- 644 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret -13
Baba, Hamza dayıdan öğrenmişti kadının yeniden evlendiğini. Bile bile göndermişti kızını yine de. Sonradan içini derin bir sıkıntı basmaya başladı. Kendisi üvey anne zulmü görmüş ve bu yüzden henüz on üç yaşındayken - babası tarafından kovularak - evi terk etmek zorunda kalmıştı.
On iki yıl, Kurtuluş savaşımız günlerinde askerlik yaparak, ayağından yaralı olarak dönen babası, bir türlü yoksulluktan kurtulamamış, eşi genç yaşta verem olup, üç çocuğuyla onu yalnız bırakmıştı. Yeniden evlendiği kadın, üç çocuğa, zalim bir üvey anne olmuş, dövmüş, sövmüş ve horlamaıştı çocukları.
Mustafa, ablası çamaşır yıkarken, üvey annesinin ona bir taraftan küfürler savurarak, elindeki sopayla da dürtmesine dayanamamış,eline geçirdiği kürek sapıyla kadının beline bir darbe indirip yere yuvarlamıştı.
Babası, çok ağır bir tepki gösterip ;
’’ Sen benim karımı nasıl döversin ? S.....ol , defol git !’’ dediğinde, arkasına bile bakmadan evi terk etmişti.
Şimdi, Mukaddes’in bir üvey babası olmuştu. Rahmetli anneciğinin adını taşıyan, biricik kızı. Nasıl biriydi acaba bu adam ? Kızını horlayacak, dövüp sövecek miydi ? Fakat, annesi ezdirmezdi onu herhalde. Zamanında kendisi ile evliyken, nasıl da dik duruyordu onun karşısında ! Ne çocuklarını ne de kendini ezmesine asla izin vermiyordu. O bir Arnavut kadınıydı !
Tüm bu düşünceler, içini rahatlatmaya yetmedi aslında. Yine, çareyi Köylü sigarasına sarılmakta buldu. Derin derin çekti içine ve dumanıyla kahvenin tavanını biraz daha kararttı. Yine ıslak ıslak oldu zeytin yeşili gözleri.
Günlerdir eve gelmeyen, çalıştığı manav dükkânında yatıp kalktığını öğrendiği oğluna gitti kadın. Çocuk, annesiyle konuşmak istemedi, sırtını döndü ona.
’’ Mukaddes geldi Ferruh ! Seni de çok özlemiş. Hadi oğlum, naz yapma da, sen de eve gel artık.’’
Bu sözleri söylerken, aslında yeni eşinin Ferruh’u isteyip istemeyeceğinden emin değildi. Yine de hiç düşünmeden eve dönmesini istedi çocuğun.
Hiddetle döndü ve sordu annesine :
’’ Hangi evimiz anne ? Köydeki, sattığın evimiz mi, yoksa kirada oturduğumuz, Hacı’nın evi mi ? Hangi evimiz kaldı ; nereye döneceğim ben anne ?’’
Cevap veremedi kadın ; sustu kaldı.
’’ Nerede yatıyorsun sen ? Yerin rahat mı oğlum ? Çamaşırlarını bari ver de yıkayıp getireyim. ’’
Çanaşırlarını patronunun kadını da yıkamak için istiyordu ama utanıyordu çocuk. Annesinin bu teklifine, istemeyerek de olsa sıcak baktı. Dükkânın arka bölmesine geçerek çamaşırlarını topladı, annesine verdi.
Kadın bu kadarından da mutlu olup yüz alınca ;
’’ Ne olur, kendine iyi bak oğlum, hastalanma buralarda. İstersen ben sana yemek de getiririm. Hem ara sıra da olsa eve gelip kardeşini gör, olmaz mı oğlum ? ’’ derken yalvarır gibi konuşuyordu kadın. O heybetli, uzun boylu, dik duruşlu Arnavut kadını, boynunu eğiyordu şimdi oğlunun karşısında.
