yaşam,sıkıntılar ve direniş.
insan psikolojisi hep dalgalı olur ...bazen iyi olduğumuzu düşünürüz. bazen de düşündüğümüz şeylerin içinde iyi değiliz...aslında hayat hep bir hüznü yüklüyor kendi tanımına..yani bir kefenle dolaştırır bizi hep..
mutedil yağmayan yağmurların döküldüğü bir kasım ayındayız.aynı yağan yağmurlar gibi iç dünyamız kendi içinde bir dönüşüm içinde gidip geliyor.bazen ağır sıkıntılar bazen de hafifler gibi görünen bu sıkıntıların aslında hiç bitmediğini hissedebiliyoruz..çünkü hiçbir sıkıntı insanı kesin olarak terk etmiyor..hani gitse bile bu boşluğu başka bir sorun dolduruyor.yani biri giderken diğeri hiç ara vermeden bizi apansız yakalıyor..
ne yazık ki hayat böyle bişey..yaşamak zorundayız.her şeye rağmen yaşamanın güzelliğini bu sıkıntıların içinde bile fark edebiliyoruz..ya da yaşamanın güzel olduğunu ve bütün bu güzellikler için direnişin mubah olduğunu hepimiz biliyoruz.. bu bağlamda yaşadığım bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum..
seksen dönemini yaşadığımız zamanlardı.toplumun ağır yaralarla sarsıldığı ve her gün sağ ve sol gruplar arasında yoğun olarak yaşanan çatışmaların dönemindeyiz..her yerde onca sorun varken ben serseri bir aylak gibi dolaşıyorum..dolaşırken yaşadığım sıkıntılarda çabası..bu sıkıntıların başında yaşadığım maddi sorunlar geliyordu.
öyle ki yaşadığım maddi sorunlar dolaşırken iç dünyama da bin tane kurgu kurdurtuyordu bana..hani şöyle yapsam zengin olurum hani böyle yapsam karnım daha iyi doyar.gece gündüz bu düşleri kuruyordum..inanın yatarken bile en az iki saat bunları düşünerek uyuyordum.hani uyurken bile rahat değildim...
oysa dışarıda siyasi çatışmalar yakalanmalar,gözaltılar, farklı hiziplerin kanlı çatışması,propagandalar ve daha nicesi gırlaydı.ben bunların hiç birini umursamadım desem yalan olur elbetteki etkilendim siyasi koşulardan lakin yaşadığım açlık beni kendine teslim almıştı..bazen eve giderken evde iki lokma ekmek bulmanın hayali ile tanrıya ne kadar dua ettiğimi anımsıyorum...
eve gelirdim varsa bir şeyler yada garip annem yapmışsa bakır tencerede bir şeyler yerdik..yoksa o gün yarı aç yarı tok uyurduk..zaten akşam pek fazla dışarı çıkamazdık..yaşanan gerginlikler buna pek izin vermiyordu.
Bu sıkıntıyı yaşarken arada bir çalıştığım da oluyordu..fakat dönemin koşuları çok uzun süre çalışmamıza engel oluyordu.bulduğum işlerde kalıcı olamıyordum.bir iki gün çalıştıktan sonra patron tanıdık ve kendine yakın bir eleman bulur bulmaz bize yol veriyordu..bu beni ne kadar çok üzmüştür.
yaşayan biri olarak bu duyguyu çok iyi biliyorum...yani ülkemizde adam kayırmanın kendine yakın olan birini seçmenin en küçük örneğiydi belkide bizim yaşadıklarımız..
ama bu sıkıntının yaşadığımız şu ülkede yıllardan beri süregelen bir alışkanlık olduğu aşikar...ve bunun önüne hiç bir sistem ve düzen geçemedi...nasıl geçsin ki gelen her sistem kendi ideolojisini yaymak için kendine yakın adamlarla anlaşır...hani bunun yanlış olduğunu burada anlatsam bile ne kadar kendimi haklı çıkarabilirim doğrusu bilmiyorum...ve bunun yanlış olduğunu anlatan sadece ben değilim.ki benden önce binlerce yazar ve çizer bu konuya eminim değindi..nafile işte anlatıp duruyoruz sadece.değişen hiç bişey yok o günden bu güne değin..
