Şahmaran
Görüp de irkilip ürpermeyenimiz korkup kaçmayanımız yoktur yılanlardan. Sakınıp saklanmayanımız,karşılaşıp da rengi atmayanımız yoktur yılanlardan.
Her nedense soğuk varlıklardır yılanlar. Çok az insan onlara yaklaşabilir ve onlarla yakınlık kurabilir ve dost olabilir.
Yılanların dünyası farklıdır, benzemez hiç diğer varlıklara. İntikamcıdırlar. Yapılanı asla unutmazlar.
Yılana dolanmaktansa çalıyı geç diye bir söz vardır Anadolu’da. Bu hem gerçek, hem de mecaz anlamda kullanılmış bir sözdür. Yani beladan uzak durunuz anlamındadır.
Mecaz anlamı çağrıştıracak da olsa sonradan birkaç kez filme de alınacak olan Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü diye bir romanı vardır. Okumuş izlemişinizdir mutlaka.
Görmeyenimiz yoktur yılanları. Tür tür çeşit çeşit. Zararlısı zararsızı, zehirlisi zehirsizi..
……………………..
Küçüktüm, okul çağındaydım. Ana yolda geziniyordum. Bir haşırtı ile ürperdim önce. Kurumuş otların dikenlerin arasından geliyordu bilinmeyen bir varlık. Geldiği yer sarsılıyordu adeta. Otlar dalga dalga kabarıyordu.
Dağdan iniyordu anlaşılan. Yaşadığı yerden. Evinden. Yuvasından. Bir kovuktan inip geliyordu,bir kaya veya taş kovuğundan.
İrkildim. Gördüğümle donakaldığım bir oldu. Nasıl bir varlıktı anlamak zordu. Bu bir yılandı ama ne engerek, ne piton, ne de kobraydı.. Bir boğa yılanı ya da bir çıngıraklı yılan da olamazdı. Neydi acaba! Bir şahmaran mıydı yoksa bu?
Boynuzluydu,iki tane kocaman boynuz taşıyordu başının iki yanında.
İlk başı görünmüştü. Sonra gövdesi ve arkasından kuyruğu. Parçalı bir kuyruktu. Dili dışardaydı, ıslık çalarak ilerliyordu
Korkmuştum. Bir adım atamaz haldeydim. Nefessizdim adeta. Bağırıp çağırıp sesimi kimseye de duyuramazdım.Yapayalnızdım.
Önce sağa sola baktı, sonra çevreyi bir kontrol etti ve nihayetinde beni farketti ama önemsemedi, ciddiye almadı anlaşılan. Yoluna devam etti. Alev rengindeydi. Mübalağasız boyu yolu bir baştan öbür başa kaplayacak uzunlukta, gövdesi ise yetişkin bir insanın en az baldırı kalınlığındaydı.
Biz şahmaran hikayeleri ile büyümüştük o güne kadar. Her gün camlatılmış turkuazla yeşil renkteki şahmarana bakar ve arkasından büyüklerimize onun hikayesini anlattırırdık.
İşte benim gördüğüm ya şahmaran, ya da ondan faksız bir varlıktı. Tam da dinlediğimiz hikayeye uyuyordu. Şahmaran olmasa bile biraz daha büyüdüğünde bir gömlek değiştirerek bir başka varlığa dönüşebilecek bir türdü..
Yaz sıcağında koca gövdesiyle dağdan inerek su içmeye iniyordu anlaşılan. Belki her gün inip çıkıyordu ama biz ilk kez rastlıyorduk.
Yolun karşı kıyısı hemen su kanalıydı ve bir hamleyle oraya ulaşmıştı tedirgin bakışlarla.
O ana kadar korkudan hareketsiz yerine çakılı duran ben, bir çırpıda eve doğru hareketlenmiştim. Büyüklerimize haber verecek ve bu koca devi hep birlikte görecektik tüm büyüklerimiz, yakınlarımız ve arkadaşlarımızla.
Döndüğümüzde ne yaptıysak rastlayamamıştık. Aramadığımız yer kalmamıştı ama ne olmuşsa olmuş gözden kaybolmuştu.
İnanmadılar bana. Yalan söylüyorsun dediler. Öyle bir yılan bu güne kadar hiç görülmedi bu ovada dediler. Hayal görmüşsün sen dediler. Ne yaptıysam inandıramadım. Haksız da değillerdi yani. Senin anlattığın olsa olsa evrandır dediler. Yani büyük ata, yılanların atalarından biri..
Evinde tek miydi acaba, o koca dev. Yoksa eşi ve yavruları da var mıydı,bir asırlık mıydı yoksa birkaç asırlık mı? Neyle besleniyor,ne yiyor ne içiyordu?
Av için mi inmişti ovaya, yoksa su için mi?
………………………
Ne talihsizlikti benimki böyle. Ne büyük bir fırsat kaçırmıştım. Bir ömürde bir kez göremeyeceğiniz bir varlığı nasıl gözden kaybederdim.
Niçin çakılıp kaldım öyle.
Keşke, keşke gözlerimi ayırmayıp izleseydim onu.
Koşarak gidip haber verdim de ne oldu.
Üstelik bir de yalancılıkla suçlandım.
Yalan söylüyorsun, hayal görüyorsun dediler.
İzleseydim keşke.
İzleyip yılan mı, evran mı, yoksa şahmaran mı olduğunu bir anlayabilseydim.
Keşke..
Kemal GÜL
30.07.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.