Kırda İki Baharı Düşünerek
Kırda İki Baharı Düşünerek
Hiç bitmeyecek sandığın kış bak tükendi. En derin uykuların, en uzak rüyaların, en imkânsız hayallerin mevsimi olan bahar ansızın geliverdi.
Uzun bir kıştan geldik, arkamızda bitmez tükenmez sandığımız karlı, donuk, puslu bir kış vardı. Dört yalçın yönden hiç durmadan çığlar düşüyordu sömürülen ülkemize. Her şekilde perişandık. Bir bahar fırsatı çaldı kapıyı, bu treni de kaçırırsak halimiz hepten harap…
Düşmanlarımız uyanık ve acımasız, dostlarımız umursamaz ve uykuda; oysa bir zaman sonra, bile bile terk ettiğin kendi halkın üzerine ağıt yakacak yüzü bile bulamayacaksın ey dost…
Zor olanı tercih et, çünkü asıl kolaylık zorlukla birlikte olandır ve çünkü acılar çok! Al birini; kendi halkının ürünü bir şiiri çözmek, şimdilik ağır bir bulmacayı çözmekten çok daha çetin! Zor olandadır asıl kolaylık: Dilini geliştir! Kendine dön; Kürtçe yazmanın gizemli ferahlığına eriş ki bu ferahlığın adı fıtratın çağrısıdır!
Şu yazıyı Kürtçe yazsaydın olmaz mıydı? Olamazdı ki! İnşallah üç vakte kadar olacak ama. Olması gereken bu. Gün gelecek Kürt dilinin baharını da göreceğiz Allah’ın izniyle.
Ümit: İnanamıyorsun, hayretle yaklaşıyorsun eşyaya; upuzun bir süreç boyunca kar altında kalmış o kupkuru ağaçlar şimdi tomurcuklanmışlar, çiçek açmışlar, bu ne büyük bir mucize Allah’ım! Demek biz de yeniden dirilebiliriz! Demek biz de kendimizle, annemizle, babamızla; iç ve dış dünyamızla barışabiliriz!
Korku: Yaşanan bir yalancı baharsa eğer; yeniden kar yağacaksa, tüm çiçekler savrulacak, tüm tomurcuklar ölecek, yeşeren her alanda boğucu bir duman, yeniden ve fakat çok daha yoğunluklu bir baskı kuracak…
Korku ve ümit arasında kalıp düşündün; kışın ağırlığından kurtulmak için bahara destek verdin, anarak annenden duyduğun o güzel dizeleri:
"Newroza siltanî
Dar û kopalê xwe hilanî
Zivistan û bihar ji hev deranî"
İşte doğanın bağrındasın; baharla yeşeriyor toprak ve bak körpe kuzular, taze tomurcuklar, taşlar arasından fışkıran otlar, börtü böcekler… Kendinden geçiyorsun… Bir çiftliğin olmalı senin…
Uzakta bir çoban, yanında bir çomar, tabloyu tamamlayan 2006 model kuzucuklar. Tam bir hayat bilgisi kitabının mevsimler ünitesinin ilk sayfalarındasın…
Bahar maviliği tüm göğü görkemiyle sarmış, bilinmez zamanlara aşina bir sükûnetle, yeniden diriltilen yeryüzünü, uyandırılan tabiatı süzüyor…
İşte yeşermiş otlara sırtüstü uzanmışsın, temaşa ediyorsun göğü ve birazdan bir çıtırtı duyacaksın…
Bakacaksın ki iri bir tosbağa geçecek oluyor yanından, doğrulup saygıyla yol vereceksin…
Fakat kocaman bir kütlenin otlar arasından davrandığını gören yaşlı kaplumbağa, bakalım takdir edecek mi gösterdiğin nezaketi?
Ne gezer; "ah şu baş belası insanoğlu yok mu?" dercesine yolunu değiştirmek isteyecek. Hayır hayır sayın kaplumbağa telaşa hiç gerek yok; içe kapanmanıza da…
İnanın çok farklı bir insanım, kalbim sevgiyle dolu ve her insan kadar kendimi öbürlerinden ayrı tutuyorum. Ayrıcalıklı birçok yönüm vardır benim. Acaba ne yapabilirim sizin için? Bakın ben Kürt bir insanım; haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
Önce eline alıp gideceği yere kadar götürmeyi kuruyorsun kafanda. Bir şeyi unutuyorsun çünkü her şeyi şıp diye çözen kafamız bu konuda aciz sevgili dostum. Tosbağa güzergâhından bihabersin ama onları eline aldığında bir sıvı bırakacaklarını biliyorsun.
Biliyorum, çocukluğumun viranesinde kırlar başköşede oturur…
Kaplumbağayı kendi yalnızlığına bırakıp uzaklaşıyorsun, bahara uyarak canlanıp uzaklaşıyor o da...
Her bahar yeni bir diriliştir insanoğlu için. Kimindi bu cümle? Şimdi içindeki sayfaları çevirme, bırak kendini şu tatlı rüzgâra da bir güzel hafifle.
Bugün burada ortaladığın günün anlam ve önemi ne?
Bahara saygı lütfen ve bütün duygular göreve!
Siz şimdilik ağır olun sevgili düşünceler, kulağınız ayarlı olsun ikinci bir emre…
Bak sürü de buraya yaklaşıyor ama çobanı göremedim acaba kendisi nerde?
Sana ne çobandan, sen kendi işine bak ve sahi benim ne işim vardı bu uzak yerde?
Ah evet hatırladım; baharı karşılamaya gelmiştim, hani serserilik de var ya serde!
Bak gene disiplinsiz bir şekilde ahengin ardına düştün, oysa biliyorsun nazım, düz anlatıma perde!
Derken yeniden vücut çizgilerine alışmış otlar arasına uzandın. Bir Allahın kulu yok şurada, işte yapayalnızsın ve Hasankeyf kalesindeki buluşun aklında: Yalnızken bile kalabalığım!
Kuşlar nasıl da kışkırtıcı ötüyor yandaki ormandan… Şu boş vermişliğinle Alphonse Daudet’in Kıra Çıkan Kaza Kaymakamı’na benzemiyor musun?
O da ne? Çoban köpeği çapraz bir koşuyla yaklaşıyor; burnu yerde, kuyruğunu sallayarak. N’olacak şimdi? Senin Şafii bilinçaltın var, hayatında köpeğe elin değmedi. Haram. Baban geldi aklına, köpeğe el süren ağabeyinin elini bir Şafii’ye yaraşır biçimde yedi kez çamurla yıkatmıştı. Ne yazık ki bir Kürt’e yaraşır biçimde oğlunun beynini bir kez bile yıkamamıştı, o zavallı da beyninde kuş beslemiş, gidip gelmeye başlamıştı kurtların ocağına...
Ormandan yağmur kokan bir rüzgâr havalandı…
Bedo
2006
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.