Bahçe ve kuyumuz
Bahçe deyince hep annemin orda deli gibi çalıştığını, bu yorgunluktan hiç ama hiç şikâyet etmediğini hatta sebzeler, meyveler arasında mutlu olduğunu anımsarım. Sebzelerin dibini
çapalamak, ya da annemin deyişiyle çepinlemek, sulama işi bitince eline, el işini alırdı.
Bahçe sulamak öyle kolay bir iş değildi önceleri. Yukarlarda bir değirmen vardı. Değirmene
gelen sular aşağı bahçelere büyükçe bir ana arktan bahçelerin kıyısından bulunan diğer arklara verilirdi. Bu su vermek işinin bir süresi olurdu. Bazen bazı kimselerin suyunu çaldığı olurdu. Bu nedenle benim suyumu çaldın diye çok kavgalar yapılırdı. Bir kez annem
yakın bir tanıdığımızın eşini, onun karşı gelmesine karşın, kürekle karşı koyarak büyük
arka yuvarlamıştı. Bahçe sulama sırasının geceye denk geldiği olurdu. O zaman annem
biz çocuklarından birini yanında götürürdü. Babam neden gitmezdi bilmiyorum. Elinde bir fener olurdu. Annem korkusuzdu. Ufak tefek şeyler onu korkutmazdı.Ben de biraz anneme
benziyorum. Korku neden aklıma gelmez, bilmiyorum. Belkide annemde görerek öğrendim
korkusuzluğu..
Sonra bu değirmen ve su arkları ve su kavgaları bir öykü olarak kaldı dilimizde. Bahçelere
kuyu açtırmaya başladık. İşte şu kadar kalıp, bu kadar kalıp diye duyardım. Metrelerce
inilirdi de su öyle çıkardı. Bizim kuyuyu öyle derin kazmaya gerek kalmadı. Sanıyorum yedi
metreden çıktı. Bizim bahçeye Çubuk çayı çok yakındı. O zamanlar şimdiki gibi değil çok
su akardı çaydan. Kuyu çaydan suyu emerdi sanki.Çayda su azalırsa azalır, biterse kuyuda
su olmazdı. Babamın bir iki kez kuyuya yeni katlar eklettirerek kuyuyu derinleştirdiğini
biliyorum.
Kuyumuzun akan bir su oluğu vardı. Kuyunun başındaki direkte bulunan düğmeye basınca
akardı su. Hele hava sıcaksa insanı serinleten güçlü bir harlayışla akardı. Su bahçeye giren
arktan, ağaçların ve ekilen sebze karıklarına salınırdı.
Kuyunun başında bir salkım söğüdümüz vardı.Halam ince bir çubuk olarak diktiğini söylerdi
kendi diktiği küçük bir çubuğun kocaman bir ağaç olarak gördükçe. Söğüdüme iyi bakın ha, kesmeyin sakın derdi. Kuyudan iki üç adım ilerde amcamgilin bahçeyle sınırımız olan
tel örgü vardı. Ben de buraya kuyunun hemen ilerisine kayısı çekirdekleri ekmiştim. Onlar
bir kaç yıl içinde büyümüş kayısıları yer olmuştuk. Ben de nedense bu ağaçları çekirdekten
yetiştirdim diye övünürdüm. Kayısıların önünde daha önce getirip fidaladığım gül ağacı
ve anneannemin Beypazarından alıp diktiği üzüm asmaları vardı. Asmalara bir korunak
yapmış onları buraya sardırmıştık. Asma çardağın altında çok güzel günlerimiz geçti. Oraya
bir dala yaslanır el işimi yapardım. Ben de annem gibi boş oturmazdım. Elimde mutlaka
yaptığım bir iş olurdu. Dikiş, dantel, örgü ne olursa.
