- 1858 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
İncinmiş Bir Gözyaşıdır Seni Düşünmek
Kaybolmuş anların bekleme odasındayım, ıssız bir ürperti bedenimde
Vakitlerden özlem, bir kadının silueti dolaşıyor yüreğimin sahnesinde
Yangın dudaklarında aşk, evvel zaman düşlerinin resmi sıcacık ellerinde
Anlamlar suskuya sarılıyor, söz oluyorum nağmeli dünlerin rahlesinde
Islak bir gücenmişliğin sahilinde ayaklarındaki sevda nasırlarını tuzlar ile ovardı adam, gönlünün uzantılarındaki o devasız düşlerin medcezirlerinde ruhundaki kadına şiirler yazarak yaşardı. Umutlar güneşin arka odasında yapayalnızlığına üşürdü, gölgeli bir çardakta rüzgâr göğsüne sokulur, terli bir güverteden çok uzaklara yüreğindeki çığlıkları atardı.
Bedeller biçtiğimiz öykülerimiz vardır, hangi açıdan baksan, hangi daldan koparsan ayrılığa çıkan, kimi buruk buluşmalarla tamlanan ve sonrasında içimizdeki o hazin kayalıklarda ismimizi haykıran bir dalga sesine benzer. Yol, üzgün bir bekleyiş zemherisine açar şafakla kollarını. Vurulur adımlarımız, titretirken hicranımız o yolların tozlarını. Gün dökülür parmaklarımızdan ve aşkın ışıltıları sızar yine gün yanığı saçlarımızdan.
Karlarla kaplı yaşam kamaramızın hayal-i ufkunu gözleriz biz, ruhumuzdaki egemenlik savaşlarını galip kapatmak için. Fersahlara böleriz gönlümüzün bağlarını, her zemheride yârin ellerinden mutluluğu içmek için. Bir kâğıt ve kalemin öyküsüdür aslında hayat, basiretsiz dokunuşların kumullarında bundandır asırlardır yürüyüşümüz.
Sonsuz bir fala bakmak ve sana kapılarak hayatı anlatmak istiyorum. Bütün anlamsız doğrulara tersten bakarak gönlünün saçaklarına sarılmak istiyorum. Gururlu başkaldırıların keşkeleriyle tamlanan vakitsiz sarılışların erteli günlerinden ne sağarsak memeden, o olur bizi kuru sofralarda doyuran. Dargın anlamların suskun yanıtları tektir sevda bakışlı, inatçı evvellerle çatık kaşlı olmazların miadı hep tektir. Su dudakta özlemli bir damar, yangın o damara sarıldıkça yüreğe sıçrar. Her sarılışı yaşamak diyorlar, sen sarmadıkça yaşamayı bile saymam ben.
Kelimelerin sırtından kalburüstü bir zaman yolculuğuna çıkarken üşüyen ellerimizi, büzüşen yüreğimizi ve sevinçlere giyinen gövdemizi asardık kuru dallara, mevsim hicazkâr bir nağme olur, düşünüşlerimizin rahlesinde biz dudağımızın kayıp ülkelerinde aşka dokunurduk. Ilıman bir rüzgâr girerdi aşk kapımızdan içeri, avuç içlerimiz kanar, yoksul kentlerin bozkırlarında sevda diye yine yokluğa sokulurduk.
İsyan travmasıyla göğsümüze yerleşen o kırık sızılarla güçsüz kalır bedenimiz, dudağımızın uçuklu ovalarında özgürlük şarkıları dans ederken. Yaşamak kanlı bir tükürük olur bazen, duman ocağı, gül dalını, kuş yuvasını aşk uğruna terk ederken. Muamması katıksız bir boşlukta ararız kimi sesimizi, dağ rüzgâra küser, yağmur an gelir vakitsiz düşer, aşk hep çoğul mutlulukların heybesinde gezerken.
O yerde, o kanepede, o sana sarıldığım sevda şehrindeyim yine. Sen bana gelmek için yüreğinin iplerini sarıyorsun, ters ilmeklerle. Bir yudumluk suyum belki sıcacık ellerinle taşıdığın bir şişede ve o son yudumu alarak bir vapur düdüğüyle geçiyorum tam karşımdaki geçmiş zaman düşlerine. İşte ben tam orada, sana sarıldığım ve kokuna müptela olduğum o yasak medeniyette, seninle gün ışığı ekiyorum bütün karanlık dehlizlere.
Evvel-zaman içindeki düşünüşlerimizin o alaz kapısında beklemek gelişlerimi, okşamak özgürlüğü bir atın yeleleriyle. Saçımız rüzgâra aç, göğsümüz şehirlerin tozuna muhtaç. Kırklarla yamalı gönlümüzün maşalı sobalarından bir alev sokulurdu gönlümüze, direncimiz iç sesimize tutunur, gövdemiz kanayan yüreğimiz olurdu.
Boynunu büken bir bordo gülün gözyaşı düşüyor elimin çizgilerine. Zincirli bir yaşanmışlık balasını çeviriyor çocuklar, ihanetin aşk sayıldığı çıplak kırlarda. Sevinçleri sürüyor ovaların kahırlı sırtında kadınlar, yanık tenlerini güneşten gizleyerek. Sevda varsa korku saklanır karanlığına diyor bir kadın, ezgiler sürerek aşkı yaşamamış tenine. Susuyorum yine kendi içimde, sırrımı ezberletiyorum kuşlara ve sokuluyorum kimsesizliğimin ilençli çiçeklere sarılarak uyuduğu yapışkan ve arsız gecelere.
Asalaklarla kendini tartıya alanların hengâmeli duruşmasına tanıktır hayat, üç-aşağının beş yukarıyla hesaplanamadığı bu çelişkiler sahnesinde. Kırık yüreklerimizin sızılı kürekleriyle denizler aşarız hesapsız, gökyüzünün rengini unutmaktan, suların berraklığını izleyememekten ve yaşamın kirli sokaklarında birbirimizi unutmaktan geldik biz. O içimizdeki insani suretlere bakmayalı ne çok oldu demek istiyorum.
Özgürlük, tırmıklarla parsellenen bir yüreğin sevince kurulu düş saati. Kendi yangınından çıkarak yorgun ömrünü coşkularla kutsayan bir şairin düş ruleti. Özgürlük, göçebe bakışlarımızdaki üryan çocuk, sevmeye muhtaç bir tenin gölgesiz çardaklarda semaya açılan eli, belki de yasası olmayan bir ömrün bedeli. Her gözyaşı, gecikmiş bir trenin çok uzaklardaki çığlığı, seviyle dans edip yüreğini kıran bir adamın iç sesi, belki de haritaları çizilmemiş bir ülkenin aşkla çevrili olmazlık setti.
Selahattin YETGİN