- 558 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 12
Mukaddes, Fikret’ten çok daha çabuk alışmıştı Kurtköy’e. Sevimli, neşeli , tombul bir güzel olarak kısa sürede gerek dördüncü sınıfında okumaya başladığı , beş sınıfın bir arada okuduğu ilkokulda, gerek babasının kahvesinde, gerekse geceleri kaldığı Hamza dayının evinde ve mahallede çok sevildi ve bir sürü de arkadaş edindi. Hiç bir şeyden habersizce gülüyor, oynuyor ve neşesinden hiç bir şey kaybetmiyordu.
O gün kardeşiyle birlikte öğle tatiline çıkıp, babalarının kahvelerine geldiklerinde, adamın onlara makarna pişirdiğini görünce çok sevindiler. Makarnayı iştahla yediklerini gören adam çok mutlu oldu. Gözünden akan bir kaç damla yaşa engel olamadı. Efkârlanıp Köylü sigarasına sarıldı ve onları seyretti , biraz gurur biraz da hüzünle.
Yemeklerini yer yemez koşarak gittiler yine okullarına. Henüz diğer çocukların çok azı dönmüştü evlerinden. İki kardeş birlikte sek sek oynamaya başladılar.
’ Fikret, ben annemi çok özledim galiba. Ya sen, sen de özledin mi ?’
’ Hayır, ben annemi hiç özlemedim. Çünkü o bizi sevmiyor. Sadece Ferruh ağabeyimi özledim ben. ’
’ Nasıl söz o ? Hiç anneler özlenmez mi ? Bizi sevmediğini nasıl söylersin ?’
’ Eğer sevseydi, bizi bırakmazdı. ’
’ Ama babamızın da bizi görmeye hakkı yok mu ? Görsün diye göndermiştir .’
’ Hayır. Hiç de öyle değil. Temelli gönderdi bizi. Çünkü bıkmıştı bizden. Çünkü senle ben hep kavga ediyorduk. Ben pazarda su satıp para kazandım diye beni kıskanıyordun, su bidonumu deliyordun ya hani ! Annem de tekrar tekrar o bidonu yapıştırmaktan bıkmıştı işte. Onun için gönderdi bizi.’
’ Hiç öyle şey olur mu ? Anneler çocuklarından hiç bir zaman ayrılmaz ve onları da asla bırakmaz.’
’ Sen öyle san. Annemiz bizi bal gibi bıraktı işte. ’
Okul paydos olup da kahveye dönerken Mukaddes, neşeliydi yine. Yürürken bile oynuyordu. Fikret’in başı önde, yüzü asıktı. Dokunulsa ağlayacak gibiydi.
İsmet dayı şefkatle karşıladı onları. İkisini birden kucakladı, yanaklarından sevgiyle öptü. Sonra da yerinden kalkarak, Mukaddes’i elinden tuttu. İncirli, Mukaddes’in bez torbasını onun eline gizlice tutuştururken gözleri yine yaşlıydı. Sarıldı kızına ve doyasıya öptü. Çok uzun bir yolculuğa gönderir gibiydi.
’ Haydi bakalım Mukaddes. Doğruca eve gidiyoruz. İsmet teyzen sana bir sürpriz hazırlamış.’
’ Sahi mi Hamza dayı ? Yaşasın, İsmet teyzem bana sürpriz hazırlamış.’
Kendisiyle pek ilgilenilmediğini, sürprizle de bir ilgisinin olmadığını anlayan Fikret, mahzunlaştı birden.
’ Fikret de gelsin bizimle. Ne olur, ne olur.’
’ Ona da başka zaman sürpriz hazırlar İsmet teyzen. Şimdi sadece sana. Haydi bakalım gidelim.’ deyip çocuğu elinden tutarken başını iki yana sallayıp, gözlerinden bir kaç damla yaş da Hamza dayı döktü.
Hamza dayı , tek bacağı ve koltuk değneği ile yürümeye çalışırken Mukaddes, oynayarak, koşarak gidiyordu eve.
Pencereden kızının geldiğini gören anne koşarak fırladı kapıya. Mukaddes de onun kadar sevindi annesini gördüğüne. Anne- kız hasretle sarılıp kucaklaştılar.
’ Beğendin mi İsmet teyzenin sürprizini ?
’ Beğenmez olur muyum hiç ? Bir çocuğa anneden daha güzel daha değerli başka bir hediye olabilir mi ?’
Mukaddes’in bu sözleri, evi bir anda göz yaşı sağanağına bürüdü.
’ Evimize mi gideceğiz anne ? Fikret’i de çağıralım mı , o da gelecek mi ?
Birden susuldu. Duvarlar, pencereler, döşemeler, pencereler ve insanlar ; hepsi sustu. Bu sorunun cevabını verebilecek yüzü yoktu hiç kimsenin.
’ O, biraz daha kalsın babasıyla. Sonra gelip onu da alırız .’ deyip, Hamza dayı ve İsmet hanıma dualar ederek , kızının kolundan tutup ayrıldı oradan kadın.
’ Hey gidi dünya heeey ! Ne biçim kader bu be ? ’
’ Şu yavrucaklara Allah acısın !’
’ Bu kadının Fikret’i alacağı falan yok. Kocasına Mukaddes’i zor kabul ettirmiş zaten. Of Hamza, ne olur onu da biz alalım. Bizim evlâdımız olsun. Babası da nasıl olsa yakın. Sık sık görüşürler. Ne olur, söyle şu adama!’