Asmanın ve gülün altına gelmişken minik bir anımı anlatmadan geçmeyeceğim. Gül zamanı
idi. Reçel yapmak için gül topluyordum. Bu sırada yanıma amcamgilin bahçeyi eken
Şecaettin bey geldi. Oğlandan kızdan, bahçeden konuşurken ordan bir gül koparıp elime uzattı. Alıp diğer güllerin arsına koydum. Güleceksiniz ama bir erkekten elden ele aldığım
ilk gül oldu.’Daha sonra burdan, edebiyat defterinden umutkırıntısı sevgili Arda İstanbul’da
arkadaşlarla birlikte hepimize birer gül verdi.’ İnsana hayatta bu kadarı da yeter diyelim.
Daha sonraları asmanın altında değil az ilerdeki vişne ağaçlarının altında oturur olduk ama
kuyudan yani sudan uzakta olamıyorduk.Su gerçekten hayat.Onu ne kadar hor kullanıyoruz
Bahar geldimi bahçeye gitmelerimiz başlardı. Annem erkenden gider, ben de ona öğlene yiyecek bir şeyler götürürdüm. Orda patlıcan börttürürdük çoğunlukla. Salata yapar büyük
bir iştahla yerdik açık havada. Bazen de bir bulgur pilâvı yapardım derme çatma ocakta.
Mısırlar olunca mısır közlerdik çoluk çocuk.Çocuklar deyince bahçede çocuklarla yeninden
oyunlarla çocukluğumuzu yaşardık. Bu oyunlar genellikle top ounu ve yağ satarım oyunu
olurdu. Bahçe bizim şarkılarımız ve seslerimizle neşe içinde olurdu. Orası bizim evimizdi
sanki.
Biraz da kuyumuzdan söz edeyim. Yazıyı yazmak amacım buydu. Sevgili Gülnur’a Vertigo’ya
söz verdiğim için yazıyorum zaten. Kuyunun yanı yöresi vişne, elma, armut, kayısı, salkım
söğütle ve asmalarla çevriliydi. Elbette çeşit çeşit kuşlar sincap, kirpi, köpek gibi hayvanlar da vardı yanımızda tepemizdeki ağaçlarda. Kuyunun üstü tam örtülü değildi.
Bir kıyısı açıktı. Kuyudan su çıkmayınca ip bağlı bir tenekeyle su çekerdik buradan.
Bir bahar günüydü sanıyorum. Asmanın dibine oraları kendine yuva yapan bir köpek yavrulamış. Dokuz tane birbirinden güzel yavru köpek. Birbirlerine sokulmuşlar, kimi
annelerini emiyor kimi gözleri yumuk anneye sokulmuş, memesini arıyor. Bu yavrular
azıcık büyüyünce kuyuya yaklaşmaya başladılar. Anneleri yokken bir çuvala doldurup
bahçenin en alt kısmına ayvalıklara götürdüm. Oradaki büyük söğüt ağacının dibine
bıraktım. Ertesi gün geldiğimde kuyunun yanında minik köpeğin birini görünce beynimden
vurulmuşa döndüm tam deyimiyle. Bu gelmişse, diğerleri de gelmiştir diye. Kuyunun
içine eğilip baktığımda iki küçük yavruyu gördüm. O zaman cep telefonları yoktu. Eve
koşarak telefonle itfaiyeyi aradım. İtfaiye ölü köpek yavrularını çıkardı. Kuyuda ölenler
bu kadarla da kalmıyordu. Serçeler nedendir bilinmez kuyuda yuva yapmayı çok seviyorlar
sürekli kuyudan serçe ölüleri çıkarıyorduk.Daha doğrusu Ankara’da itfaiyeci olan kardeşime
çıkarttırıyorduk.Sürekli şu kuyunun üstünü tamamen kapatalım derdik ama bu işi üstlenen
olmazdı.