neyse böyle yarım yamalak yamalı bir pantolon gibi oradan buraya savrulurken cebimizde üç kuruş para görsek o gün savaş bile olsa bizim için bayramdı sanki...
hele o günlerde açlık adlı bir kitap elimden düşmezdi..pek kitap okumayı sevmesem de bu kitabı kendime yakın bulduğum için defalarca okuduğumu hatırlıyorum..yanlış değilsem hudson diye bir yazardı...yaşadığı açlık dolu yıllarını ve çileli hayatını okurken ne kadar duygulandığımı ve tıpkı ona benzediğimi her okuyuşumda hissediyordum..bu hissiyatla karnımı tok etmek için bazen akşama kadar sağda solda geziyordum.arkadaşlardan da hayır yoktu.onlar bir verseydi bir daha sormazdı..hele bu yakışık olmayan arkadaşlık ilişkilerinin hep sahte olduğuna inanıyorum..bu değildi bu kavramların tanımı...özellikle o yıllarda maksın felsefesi ile geçinen sosyalist solcuların bunu yapması beni daha çok üzmüştür..hep kendime sormuşumdur neden böyle..
yaşadığım bu açlığın heybetli sorunu bi yana yaşanan bu ilişkilerin eğriliği de iç dünyamda bir yara gibi büyüyordu...öyle ki kimseye güvenim kalmamıştı.tek başıma yaşadığım bu sorunların içinde yapayalnız kalmıştım.ama yine de yaşamanın bir direniş olduğunu biliyordum...ne olursa olsun bunu aşmak zorundaydım..
günler böyle geçerken bir gün bir kahvenin önünde geçiyordum.. tıknaz boylu,ablak suratlı,göbeği balkon gibi önünde iki metre duran kalın dudaklı bir arkadaş selam veriyordu.uzun zamandır görmediğim biriydi.şehrin en işlek caddesinde bir kahvehanede oturuyorlardı..oradan defalarca geçmeme rağmen hiç görmemiştim ne hikmetse onu.selamına karşılık verip beni yanlarına buyur etti..sıska ve zayıflamış kıçımı ayakları çatlamış eski bir iskemle menin üstüne koyuverdim..epey de yorulmuştum yürüye yürüye..
kalabalık bir gruptular.arada bir geçen fısıltılarla dönemin siyasal koşularıyla şekillendiklerini ve sol gruplarının içinde olduklarını hissettim..pek fazla okumadığım için bu konulara ve bu konuşmalara yabancılık çekiyordum..zaten istesem de okuyamıyordum.yaşadığım maddi sorunlar beni başka konuların içine bırakmıyordu.sadece düşüncem karnımı doyurmaktı benim..
gün öğlene doğru geliyordu.bir iki tane sıcak çay içip bende onları dinlemeye başladım..az sonra kahvenin ortasına gelebilecek şekilde kurulmuş bir sofranın üzerine birbirinden farklı bir çok yemek geldi..bu yemekler gelince bizim arkadaşın ablak suratı ve göbeği aklıma geliverdi.boşuna değildi demek..çünkü her gün on numara yemekler geliyordu..
yemekleri görünce yüzümdeki gülümsemeyi görmeliydiniz..yıllarca aç kalmış biriydim sanki.karnımı iyice tok ettim.sadece o anı değil bir kaç günü düşünerek yedikçe yedim..yemekten sonra çayımı da içip oradan savuşuyordum usulca.
bu gün yaşadığımı eve gittikten sonra gece boyunca düşündüm..ilk kez rahat bir uyku çekiyordum.acaba yarın da gitsem mi diyordum kendime sessizce.sabah olur olmaz evden dışarı çıktım..öğlene kadar iş aradım.nereye gitsem elemana ihtiyacımız yok diyorlardı.eli boş her yerden dönmek bana koyuyordu.çok zoruma gidiyordu..bu duyguyu yaşamak basit değildi..her an açlığımı hissediyordum.böyle yaşamak her an ölmek gibi bişeydi..bu böyle gidemezdi..bende bir şeyler yapıp kendi ihtiyaçlarımı karşılamak zorundaydım..