’ Söylemem mi hiç ! Her gün başının etini yiyorum adamın. ’ O, benim tek arkadaşım, can yoldaşım; kimselere veremem !’ diyor da başka da bir şey demiyor. Haklı adam. Ben de olsam , vermezdim kimseye.’
Sanki ablasının gittiği malûm olmuş, kendisinin de temelli babasıyla, bu sefil kahve köşesinde kalacağı iyice kesinleştiği içine doğmuşcasına, mahsunlaşmıştı Fikret o gün. Müşterilerin söylediklerini iyi anlamıyor, para üstlerini doğru vermiyor, çalıştığı derslerden pek bir şey anlamıyordu.
’ Neyin var oğlum senin ; hasta falan mısın yoksa ?’
Babası ondaki bu mahsunluğu fark etmiş, ortak olduğu üzüntüsünü ondan gizlemeye çalışırken, tesellisini yine Köylü sigarasından umuyordu.
O gece rüyasında annesini gördü çocuk. ’ Neden anne, neden ? Herkesin annesi-babası birlikteyken, neden siz ayrısınız ? Okulda annesi olmayan tek çocuk benim anne. Bir Mustafa ile Cemal’in babaları yok ama o da ölmüş onun için. Siz sağsınız, ölmediniz ama ayrısınız. Neden anne, neden ?’ diye, sabaha kadar sordu. Kim verecekti ona bunun cevabını ? Belki sadece Yaradan verebilirdi ama henüz O’nunla da pek muhatap olmamışlardı ki !
İsmail efendi karısı ve Mukaddes eve geldiklerinde çoktan oturmuştu, kendi hazırladığı çilingir sofrasına.
’ Anne, niçin buraya geldik biz ? Kendi evimize niye gitmiyoruz ? İsmail amcayla ne işimiz var ?’
’ İsmail amca, artık senin cici baban kızım. Çünkü biz onunla evlendik. Onun için de artık bu evde kalıyoruz.’
Şaşırdı kız. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Sevinmesi mi yoksa üzülmesi mi gerektiğini bile anlayamadı.
’ Benim babam var ya anne ! Cici baba da ne oluyormuş ? ’
’ Mukaddes, gel bakalım cici babana yavrum!’
’ Çok konuşma sen. Bundan sonra baban İsmail efendi işte. Haydi koş bakalım, git yanına.’
Gitti çocuk, adamın kucağına. İçki kokan ağzıyla sevdi adam Mukaddes’i. Yüzünü buruşturdu çocuk. Hatta midesi bulandı. Ama adam bırakmadı onu. Uzun süre sevdi, masadaki yiyeceklerden zorla yedirdi. Ondan kurtulduğu anda annesine koştu çocuk. Annesi alıp odaya götürerek üstünü değiştirdi. Çocuğun daha fazla bir şey sormasına izin vermeyerek, derslerine çalışmasını, uykusu geldiğinde de yatmasını tembihleyerek eşinin yanına koştu.
’ Zorluk çıkardı mı eski kocan ? Söyledin mi yeniden evlendiğini ? Kızdı mı, öfkelenip bağırdı mı ?’
’ Yanına gitmedim ki ! Başkasının evinde kalıyormuştu çocuk. Doğruca onlara gidip anlattım derdimi. Onlar da verdiler işte. ’
’ İyi iyi. Ben pek severim Mukaddes’i. Bir daha sakın gönderme. Almak isterse de verme , tamam mı ?’
’ Niye vereyim ki, elbette vermem.’
İçeriden gelen gürültülü müzik, cici babasının ara sıra annesine bağırması Mukaddes’in kulağına geldikçe çocuk, ne yapacağını şaşırıyor, çalıştığı dersten de bir şey anlamıyordu. Fakat odadan çıkıp da annesinin, cici babasının yanına gidecek cesareti bulamıyordu.
Kocasının içki sofrasında uyuklamaya başladığını gören kadın, hemen kızının yanına koştu. Onun da ders çalışırken uyuduğunu görünce, öperek yatağına yatırdı. Tekrar kocasının yanına dönerek, bu defa koluna girip onu yatağına götürürken adam, halâ öfkeyle bir şeyler söylemekte, bağırıp çağırmaktaydı kadına.
Kızını ve kocasını uyutan kadın mutfağı toplamaya başladığında, yüzünde belirsiz bir ifade vardı. Kızına tekrar kavuşmakla mutlu olmuştu. Fakat, diğer dört çocuğundan birden ayrılmıştı. Tek iyi tarafı vardı bu durumun ; geçim derdi bitmiş gibiydi sanki. Ne ev kirasını düşünüyordu şimdi, ne de eve nasıl erzak alabileceğini.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Of of!...
Ne olacak bu çocukların hali?
Zor işler bunlar...
Böyle hayat zor.
Bu türlü cefalarla büyüyen insanların,
hayata bakış açıları herhalde çok daha değişik olmaktadır.
Hikayeye üzüldük bu gün.
Çocuğun ansızın götürülmesi de hoş olmamış.
Babası kızacak bu işe...
Ve,
sarhoş cici baba...
ben en çok oraya takıldım...
Keşke evlenmeseydi de,
yazar da dahil etmeseydi onu bu hüzünlü hikayeye.
Zaten durum vahim,
bir de sarhoşun ağız kokusunu çekeceğiz...
Neyse bakalım...
Hadi hayırlısı...