’’ Mukaddes’i görmeye gelirim bir ara. Fikret ne olacak anne ? Kalacak mı o adamın yanında ? Onu almayacak mıyız ?’’
’’ O adam dediğin babası yavrum. Kalsın bakalım biraz. Belli mi olur, gün gelir alırız belki de .’’
Tuzla Jeep fabrikası, TSK için araç yapardı o günlerde. Üretilen bu araçlar, konvoylar halinde civarda gezdirilerek test edilirdi. Bu konvoylardan birinde görev yapan emekli bir Albayın yolu , Fikret’in babasıyla yaşadığı kahveye düşmeye başladı.
Diğer şoförlerle birlikte konvoy başı Kemâl beyin de , çocuk ilgisini çekmeye başladı. Her gelişinde onu kucağına alıp sevdi, hediyeler, oyuncak arabalar getirdi. Fikret, hediye oyuncak olarak bir Ferruh ağabeyinin köydeyken ona aldığı ve annesinden bir araba dayak yediği küçük plastik topu hatırlıyordu. İkinci olarak da, Kemâl beyin getirdiği, siren sesi çıkarıp yürüyen kurmalı ambulansı. Sevincinden havalara fırlamış, uzun süre kahvenin bir köşesinden diğer köşesine itip durmuştu Hamza dayı ile birlikte.
Kemâl beyin, İstanbul Beşiktaş’ta şehit eşi bir ablası vardı. Ona Fikret’ten bahsetmiş, o da mutlaka evlâtlık almak istemişti. Kemâl bey, bunu çocuğun babasına ilettiğinde ;
’’ Ben Fikret’imi kimselere vermem. O benim arkadaşım, can yoldaşım, her şeyim !’’ deyip kestirip attı.
Hemen her gelişinde, defalarca tekrar etti adam bu teklifini. Bıksa da, usansa da, kararından vaz geçmedi adam. Fakat bir gün, yine bu usandırıcı, ısrarcı teklif karşısında ;
’’ Fikret’i değil ama ablasını verebilirim, eğer isterseniz !’’ deyiverdi. Ne de olsa, daha önce annesi istemeyip ona göndermemiş miydi kızı ? Şimdi tanımadığı bir üvey babanın elinde değil miydi ? Bu insanların başka olduğu her halinden belliydi. İstanbul’da oturan, zengin bir aileydi onlar.
Kemâl beyin ablası ve onların yanında eşi ve iki oğluyla birlikte yaşayan kızı Ümit hanım sıcak baktı bu işe. Karar hemen bildirildi adama. Adam önce pazarlık yaptı. Kızına iyi bakılacak, horlanmayacak ve mutlaka okutulacaktı. Bir süre deneme amacıyla kalacak, memnun kalmazsa, koşulsuz geri alınıp annesine iade edilecekti. Tüm şartlar kabul edildi.
Sıra Mukaddes’in annesinden alınmasına geldi. Nasıl alınacaktı oradan ? Bakalım annesi razı olacak mıydı ?
Devam edecek
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Az daha kaçıracaktım bu gün yazıyı.
Bayağı yazı yayınlamaya başladı yazarlar.
Tanıdık sesler arada kaybolup gidiyor vallahi...
Neyse,
yakaladık son anda...
Tuzladaki fabrikayı da bilirim.
İçmelerden Tuzlaya girerken, arıtmanın kenarında(o zaman arıtma yapılmamıştı)
bir brton boru fabrikası vardı.
O fabrikayı kurnlar arasındaydım. İki yıl da çalıştım orada.
Evim de Aydıntepe mahellesindeydi.
Neyse,
hikayeye dönelim...
Olay,
çok değişik boyuta taşınıyor.
Hüznün bulurları, az da olsa aralanıyor mu nedir?
Belki, bir bukle güneş vuracak vu mahzun ailenin üzerine.
Hadi hayırlısı diyelim yine...