- 958 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
KIRLANGIÇTAN ÖĞÜTLER
Kırlangıç çoktan göç yolunu tuttu. Bahar yeni yeni kendini göstermeye başlasa da kış kendini unutturmaya niyetli görünmüyordu. Tüylerini kabarttı, kanatlarını birbirine sürttü. Üşüyordu. Acaba erken mi çıktım, yola diye düşündü. Yağmur damlalarına sözü vardı. Onlara göç yolunda karşılaştığı olayları anlatacaktı.
Kırlangıç, geçen yıl dönüş yolunda iki yağmur damlasının konuşmasına şahit olmuştu. Birbirlerine anılarını anlatan damlaların konuşmaları dikkatini çekmiş farkında olmadan karışıvermişti sohbete. Ama arkadaşları çoktan uzaklaştıkları için acelece ayrılmak zorunda kalmıştı. Ardından anılarını anlatmasını isteyen damlalara söz vermiş , dönüşte onlara anlatacak çok şeyi olacağını güç de olsa duyurmuştu.
İşte şimdi yağmur damlalarıyla karşılaştığı yerdeydi. Bulutlara yağmur damlalarını sordu. Damlaların yeryüzüne düştüklerini orada önemli işleri olduğunu öğrenince hem sevindi hem de onlara verdiği sözü yerine getirememenin hüznünü duydu. Bulutlar onu teselli edip etrafta daha çok yağmur damlası olduğunu, anılarını onlara anlatabileceğini söylediler. O an da onlarca yağmur damlası sarıverdi kırlangıcın etrafını. Kendisini dinlemeye hazır bu kadar çok yağmur damlasını görünce heyecanlandı ama söz sözdü mutlaka yerine getirilmesi gerekirdi.
Beyaz bulutun kucağına oturup, boğazını temizledi ve anlatmaya başladı:
“o zamanlar annem babam yaşıyordu. Ailecek düştük yola. Kardeşlerim küçük oldukları için biraz yavaş uçuyorduk. O yüzden yeryüzünü rahat rahat izleyebiliyordum. Kulağıma inleyen, ağlayan sesler geldi. Dikkatlice dinleyince sesin ormandan geldiğini anladım. Biraz aşağıya inip ormanın kıyısındaki bir ağaca kondum. Sesler yürek paralayıcıydı. Acı çekiyordu koca orman. Nedenini sorduğumda hep bir ağızdan konuştu ağaçlar, hayvanlar, çiçekler. Bilge baykuş herkesi susturup sözü aldı. Anlattıklarına göre şehir gittikçe büyümüş, yollar yetmez olmuş. Üstelik insanlar yeni yerleşim yerleri arar olmuşlar. Dün bir sürü adam gelip incelemeler yapmışlar. Ormandaki ağaçları kesip yerine evler yapmayı planlamışlar. Konuştuklarına şahit olmuş ağaçlar ve hayvanlar. Üstelik bu koca şehri şu küçük ormadan geçecek bir yolla diğer şehirlere bağlamayı düşünüyorlarmış”
Bilge baykuş, gözlüğünü düzeltip sözlerine devam etti:
“oysa az ileride bomboş, kıraç yerler var. Yolu rahatlıkla oradan geçirebilirler. Yolun iki tarafına da evler yapabilirler. Burada ağaçlar var, yüzlerce hayvan var. Yazık değil mi evlerinden barklarından olacaklar. Ha bir de baharda çocuklar gelip ağaçların dallarına salıncaklar kuruyor, hayvanlarla oyunlar oynuyorlar. Kulaklarımız çocuk kahkahalarıyla çınlayınca biz de mutlu oluyoruz. Bu orman da yok edilirse çocukların doğayı tanıyacakları yer kalmayacak. Buna bir çare bulmalıyız ama nasıl?”
Bilge baykuş susunca ben de düşünmeye başladım. Ben küçücük bir kuştum, annem babam da öyle. Biz ne yapabilirdik. Hemen koşup durumu babama anlattım. O da diğer kuşlara haber verdi. O gece orada konaklayıp bir çare aramalıyız dedik ve hepimiz ormandaki ağaçlara dağıldık gecelemek üzere.
