- 507 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VE YAKALAMIŞKEN MUTLULUĞU...
Bazen tek kelime yeter de artar bile, duyumsadıklarımızı aktarmak için. Ötesinde tepkisiz kalmak bile, aslında bir nevi tepkidir.
Bazen ise, ne söyleyeceğimizi asla tasavvur bile edemeyiz. Ağızdan çıkan tek bir kelime bile öylesine önem arz eder ki… Hele ki; yanlış telaffuz edilen bir sözcük yıkıp geçer her şeyi bir anda.
İletişimin önemi, işte tam da burada gösterir kendini.
Ya, karşımızdakinin tutumu ve kestiremediğimiz ruh hali…
Yanlış anlaşılmak mı; kahredici olmasının ötesinde, farklı bir tablo arz ettiği için karşımızdakinin gözünde türlü türlü duruma mahal verebilir.
Bırakınız gündelik hayatı, eğitim ve öğretimde de iletişimin yeri apayrıdır. Pedagoji ise eğitimin inceliklerini öğreten, öğrenci ve öğretmen arasında köprü vazifesi gören, olmazsa olmazıdır eğitimcilerin.
Beden dili, ses tonu, mimikler iletişimin ana öğeleridir ve keşke yeterli olabilse bunları bilip, uygulamak. Ne var ki; hayat okulu, tamamen pratiğe odaklı, balansı sürekli olarak gidip gelen, göreceli bir mecra olduğu için her daim değişkenlik söz konusudur vuku bulan olaylarda.
Gözlemlediğimiz ve çevremizdekilerden öğrendiğimiz ne kadar incelik olursa olsun, bir noktadan sonra işimiz mecazi anlamla şansa kalmış, diyebiliriz. Zira öğretiler, idealler ve azmin yanı sıra kişilikler de etkin olabilmekte çözüm sürecinde. Odaklandığımız ne olursa olsun, hep ince eleyip sık dokumak zorundayız.
Boş vermek mi; asla… Bir şekilde geliştirdiğimiz davranış tarzı eninde sonunda bizi çözüme götürecektir. Daha iyisini ve daha doğrusunu elde etmek adına buna mecburuz sonuç itibariyle.
İletişimin gücü kişinin kendisinde odaklanmakta olsa da, bazı durumları ve bazı insanları aşırı idealize etmek, sonuçta oldukça yıpratıcı olabilmekte. Dolayısıyla, kendimizden çok karşımızdakine atfettiğimiz değer bazen istenmedik sonuçlar doğurup, zedeleyebilmekte iletişim sürecini. Hatta ve hatta ilerisinde de olumsuz sonuçlara sebep olabilmekte birey açısından.
Gerek mesleki anlamda gerekse özel hayatta, sorumluluk adı altında takındığımız tavırlar her daim zorlayıcı olabilmekte. Sınırları zorlamak, mükemmeliyetçi bakış açısı ne yazık ki her zaman müspet bir sonuç getiremeyebilir. Bunda, bireysel yaklaşımın ve bakış açısının önemi o kadar büyük ki… Daha iyisini yapmak adına verilen uğraş ise manevi doyumsuzluğa örnek teşkil etmekte diğer yandan.
Daha iyisini yapmak adına, kişi zorlayıcı olduğu takdirde, bunun getireceği en büyük artı, kişisel gelişimin taşınacağı bir üst basamaktır. Zoru seçmek adına beklentilerinin tam anlamıyla karşılanmaması ise zaman zaman hayal kırıklığı yaratabilir. Ne kadar çaba sarf etsek de…
‘’Varsın bir adım ötesi olmasın, dünyanın sonu değil ya,’’ diye bir çağrışım yapabilir başkalarının gözünde bu tutum ama buradaki temel nokta; kişinin kendini aşıp, verimli olmak istemesiyle ilintili. Hele ki; size güvenenlerin gözünde, yol alıp, onların beklentilerini boşa çıkarmamak ise oldukça mutluluk verici. Öyle ki; bazen, tek bir kelime, sadece tek bir kelime bile yeterli olabilmekte uğraş veren açısından.
Motive eden ya da destekleyici her ne ya da her kim olursa olsun, zaten amaca ulaşılmış olunmakta netice itibariyle.
Bir yandan hayatın size sundukları ve diğer yandan sizden alıp götürdükleri… Akla gelebilecek her şey ama…
İstemek ve sabır ise, iki altın kelime tüm bunların altında yatan. Ve elimizdekini sonuna kadar sürdürmek, ama ne olursa olsun, yeter ki mutluluk versin. Bunu haricinde ise olan hiçbir şey ya da muhalif olan hiç kimsenin önemi yok, isteyip, başardıktan sonra. Zira mutluluk oldukça ulaşılması zor bir kavram, kolay kolay yakalayamadığımız.
Ve yakalamışken mutluluğu, asla bırakmamalıyız peşinden koştuğumuz ideal ve isteklerimizin. Bırakın gitsin gittiği yere kadar…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.