Şimdi ne bahçe kaldı ne kuyu. Her yerde olduğu gibi burada da inşaat her yer. Elma, kiraz
söğüt ağacı olması gereken yere yapılmış bir evde yazıyorum bu yazıyı. Biraz da ağlamaklı
ve içim burkularak. Hep böyle bir ev hayal ederdim. Şimdi de eski bahçemiz gibi bir bahçe
hayal ediyorum. İçinde çocukların gülüp oynadığı. Taze sebzelerinden. meyvelerinden
koparıp yediğimiz. Dibini çepinlediğimiz çilekleri, salıncaklar kurduğumuz elma ağaçlarını
o sulu sulu handisünger armutlarını, yabani kirazı, vişneleri. Kısacası yaşanması gereken o
cenneti. Olur mu dersiniz?
14. 11. 2013 / Nazik Gülünay
YORUMLAR
ne iyi ettin de yazdın, canım canım yaa : )
içim açıldı çoğu...içimin cızladığı da oldu...
en çok da imrenerek : ) canlandı gözümün önünde her şey...
benim çocukluğumda çok az böylesi anılar.
annemin adapazarında akrabaları vardı, bi' kaç yaz 3-5 günlüğüne
oralara gittiğimizi hatırlarım...
alışık olmadığımdan, börtü böceğe, ite köpeğee : ) hep ürkerek, diken üstünde!.. pehh!
benim kızlar pek meraklı hayvanlarla iç içe, gülüşüp oynaşmaya daa, yok işte yok!
kalmadı onları götürecek, doğayla iç içe 3-5 gün geçirtecek yerler!
ya, aslında var, buralarda ağaçlar arasında oteller, otelcikler, ağaç evler vs.
ama o, eskinin doğallığı, tadı, kalmadı bee, canım canım :(
çok severek : ) beğenerek : ) imrenerek : ) okudum...
sen hep yaz, hep yaz...ben okurum : )
kaçırırsam gözden, haber ver : ) hiiççç üşenmem, zevklee okurum canım canımmm...
Nazik Hanım, bu güzelliklerin düşünmeden yok edilmesi, salt bizim ülkemizde mi yapılmaktadır diye düşündüm bir an. Diğer memleketlerin idarecileri, bizimkilere göre daha hassas ve geleceği düşünürler mi acaba? İnsan, geçmişte olan doğal güzelliklerin hiç bozulmadan sürmesini ister. Ama, artan nüfus buna müsaade eder mi? İşin içine maliyet de girer. Biz millet olarak pek ileriyi görebilen bir ulus değiliz gibime geliyor. En azından, İstanbul'umuzun bu kadar kalabalıklaşmasına göz yumulmamalıydı! Şimdi de işin içinden çıkılamıyor. Kim kime dumduma! Sizin yaşadıklarınızı ben de yaşadım. Rahmetli dedemin yetiştirdiği şeftalinin o nefis tadı, hâlâ damağımda! "Yoksa değişmeyen tek şey değişimdir" diyen Karl Marx mı haklı olan? Elleriniz dert görmesin Nazik Hanım! Eski güzellikleri anımsattınız bizlere. Dünyanın sonunun hızlı gelmesini geciktirebilecek sizler gibi duyarlı insanların çoğalması temennilerimle tebriklerimi iletiyorum. Saygı ve selâmlarımla...
Hayatımın çok az bir bölümü aynen o bahsettiğiniz bahçesinde kuyusu, tulumbası olan köy yaşantısında geçmiş olmakla beraber az buçuk da olsa bilirim o hayatı.
Şimdi artık şehirlerde öyle bir hayat kalmadığı gibi ilçlerde de fazla kalmadı.
Bu Gün Amasyalıların günü vardı İstanbul-Eyüp- Feshanede...Şair Dost Sami Aslanla buluştum orada..Düşünsenize pekmez, pestil, tel peynir, köme gibi yiyeceklere bile artık yabancı gözlerle bakıyoruz. Sanki daha önce hiç görmemiş gibi. Belki de bizim çocuklarımız, kendi çocuklarına müzede gösterecekler '' Bak oğlum/kızım buna pestil derdik biz eskiden '' Diye...O hale geldik maalesef.
Köprek ve serçe yavruları için üzüldüm. Ama işte öyle bir hayatın ister isemez öyle acı tarafları da oluyordu tabii olarak.