Ormanın sakinleri bize güvendiler ama acıları, ağlamaları, çaresizlikleri hiç dinmedi sabah kadar. Büyükler konuştular, çareler aradılar bir sonuca ulaşamadılar. Yorgunluktan herkes uyuya kaldı. Sabah çocuk sesleriyle uyandık hepimiz. Herkes acısını unutmuştu. Dikkatli bakınca çocukların ellerinde taşıdıkları yazılar dikkatimizi çekti. Bilge baykuş çocuklara bakarken gülümsüyordu. Yazıları sorduk. “yazılarda ne olduğu önemli değil önemli olan çocukların yüreğime ektikleri umut tohumları” dedi. Anladık ki çocuklar ormanlarına sahip çıkmıştı. Birlik olup hem kendi seslerini hem de orman sakinlerinin sesini duyurmaya çalışıyorlardı büyüklerine. Kimisi çocukları alkışlarken kimisi dudak büküp gülüyordu. Sonunda çocukları küçümseyenler yanıldıklarını anladılar. Küçük yürekleri öyle masum ve öyle sevgi doluydu ki karşılarında hiçbir şey dayanamadı. Büyükler sonun da çocukların kendilerine gösterdikleri yolun doğruluğunu gördüler. Bilge baykuşun da dediği gibi yolun kıraç topraklara yapılmasına karar verdiler.
Ayrıldık ormandan. Aklımız orada kaldı ama. Birkaç gün önce oradan geçtik. Ağaçlar, hayvanlar bize el salladılar. Ormanın kıyısına kocaman bir çocuk bahçesi yapılmış. Neşeli çocuk kahkahaları bize kadar ulaştı. Ormanın dışındaki kıraç arazide modern evler yükselmiş. Ve geniş bir yol boylu boyunca uzanıyordu. Hepimiz çok mutlu olduk.”
Kırlangıç sözünü bitirince derin bir nefes aldı. Kendisini soluk almadan dinleyen yağmur damlaları ilk fırsatta o ormanın üzerine yağmur olup düşüceklerini söylediler. Yağmur sularıyla ormanı beslerlerse orman daha yeşil ve daha güçlü olacaktı.
Kırlangıç yoluna devam etmek üzere doğrulunca damlalar hep birden bir anısını daha anlatmalarını istediler. Kıramadı onları hele de verdikleri o güzel sözden sonra asla kıramazdı. Kısa bir süre düşündü aklına başka bir anı geldi, tekrar yaslandı beyaz buluta ve anlatmaya başladı:
“uzun göç yolumuz boyunca çok şeye tanık oluyoruz. Kimisi güzel, kimisi mutlu, kimisi hüzünlü hatta acı… yine çocuklarla ilgili bir anımı anlatayım sizlere.
Güneşli bir gün yola çıktık. Her göç başka heyecan yaşatır bana. Yine heyecanlıyım. Uçtum, uçtum , uçtum yorulduğumu hissedince bir evin çatısına konup dinlenmek istedim. Evin çok güzel bir bahçesi vardı. Bahçede öyle güzel çiçekler vardı ki renkleri gözlerimi aldı. Kokuları doldu ciğerlerime. Ama bir gariplik vardı. Güzel kokularına ve göz alıcı renklerine rağmen mutlu değillerdi. Başları yerde, gözleri yaşlı hüzünlü bir halleri vardı. Dayanamayıp yanlarına indim. Önce etrafa bakındım, kedi falan yoktu. Rahatça konuşmaya başladım. Nedir bu haliniz? Güzelliğinize yakışıyor mu şu haliniz, dedim. Ahh çekerek konuşmaya başladı karanfil, güzel olmasına güzeli ama bu güzelliğin farkında olan yok ki, sesi titriyordu. Sonra yasemin konuşmaya başladı, kokumuz başka hiçbir şey de yok ama kimse koklamazsa ne anlamı var. Bir dokundum bin ah işittim güzel çiçeklerden. Arıların, kelebeklerin imrenerek baktıkları çiçekleri bu kadar çok üzen neydi? Kimler güzelliklerinin, kokularının farkında değildi? Güller kederle başlarını sallıyordu. Pembe gülün goncası yarın açmayacağım dedi öfkeyle nasıl olsa açmadığımı da fark etmeyecekler. Yine bir şey anlamadım. Halimi, şaşkınlığımı gören kadife çiçekleri durumu özetledi. Bahçe de çocuklar oynamıyor, yanımızdan yüzümüze bile bakmadan, koklamadan geçip gidiyorlar. Eski şen kahkahalarını