EĞİTİMDE İŞLER YOLUNDA MI?/ ALİ TÜRER
PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) 65 ülkede, 15 yaş grubu öğrencilerin (8. Sınıf) Matematik, Okuma-anlama ve Fen alanlarında temel bilgi ve becerilere ne ölçüde sahip olduklarını ölçüyor. Aynı zamanda katılımcı ülkelerin eğitim sistemlerini ortaya koydukları performans bakımından karşılaştırmış oluyor.
Türkiye 2003 yılından beri bu programa katılıyor. PISA 2012 verileri geçtiğimiz günlerde açıklandı. Çin, Singapur ve Kore kalkınmışlığın bir zamanlar göstergesi kabul edilen OECD ülkelerinin pabucunu, geçen yıllarda olduğu gibi bu dönemde de dama attılar.
Türkiye dünyanın 16. Ekonomisi, 2012 PISA verilerine göre ise genel ortalamada 65 ülke arasında Matematik’te 448 puanla 44., Okuma - Anlama Becerilerinde 475 puanla 42., Fen Bilgisi’nde ise 463 puanla 43. sırada.
Yıllar içinde PISA’ya dökülen Performansımız şöyle:
YILLAR MATEMATİK FEN BİLGİSİ OKUMA-ANLAMA
2012 448 463 475
2009 445 454 464
2006 424 424 447
2003 423 441
Görüldüğü gibi yıllara göre puanlarımızda bir artış var. 2003’de 423 olan matematik ortalamamızı 9 yılda 448’e çıkarmışız. Ama yine de Hırvatistan (471), Sırbistan (449), Yunanistan( 453) ve İsrail’in (466) gerisindeyiz. Uruguay Tayland bizi geçmeyi başarmış. Ortadoğu ve Asya ülkelerinden Endonezya, Ürdün ve Kazakistan’ı geçebilmişiz yalnızca.
34 OECD ülkesi arasında 32. olmuşuz. OECD ülkelerinden sadece Meksika ile Şili’yi geçmeye gücümüz yetmiş. 2003’den bu yana OECD ülkeleri içinde önüne geçebildiğimiz tek bir ülke yok. Neden böyle, çünkü biz puanımızı arttırmışız ama OECD ülkelerinin yarısı da puanlarını arttırmış sonuçta.
Ama asıl vahim olan bu değil.
PISA aynı zamanda öğrencilerin beceri düzeyleri hakkında somut veriler sunuyor. Altı düzey belirlenmiş. 1. ve 2. Düzeyler (alt performans grubu) doğrudan ispat gibi basit akıl yürütme, verilen bilgiyi ayırt etme, rutin işlemleri yapabilme; alışılmış durumlarda kullanılan sınırlı bilimsel bilgiye sahip olma, verilen kanıtlardan belli açıklamalar ortaya çıkartma; kısa metinlerde belirli ifadeleri bulabilme, yazarın amacını anlayabilme gibi temel becerileri ölçüyor. 5.-6. düzeylerde (üst performans grubunda) ise öğrenciden ileri düzeyde matematiksel ve bilimsel düşünme ve muhakeme örnekleri ortaya koyma, bilimsel yöntemi kullanabilme, okunan metinler üzerinde karşılaştırmalar, üst düzey eleştirel değerlendirmeler yapabilme, hipotezler geliştirebilme gibi karmaşık beceriler bekleniyor.
Türkiye’de en alt düzey olan seviye 1’in altında performans gösteren öğrencilerin oranı matematikte %42, Fen Bilgisinde %24’, Okuma- anlamada %22. Seviye 2’ye çıkıldığında oran Matematikte %67’ye, Fen Bilgisinde, %60’a, Okumada %30’a çıkıyor. Bu sonuçlar öğrencilerimizin Matematik ve Fen Bilgisi’nde kabaca üçte ikisine, Okuma-anlama alanında kabaca üçte birine ancak ezber düzeyinde bilgi ve beceri kazandırabildiğimizi, düşünme, muhakeme, problem çözme yeteneği kazandıramadığımızı gösteriyor. Şimdi bunu ilerleme olarak mı kabul edeceğiz?
Üst düzey muhakeme yeteneği kazandıran 5. Seviye üstüne çıkabilen öğrenci oranımız Matematikte %5.9, Fen Bilgisinde % 4.3, Okuma-Anlamada %1.8. Matematikte 6. Seviyede performans gösterebilen öğrenci yüzdemiz %1, Okuma-anlama ve Fen Bilgisi alanlarında ise nerede ise sıfır. Şanghay ve Singapur’da öğrencilerin yarısından fazlasının, OECD ülkelerinde ise ortalama bizden iki kat fazla öğrencinin 5. ve 6. düzeylerde yer aldığını da belirtelim ki performansımız daha iyi görülebilsin.
Milli Eğitim Bakanımız, PISA sonuçlarına bakıp “doğru yoldayız, iyi gidiyoruz” diye açıklama yapıyor, ama durum ortada. Az gitmiş uz gitmiş, sonuçta bir arpa boyu yol gitmişiz. İyiye gidiş bu ise, kötüye gidiş nasıl olur acaba?
Eğitim sisteminde ciddi yapısal sorunlarımız var.