Yazıyı çok beğenerek ama içim cız ederek okudum.
Selam ve sevgilerimle.
İnsanın içini acıtan bir yazı.
Düşünsenize;
çocukluğunuz, çiçeklerin, meyvelerin, hayvanların, bin bir çeşit güzelliklerin arasında geçiyor...
Doğa ile baş başasınız...
Hayvanlarınız doğuyor, besliyor, büyütüyorsunuz.
Çiçekler, fidanlar dikiyorsunuz.
Fidanlarınız büyüyor , kocaman ağaç oluyor...
Be güzel bir hayat...
Ne güzel bir çocukluk...
Sonra...
Seneler geçiyor...
Bu güzel çocukluğu yaşadığınız yerler evlerle doluyor...
Ve,
yaşlılık yıllarınızı,
o yeşillikleri hayal ederek geçiriyorsunuz.
Ne acı bir durum...
Ben şanslıyım...
Doğup büyüdüğüm yerler, sit alanı ilan edildi,
anılarım ölümsüz oldu...
Bu güzel yazıda,
kendimizden çok şey bulduk.
Annemin köyü, ilçeye dört kilometre uzaktaydı.
Küçücük çocuktum ve her hafta sonu yürüyerek anneanneme giderdim.
Onunla geçirdiğim günleri sanki anlattı glenay...
İlgi ile okudum...
İnanınız,
o su kavgaları bizde de çok olurdu.
Değirmen yoluna çok gittiğim olmuştur anneannem ile, elimizde ayıklama kazması...
Çok su arkı temizlediğim olmuştur...
Çok güzel bir çalışmaydı.
Çok sade, anlaşılır ve gönülden yazılmış...
Çok beğendim.
Tüm doğa güzellikleri katledildi şairem, rant adına beton bloklar yükseldi kentleşme adına nefes alamaz olduk, doğal yaşam , doğal besinler nimetler bir bir bilinçli olarak yok edildi böğürtlen toplarken zevk alırdık yaban elmaları armutları toplar kuruturduk yediğimiz meyvelerden çileklerden tamak tadı keyif alırdık şimdi hepsi hayal oldu kenger sakızı arardık yaylalarda mantar toplar annemiz yumurtalı yapartı üstüne sarmısaklı yoğurt bir başka tat reçellerde boya yok her şey doğal beslenme bir başka güzel günlerdi o günler insanlık adeta doğaya düşman oldu zihniyetler değişti anlayışlar değişti zevkler naylonlaştı meyve fidanı ekilirdi bağ bahçelere zevkle sulanırdı az bir yaprakları soldumu büyüklerimiz üzülürdü şimdi ise bir gece üçbin ağaç rant için katlediliyor kahramanları pişmiş kelle gibi sırıtıyor yüzü kızarmıyor vicdanı sızlamıyor insanlık gittikçe insani değerlerden uzaklaşıyor vicdanlaşıyor hey gidi oksijen deoplu günler hey
asil yüreğinize engin saygılarımla
_______* ** * * ** ** ** *_________
özenerek okudum
benim köy hayatı
ne bileyim kuyudan su çekme
yazın ağzınızı ellerinizi
tulumbadan gelen soğuk suya dayama
toprakta yalınayak koşma
meyve ağaçlarından bir dünya
yeşiliğe ait
anılarım çok az. O da ara sıra köye gittiğimizde
ama insan elindekilerin kıymetini bilmeli
ne güzel söylemişiniz
ev hayal ederken
şimdi o
evin bulunduğu yerdeki ağaçları
o
doğal ortamı arıyorsunuz
doğanın kıymetini bilmeliyiz
üçüncü köprü için kesilecek/kesilen o kadar ağacı düşününce
kim bilir
o
ağaçları da eken
fidanlara gözü gibi bakıp büyümesini seyreden insanların üzüntüsü
hüznü aklıma geldi
sizi okuyunca
tebrik ve
saygılarımla düşündaşım