bile duyamıyoruz. Bir çiçekten diğeri koşmuyorlar. Onlar olmayınca bizim rengimizin, kokularımızın hatta açmamızın bile bir anlamı yok ki. Neden dedim, neden böyleler, hiç mi çıkmıyorlar bahçeye? Baksana dedi nergis, okuldan dönen birkaç çocuğu işaret ederek, yaşam güçleri bitmiş bunların, yüzlerinde renk kalmamış, gözlerini altları mosmor ve şiş. Baktım , nergis haklıydı. Çocuklar bir gariptiler. Benim de çiçeklerinde farkına varmadan girdiler evlerine. Yemeklerini yiyip, dinlendikten sonra bahçeye çıkarlar diye bekledim ama çıkmadılar. Belki dersleri çoktur dedim yüksek sesle ödev yapıyorlardır. Yok, dedi beyaz zambak. Anneleri konuşurken duydum, dersleri de pek parlak değilmiş. Derslerine yeterince çalışmıyorlarmış. Aklım karıştı. Bunun bir nedeni olmalıydı. Sonunda anlayabildik, sorunu. Pazardan dönen iki anne dertleşiyorlardı. Biri kzının, biri oğlunun okuldan döner dönmez ya bilgisayar başına ya da televizyon başına oturduğundan şikayet ediyorlardı. İşte o zaman anladık soluk yüzlerinin şiş gözlerinin nedenini. Huysuz, aksi olmalarının nedeni de buydu belki de. Penceredeki tıkırtıya bakınca kitapların da üzgün olduğunu gördüm. Onlarda aynı şeyden şikayet ediyorlardı. Daha kapakları bile açılmamıştı. Oysa çocuklara anlatacakları ne çok şey vardı içlerinde. Buna bir çare bulunmalıydı. Bahçede oynamaya, güzellikleri paylaşmaya, kitap okumaya zaman ayırmalarını sağlamak için neler yapılabileceğini tartıştık çiçeklerle. Elbette televizyonda izleyecekler, bilgisayardan da yararlanacaklardı ama ölçülü bir şekilde olmalıydı bu. Zihinsel ve fiziksel gelişimlerini de engelliyordu bu durum belki de. Akşam olurken anne ve babalarla, öğretmenlerle işbirliği yapmamız gerektiği sonucuna vardık. Çünkü kimse tek başına başaramıyordu, bunu. Çocukları incitmeden bazen küçük cezalar, bazen küçük ödüllerle onları bilgisayar başından kaldırıp bahçeye ya da kütüphaneye çekme yolları arayacaklarını öğrenince yoluma devam etmeye karar verdim. Ama çocukların durumunu, ailelerin başarıp başaramadıklarını da çok merak ediyordum. Bir hafta önce yolum oradan geçti. Yine dinlenmek için evin çatısına kondum. Çiçekler daha renkli kokuları daha güzeldi. Üstelik onları koklayan, sevip okşayan çocuklar vardı. Pencerenin kenarına konup kitaplara baktım onlarda mutlu görünüyorlardı. Demek ki çocuklar okuyorlardı. Bunu nasıl başardıklarını sordum çocuklara. Ailelerin başardığını öğrenince merak ettim. Evde okuma saatleri düzenlemişler. Ailecek en az yarım saat kitap okumuşlar. Ve gün içinde bir süre çocuklarıyla bahçede zaman geçirmişler. Çocuklarda daha mutluydular. Yüzlerine renk gelmiş, gözlerindeki morluklar ve şişlikler gitmişti.
Anladım ki çocuklar çevrelerindeki güzelliklerin farkına varmamakla kalmamış, aileler de çocuklarıyla zaman geçirmenin tadına varmışlar. Artık o bahçede çocuklar daha mutlu daha başarılı, çiçeklerde daha güzeldi.”
Kırlangıç sözünü bitirdiğinde yağmur damlaları onu çılgınca alkışlıyorlardı. Onlarda mutlu olmuşlardı. Bu iki hikayeden öğrendiklerini yağmur olup yağdıkları yerlerde herkese anlatmaya karar verdiler. Kırlangıç yorgun ama bir o kadar mutlu veda etti beyaz buluta ve yağmur damlalarına. Yeni anılar biriktirmek üzere uçtu. Gözden kaybolurken ardından sevgiyle baktı yağmur damlaları. Kazandıkları bu güzel dosta veda etmek zor olsa da ondan öğrendikleri güzel şeylerin mutluluğu vardı yüreklerinde.