- 692 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sıcacık Bir Kucak
Herkes aynı mesafede değil iyi olmaya… Mesela körpecik bir genç kız, yorganın içine büzülmüş, annesinde bulamadığı kucağı orda bularak, doldukça doluyor içine. Annesinin kucağına sığınmış her evlat gibi neyi varsa çağırıyor oraya. Her bir parçası yerli yerinde, bütünlük denen şeyin keyfini sürüyor.
Az sonra yorgandan çıkıp soğuğa çıplak kaldığında yaşanacak parçalanışı aklına bile getirmek istemiyor o sıcacık dakikalarda. Pastanede çalışan o gencin yüzü hep öyle parlamaya devam etsin diye zihninde, birinin yüzünde bir ışık olarak yansıyor olmanın sakladığı anlama iyice varabilmek için yorganıyla koca bir duvar dikiyor dışarıda kalan dünyaya.
Kaçamak bir bakış atıyor saate, karşılaştığı rakamı yüzünde kocaman bir gülümsemeye dönüştürerek. Dolu dolu iki saati var daha, annesinin sesinde yeniden tanımlaması için kendini… Parçalarından hangilerini yorganından dışarıya çıkaracağına karar vermeye… Çünkü eksiksiz gediksiz, tam bir bütün halinde önüne çıktığı zamanlardan çok iyi biliyor; ha bütün olmuş, ha birkaç parçasını ortaya dökmüş hiç fark etmiyor annesi bir kez konuşmaya başlamışsa onunla. Sesinde bir sürü duvar var sanki… Bir türlü içeri sokmuyorlar, hoşlarına gitmeyen bir şey varsa. Mesela yorganın altında sıcacık bir kucak bulmuş, iyice ısınmış ruhuna dair hiçbir şey bir yolunu bulup da o duvarları aşamıyor.
Tezgâhtar bir kız olduğunu hatırlıyor hemen, o kendisine bir şeyler söylediğinde. Mesleği değil kimliği oluyor o zaman tezgâhtarlık… O öyle olmadığını bilse de annesinin sesi öyle yapıyor ille de, eğip büküyor gerçeği, konuştuğu süre boyunca. O dakikalarda Pazar günleri siliniveriyor takvimden. Hep birilerine gülümsediği, bir şeyleri paket yapıp “güle güle kullanın” dediği o günlere yer veriyor takvim.
Annesinin duvarlarla kaplı sesi çalıştığı mağazaya sık sık gelen o sarışın kızın yüzündeki çok sevdiği anlamı çalıyor ilkin. "O bir müşteri ..." diyor, "Sense sadece onun emrinde bir hizmetkâr… " Oysa yorganın altında uyanık geçirdiği o birkaç saatte, kimse dokunamazken ona, herkes kan uykuda, tam anlamıyla yalnız kalabilmişken, çok rahat bir şekilde seçebiliyor ayrıntıları. O kızın, kimliğine duyduğu büyük saygıyı seçiyor en çok da ona ait görüntülerin içinde. Teşekkür ederkenki içtenliğini… Tezgâhtar kızı belki de en önemsiz parçası haline getiren gözlerini…
İyi bir insan olmanın neye benzediğini anlar gibi oluyor o kızı ne zaman aklına getirse. Sandığa sakladığı şiir defterleri gibi, iyilik… Günlük koşturmacada kaybolup giden onca ayrıntıdan biri… Mesela iki gözü olduğunu bilir insan… O kadar iyi bilir ki hem de, oturup da uzun uzun üzerine düşünmesi gerekmez. Zaten yüzünde bir yerdedir o gözler… Var olmak için hatırlanmaya ihtiyaç duymazlar yani. İşte aynen buna benziyor iyilik denen şey de. Zaten olması gereken bir şey… Ama gözlerin kadar bağımsız değil maalesef senden. Varlığı tamamen sana bağlı… Senin onu ayakta tutmak için gösterdiğin çabaya… Gün boyu koştururken, iyi biri miyim diye sormaya pek de vakit bulamıyor ama herkes maalesef. Gözler gibi aynı yerde durmuyor iyilik. Eğer sen onu unutacak kadar kaybolmuşsan yaşamın içinde, o da uslu uslu beklemiyor orda seni, çekip gidiveriyor hemen.
