Imbrossos
İmroz..
Deli rüzgarların adası..
Poseidon’un kanatlı atlarının istirahatgahı..
Şu güneşli sonbahar günlerinde şimdi orası bir başka güzeldir. Zaten sessiz, sakin olan ada, daha da bir sessizliğe bürünür. Adeta kış uykusuna hazırlanır. Fırtına bulutları, tıpkı kanatlı atlar gibi artık adaya demir atarlar ve bütün kış orada oyalanırlar. Bulutlar bir başka güzeldir orada. Bazen kümülonimbuslar o kadar ihtişamlı olur ki, bambaşka dünyaları barındıran gökadaları andırırlar. İşte o muhteşem manzarada, yeryüzünün gökteki alemlere geçiş kapısıymış hissi uyandırır bende Gökçeada. Belki de bu yüzden Gökçeada dediler oraya.
Bol bol yağmur yağar adaya. O lodosun getirdiği pofuduk bulutlar uzak denizlerden topladıkları tüm bereketi boşaltırlar adanın üstüne. Sanırım kadim insanlar da benim hissettiklerimi hissettiklerinden olsa gerek, adaya Imbrossos (Çorak topraklarda bereket tanrıçası) dediler. Yağmur yağdığı zaman, her şey durur adada. Rüzgar durur, insanlar durur, renkler durur, bulutlar durur, bacalardan çıkan dumanlar durur, hatta o incecik bacaklarının koca gövdesini nasıl taşıdığını hala merak ettiğim İmroz Koyunları bile durur. Eğerler kafalarını ve bu muhteşem manzaranın pitoresk görüntüsünü bozmak istemezmişçesine öylece beklerler. İşte tam da her şey böyle bir anlığına durduğunda gezmelisiniz adayı.
Ben öyle yapardım. Botlarımı ve montumu çekerdim üzerime, yanıma atıştırmalık bir şeyler, fotoğraf makinesi, çakmak ve özellikle yürüyüş sopası -sopa biraz kaba oldu gibi çubuk diyelim- alırdım. Her ne kadar adada vahşi hayvan olmasa da özellikle çubuk uzun yürüyüşlerin vazgeçilmezidir. Çünkü bazen yolunuzu kesen inatçı bir keçiyle yahut yürüdüğünüz patikayı işgal eden böğürtlen çalılarıyla karşılaşabilirsiniz. Her defasında adanın gitmediğim bir yerine veya yağmurdan sonra hoşuma giden yerlerine yürürdüm. Yürürdüm deyince aklınıza küçük bir ada gelmesin, çünkü ada doğudan batıya 30, kuzeyden güneye 15 km uzunluğunda ve 1 adet sönmüş volkan, 2 göl, 3 baraj gölü, 1 tuz gölü, birkaç küçük akarsu, 1 şelalenin yanı sıra daha bir çok jeolojik oluşum mevcut. Yağmur yağdıktan sonra adanın bodur bitki örtüsü pastel renklere bürünür, yamaçlardan dereler akmaya başlar, yol kenarında veya içerilerde suyu kesilmiş eski çeşmeler yağmurla beraber coşar. İşte o çeşmelerden içtiğim suyun tadını hiç bir sudan almadım.
Bazen şimdilerde Rumların bile çıkmadığı zirvedeki manastıra çıkar, Barthelemeo’nun köyünü, zeytinli gölünü, adalıların kız dağı dedikleri volkanı izler, içimden Loreena’nın Caravanserai’ını mırıldanırdım, bazen Gökhan Kırdar’ın "üstüme basıp geçme yar" dediği, bir zamanlar Türkiye’nin en büyük köyü olan şimdilerde ecinnilerin cirit attığı Dereköy’ün sokaklarında gezinirdim, bazen kuzeye peynir kayalıklarına yada Kaleköy’e (Castro) gider, Semadirek’in heybetli ve bir o kadar da mahzun duruşunu seyrederdim, özellikle denize düşen yıldırımlar insanların antik tanrılara inancını anımsatsa da Yüce Yaratıcı’nın kudretini iliklerinize kadar hissettirirdi. Bazen güneye gider bodur meşe ağaçlarının çevirdiği şirin Eşelek gölünde olta sallar, tuz gölünde göçe hazırlanan flamingoları izler, uzun seyahatlerini düşünürdüm. Ama beni en çok büyüleyen, ülkemin en batı ucunda Uğurlu köyünde, güneşin ufukta Kaf Dağı gibi görünen Limni adasının arkasında kaybolmasını izlemekti. Fatih’in sırf efsunlu toprağı yüzünden fethettiği söylenen Limni adasını o muhteşem görüntüyle seyrederken, hayal gücümün beni gülümseten ve bir o kadar da heyecanlandıran oyunlarına dalarken gerçek aleme paralel, sanal bir aleme geçiş yapıyordum.
