu. Bu arada kendisine yaklaşan diğer oyuncunun misketi vurulabildiğinde, o oyuncu saf dışı ediliyordu. Bu vuruşlarda ikinci parmak sürekli toprağa dayalı olduğundan kirleniyor hatta çatlıyordu. İkinci bir oyun da ’’karış’’ idi. Oyuncular ellerini kullanarak attıkları misketlerle diğer oyuncuların misketlerine bir karış yaklaşabildikleri, ya da vurdukları anda o oyuncudan bir misket alıyorlardı. Bu oyun bazen birden fazla misketine de oynanabiliyordu. Üçüncü oyun ise ’’ baş ’’ idi. Kaçar misketine oynanacağı konuşulduktan sonra, her oyuncu o kadar misketi yan yana dizerdi. Sonra bu misketlerin yanından her oyuncu başka bir misketi belli bir uzaklığa atar, en yakındaki oyuncu misketlerin başına geçer, en uzaktaki misketin sahibi olan oyuncu ilk atışını yapardı. Misketlerin başındaki kişi, hangi tarafın ’’ baş’’ olduğunu söyler, atışı yapan oyuncu o taraftan vurmaya çalışırdı. Vurduğu misketlerin baş olmayan tarafına kadar olanını alırdı. Yerdeki misketler bitene kadar atış devam eder, kalan misketleri de orada bekleyen oyuncu alırdı.
Parmaklarıyla vurmayı iyi öğrenemediğinin farkındaydı çocuk. Ona göre en kolay olanı karış ya da baş oynamaktı. Bütün gece doğru dürüst uyuyamadan bunları düşündü durdu. Ertesi sabah kalkar kalkmaz aceleyle kahvaltısını yapıp sokağa koştu. Henüz misket oynayan çocuklar ortada yoktu. Çatapat , kız kaçıran,torpil patlatan, mantar tabancası atan bazı çocuklar gördü. Hiç birine karşı bir hevesi yoktu. O, bir an önce misket oynamak istiyordu.
En erken Hilmi ile Nuri çıktı piyasaya. Onu görünce kıs kıs gülmeye başladılar.
’’ Bizim keklik erkenci bu gün.’’
’’ Parası var mı acaba ?’’
’’ Olmaz olur mu oğlum ; bayram bugün .’’
’’ Misket oynayalım mı ?’’
’’ Var mı misketin ?’’
’’ Param var. Satın biraz.’’
Hemen ikisi birden torba dolusu misketleri uzattı, avını görmüş avcıların heyecanıyla.
’’ Yalnız mors değil de karış oynayalım, ya da baş , olur mu ?’’
’’ Sen nasıl istersen.’’
Ne yapsa, ne kadar dirense de, kısa süre sonunda bütün parasını kaybetmişti yine. Çocukların alaylı sözleri eşliğinde uzaklaştı oradan. Kahveye gidecek, babasının yüzüne bakacak cesareti yoktu. Bayram yerine götürdü ayakları onu. Ramazan ve Kurban bayramlarında, hatta Hıdırellez’de bile köyün alt başındaki asfalt yol, bayram yeri olur, özellikle genç kız ve erkekler burada sürekli gezer, kendilerine sevgili seçerlerdi. Yağmur, yağış, lâpa lâpa yağan kar bile bu gezmelere engel olamazdı. Çocuklara burada düşen en büyük görev ise, kızlarla erkeklerin arasında söz ve mektup taşımak olurdu. Asfaltın hemen yanındaki çayırda bulunan ağaçlara salıncak kurulur, kızlar dabruka çalıp şarkı söylerlerdi. En tuhaf olanı ise, aslında dinî olan bu bayramlarda erkeklerin içki içmekte, sarhoş olmakta yarış etmeleriydi. Daha bir kaç gün öncesinde oruç tutan, teravih namazı kılan gençler, bu bayramlarda içki içmekte hiç bir sakınca görmezlerdi.
Hava kararıncaya kadar bayram yerinde kalan çocuk, yeniden kaybettiği paraların sıkıntısını biraz olsun unutmuş olarak kahveye döndü. Normal zamanlarda çocuğun bu kadar uzun süre sokakta kalmasına izin vermeyen baba, bayram olduğu için onu mazur görmüş ve nerede olduğunu ne yaptığını sormamıştı.
O gece uyurken kendi kendine söz verdi çocuk. Bu misket oyunu ona göre değildi. Oynamaması gerekiyordu. Bir daha asla oynamayacaktı.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Yenile yenile yenmesini mi öğrenecek bizim küçük Fikret ,tebrik ederim saygılarımla.
Fikret TEZEL
İlginize teşekkürler.