Bu yüzden o sarışın kız gibi sürekli üzerinde taşıyamıyorsun onu ellerin, kolların gibi. Çünkü onun gibi, iyi olmanın anlamını düşünecek kadar bol vaktin yok senin… Onun düşünmeye ayırdığı zamanlarda sen yaşıyorsun; düşünmeye, değerlendirmeye vakit bulamayacak kadar delice bir hengâmenin içinde. Tıpkı annenin sesinde tanımladığı sen oluyorsun o anlarda: Tezgâhtar kız… Cılız bir dere olup kuruyorsun gitgide, sana giydirilen bu daracık kimliğin içinde. O iyi kalpli kız gibiler zaman zaman hatırlatsalar da sana aktığın denizi, o kadar azlar ki, gülüşleri yetmiyor seni ‘kendin’ yapmaya tüm gün. Annen gibiler çoğunlukta kalıyor.
Öylelerinin seni sadece tezgâhtar kız olarak görmesine duyduğun öfke o kadar yoğun oluyor ki bazen; onların seni öyle görmemeleri, iyi bir insan olmandan çok öne geçiyor. Dikenlerini çıkarmaktan, salamıyorsun kokunu.
O adam geldi aklına birden, saat yorgandan sıyrılacağı o an’a doğru dörtnala ilerlerken. Sıcacık gülüşünde, yeniden üşümeye başlayan kalbini bir parça ısıtmaya çalıştı. Annesi kalkardı az sonra. Zehra diye seslenirdi, “bu kadar ısınmak yeter” der gibi buzlar estiren bir sesle.
Adam ona, "çok güzelsin" demişti o gün, tam aldıklarını poşete koymuş, gülümseyerek uzatırken… Güle güle kullanın demek için kıpırdatmaya hazırlanırken dudaklarını… Tam bir kadına bakar gibi bakıyordu ona. Biraz önceki kadının üstten bakan tavrından sonra o kadar iyi gelmişti ki bu! Bir kartvizit uzatmıştı sonra ona adam, "beni ararsan çok sevinirim" diyerek.
O iyi kalpli kızı hatırladı yine. Aynı durumla karşılaşsaydı o ne yapardı acaba? Babası yaşında bir adamın kendine böyle şeyler söylemesini ayıplar mıydı? Bunların cevabını bilmese de emin olduğu bir şey vardı: O kendisi gibi bir bakışa, bir gülüşe tutunmazdı hemen böyle. Onlara takılıp kalmadan geridekileri görebilirdi. Alışıktı böyle ısıtan şeylere çünkü. Bu yüzden de eğer yerinde olsaydı, muhtemelen o adamın gülüşüne değil yaşına odaklanacaktı en başta ya da evli olup olmadığına. Her iyi insan gibi, birilerinin sınırlarına girip girmediğini anlamaya çalışacaktı önce. Ruhu yeterince ısınmış olduğundan, bir parça sıcaklık için görmezden gelmeyecekti çitleri. Bu yüzden de o adamın medeni durumu etkileyici gülüşünden kat be kat önde gelecekti.
“Zehra!” dedi annesi. “Kalkmadın mı daha?”
Düşüncelere öyle dalmıştı ki, bu sabah gafil avlanmıştı annesine. Sesindeki ayaz havadan da beter üşütücüydü. Sırf biraz geciktireyim diye bu üşümeyi, yataktan kalkacağı anla annesi arasına sıcacık dakikalar yığabilmek için, saatini kurardı her gece yatmadan önce. Ama bu kez ısınmanın dozunu fazla kaçırmıştı galiba.
Hangi gülüştü akıp geçen zamanı ona böylesine unutturan? Yataktan çıkmaya zorlarken kendini bunu cevaplamaya çalışıyordu. Cevabı bulduğunda yorgun tavrından sıyrıldı birden. Yatağı topladı apar topar, ardından kapıya yöneldi.
Onca dakika içinde o adamı topu topu birkaç kez aklına getirmişti. Bu kadarı yetmezdi bir gülüşü sıcak bir kucak yapmaya. Hayır, kesinlikle o gülüş değildi her zerresini ısıtıp dikenlerinden kurtaran onu, kokusunu ona geri veren… Sık sık mağazaya uğrayan o sarışın kız yapmıştı tüm bunları. Hani şu yüzünde anne gülüşü olan… O gülüşle annesinin ona hiçbir zaman veremediği o sıcacık kucağı vermişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.