Ve Zeytinli Köyü..Merkezin 3 km batısında bir yamaçta kurulu şirin, nazlı bir köy. Genellikle buraya arkadaşlarla meşhur dibek kahvesi içmeye giderdik. Zeytin ağaçlarından oluşan bir denizin içinden yürüyoruz, her zaman yürürüz zaten. Çeşmeler ve böğürtlen çalılarını geçerek köyün arnavut kaldırımlı yoluna varıyoruz. Küçük dereler ve şapellerin arasından köyün merkezine doğru tırmanıyoruz. Orada bizi tarihi Rum ilkokulu ve büyükçe bir ortodoks kilisesi karşılıyor. Çeşmeden bir yudum su alıp devam ediyoruz. Birkaç dakika yürüdükten sonra Madam’ın yerinden yunan ezgileri kulağınıza gelmeye başlıyor. Tabi artık Madam yok. Oğlu Kosta bekliyor misafirleri, kasketini indirmiş yarı uyuklar vaziyette. Panayot ise dayısından kalan yüz yıllık kahvede sakızlı muhallebisiyle cezbetmeye çalışıyor bizi. Rahmetli Orhan amca ise (Nefise Karatay’ın babası, birkaç ay evvel vefat etti) gecenin 3’ünde bile kapısını çalsak, hiç suratını ekşitmeden kahvesini açıp bize dibek kahvesi yapıyor. Eğer şanslıysak yoldan geçen yaşlı bir Rum bize İstanbul’daki yahut Atina’daki hayırsız torunlarından bahsediyor, gençliğinden dem vuruyor, içleniyor, ah çekiyor.
Manzara güzel, muhabbet koyu, kahve kopüklü, ruhum bedenimden kaçacak bir delik arıyor adeta, çünkü beden kifayetsiz kalıyor tadını çıkarmada ve kelimelere dökmede. Şair olur diyorum insan burada, ama şiir sevmiyorsun diyorum kendi kendime. Düz yazıya dökmeli o zaman, tekrar yaşamalı o güzel zamanları yazarken. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Özlem ve can sıkıntısı birleşmiş, olaylar, hatıralar bir anda yazıya geçmek istiyorlar. Lakin bir yerden başlamak gerek..
İmroz..
Deli rüzgarların adası..
Poseidon’un kanatlı atlarının istirahatgahı..
14/11/2013 (Beneath a Phryghian sky)
Not: Fotoğraf kendime aittir. Manastırlı tepeden Zeytinli göletinde gün batımı..
YORUMLAR
Gezi listeme ekledim bile :) Nede güzel anlatmışsınız. Ve enerji oldukça yüksek bir yer. Teşekkür ederiz bu güzel anlatım için. Tebrikler .sevgiler.
grafspee
Gülşen Kazgın
Gezi için seçtiğim yerlere gitmeden önce hakkında öğrenmem gereken ne varsa dikkatlice incelerim. Araştırma tutkusu işte :) Bilen birini bulamazsam öğrendiklerimle yetinir ya da gördüğüm sevimli amcalar teyzelerin koluna girer sorular sorarım artık :) Cunda adasını gezerken daha soruyu içimde bile yeni bitirmiştim ki , karşıdan gelen bir amca başladı anlatmaya :)
ve sessizlik içimizde taşınıyor her yere. umarım görme fırsatım olur.
grafspee
Bir bahar esintisi gibi esip geçti.
Hiç bitmesin istedim okurken.
Yüreğinize ,kaleminize sağlık.Saygılarımla.
grafspee
Pekala orta dünyadan çalıntı bir köşe olabilir burası Fatih.Resimde o büyülü havayı yakalamışsın yazıdaki anlatımda bizi şu anki zamandan kopartıp o adaya ama kesinlikle günümüz zamanından daha kadim bir zaman dilimine ışınladı.Anlatımdaki detaylar ve alıp götüren zenginliğin etkisi olsa gerek.Çok çok başarılı.Gezi yazıları yazmalısın arkadaşım,Tebrik ediyorum:)