Öğrenci başarılarında bölgeler arasında önemli farklar var. Marmara bölgesi ile Güney Doğu Anadolu Bölgesi ortalamaları arasında Matematik ve Fen Bilgisi alanlarında 2012 PISA verilerine göre kabaca 80 puanlık fark var. 2007 TMSS verilerinde bu fark 46 puan düzeyinde görünüyordu. Demek ki yıllara göre fark kapanmıyor açılıyor.
Türkiye’de ailelerin ekonomik durumunun eğitimde başarıya katkısı Avrupa ülkelerine göre iki kat daha büyük. Devlet okullarında eğitimin kalitesini yükseltici adımlar atmadan bu koşullarda dershaneleri kapatmak cinayet olur. Orta gelir grubuna ait ailelerin eğitime verebileceği katkının önünü kesersiniz. Eğitimde fırsat eşitsizliği daha da artar. Bu PISA sonuçlarına nasıl yansır, 2015’de hep beraber görürüz.
Okul öncesi eğitimde beş yaş grubunda okullaşma oranlarımız %44’lerde. 4+4+4 düzenlemesiyle çocukların okul öncesinde kalma süresini azalttık. İlköğretim öğrencileri arasında eğitimde fırsat eşitliği daha da bozuluyor.
Çocuklarımızı ilköğretimden ortaöğretime, orta öğretimden yüksek öğretime sağlıklı yönlendiremiyoruz. Gençlerimizi meslek edindirmeden, mesleki kimlik kazandırmadan sokağa bırakıyoruz. Her üç gencimizden biri iş yaşamında da, okulda da görünmüyor. Bizde ortaöğretimin meslek kazandırmaya katkısı Avrupa ülkelerine göre iki kat düşük.
Mesleklerin yeterliklerini belirleyebilmiş, her mesleği programa bağlamış, meslek-belge bağlantısını kurabilmiş değiliz. İnsanların eğitim süreci sonunda aldığı belgeye dayalı iş ve hizmet ürettiği bir iş yaşamına henüz çok uzağız.
Yukarıdan aşağıya talimatla iş gördüğümüz son derece merkeziyetçi bir eğitim örgütümüz var. Sistemde hâkim olan zihniyet devlet memurluğu. Programları direktif haline getirdik. Programı yaşamın içinde geliştirmeyi hepten bıraktık. Sistem kendini yenileyecek dönütü alamıyor, kendini geliştiremiyor. Bu merkeziyetçi yapının en stratejik unsurları müfettişler. Öğretmenlere rehberlik yapacak, onların enerjisini sisteme katacak bir anlayış ve örgütlenme geliştiremiyoruz.
Hal böyleyken, MEB il ve ilçelerde gerçekleşen bütün denetimleri merkezden, bakanlık denetçileri eliyle yürütmeye dönük adımlar atıyor. Oldu olacak II. Abdülhamit dönemi denetim sistemini geri getirelim, bütün okullara doğrudan bakanlığa bağlı denetçiler yerleştirelim.
Öğretmenlerimizi, yöneticilerimizi lider özelliklerle donanacak şekilde yetiştiremiyoruz. Diploma verdiğimiz halde derse sokamadığımız 350 binin üstünde öğretmenimiz var.
Eğitim fakültelerinin orta bölümlerini kapattık. Eğitim fakültesi olmayan üniversite mezunlarına üç ay meslek bilgisi vererek liselerde görevlendirmeye başladık. 1997-1998’de sınıf öğretmenliğine yapılan dışarıdan atamaları şimdi liselere dönük yapmaya başladık.
Uygulamaya konan bu örgütlenme, yönetim, program anlayışları ile sizce çok yönlü düşünen, bilimsel yöntemi kullanabilecek yaratıcı, girişimci, mesleki kimlik sahibi birey yetiştirebilme şansımız nedir? Şanghay’la, Singapur’la aramızdaki mesafeyi bu politikalarla mı kapatacağız?
On yılımız “yüksek öğretime girişte meslek liselerine uygulanan katsayı, meslek liselerinin gelişmesini engelliyor mu” tartışmasıyla geçti. Sonuçta ne oldu? İmam Hatip Lisesi mezunlarının lisans programlarına yöneliş oranı %4’den %25’e çıktı, çıkmasına da meslek liselerinden lisans programlarına geçişte her hangi bir fark olmadı. İmam Hatip Liseleri’ne giden öğrenci sayısı 300 bine dayandı.
Peki, elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin.
Mesleki eğitim gelişti diyebilir misiniz?
Açık lise yerine okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamına alsaydık, çocukların ileri düzeyde bilimsel düşünme ve muhakeme yapmalarına daha fazla katkıda bulunmuş olmaz mıydık?
Sınıf öğretmenliğini dört yıla indirdik. Kuran okusun diye çocuğu ergenlik çağına girmeden ortaöğretimdeki karmaşanın içine attık. “Dinimize göre” diye başlayan sorulara verdikleri yanıtlara bakarak öğrencileri Fen Liselerine yerleştireceğiz. Çocuklarımızda sayısal düşünme, çok yönlü düşünme becerisi geliştirmeye, şimdi daha mı yakınız? Düşünemeyen, yorumlayamayan, çözümleyemeyen, üretemeyen bir nesil ile nereye varılır ki?
Sizin işler yolunda mı onu bilemem. Ama eğitimde yolunda değil, bu apaçık ortada.
Kaynakça
PISA Verileri. (www.oecd.org/pisa/keyfindings/)
PISA 2012 Ulusal Ön Raporu (yegitek.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/)
Ali Türer Yazıları:www.duzceyerelhaber.com/ali-turer/