dün buluştuğum arkadaşımın yanına tekrar gitmeye karar verdim..en azından orada bir iki lokma ekmek vardı..açlığımı giderebiliyordum..tekrar oradan geçiyordum.tıpkı dün gibi hepsi orada toplanmış konuşuyorlardı kendi aralarında..biri konuşurken diğerleri kulaklarını iyice açıp dinliyordu.bende aralık bir yere kendimi sıkıştırdım..selam verirken benim farkımda bile değillerdi.konuşmaları bittikten sonra bizim arkadaş benim farkıma vardı.muzip bir tebessümle başını öne eğerek selam verdi bana..suratının salça gibi kızardığını hissettim.acaba neden ne oldu diye kendi iç dünyam da düşünmeye başladım..
sonradan aklıma geliverdi birden...bunların siyasi bir hizip olduğunun farkına vardım..şimdi neden kızardığını anlıyordum...hani benim çok da umurumda değildi...yaşadığım açlıktan dolayı bunlara hep kayıtsız kalıyordum..bu bir tür bencillik olsa bile açlığın ne kadar zor bir fizyolojik güdü olduğunu benden daha iyi bildiğinizden eminim..kim yerimde olsa aynısını yapardı..az sonra tekrar yemekler geliyordu..karnımı iyice tıkıştırıp ayrılıyordum usulca...bu oyun hoşuma gitmişti..
bundan böyle her gün gitmeye karar verdim..yani açlığımı gidermek için ben de solcu olmaya karar verdim.kitap okumadığım için kendimi de ele vermek istemiyordum..konuşulan her şeyi bende dinliyordum.söz sırası bana geldiği zaman da size katılıyorum deyip olayı geçiştiriyordum.çünkü yarı cahil biriydim.ne onlar gibi konuşabilirdim ne de gündemi onlar gibi anlatabilirdim.hata bir iki cümle söylesem neden buraya geldiğimi sezebilirlerdi.
bundan dolayı bende sessiz kalmayı tercih ediyordum..
günlerden bir gün yemekten sonra bana görev vermeyi kararlaştırdılar.bende kabul ettim aç kalmamak için..kendi kendime görevin ne olabileceğini düşündüm...ne olacak ki dedim.hey açlıktan zor değildi.
Bu görevi arkadaş bana söyleyecekti.yanıma sokulup kalın dudaklarının arasından çıkan küçük bir uğultu ile ‘’artık bundan sonra her gece duvarlara yazı yazacaksın dedi..ve yanımdan ayrıldı.
Nedense herkesin kolay kolay sevinmediği bu işe ben sevinmiştim.gözlerimin parladığını,ve yüzümün içine yansıyan tebessümleri görseydiniz beni daha iyi anlardınız.
o an sanki dünyalar benim olmuştu..artık bir işim olmuştu..en azından her gün karnımı tok edebileceğim bi yer vardı.ve bir işim..
Her gece karanlık bir sokakta büyük harflerle yazarken yaşamanın direnişini ki farkında olmadan siyasetin içinde bulmuştum kendimi bir çırpıda. ama her şey ekmek uğruna idi.karnım tok olurken her şeyi daha rahat düşünebiliyordum..işimi seviyordum ve büyük bir azimle yapıyordum.
açlık duygusunun verdiği bu büyük buhranı zamanla unutuyordum ama gidenin yerini bir başkası alıyordu.
şimdi ise yakalanma korkusu yada bi yerde apansız düşüp ölme korkusu ile her gece yaşıyordum.düşünüyorum da bu duygular hiç yabancı değildi diğer yaşadıklarımla..
ve aslında yaşamın içindeki her sıkıntı aynı duyguyu insanın içinde tekrar tekrar deşip büyütüyordu her defasında..
ve biz ölene kadar farklı sıkıntılarla boğaz boğaza geleceğiz..ve gelen her sıkıntıya direneceğiz..
yaşam ne olursa olsun bir direniştir. ve bu direnişin içinde kendimizi her defasında var etmeye çalışacağız.
Diyarbakır/kasım 2013
YORUMLAR
1980 öncesini,
olanca realitesi ile yaşamış biri olarak,
yazınızı ilgi ve tebessümlerle okudum.
Gerçi,
anlattığınız hikaye çokça tebessüme izin verecek mahiyette değil ama,
yine de o günleri hatırlattı, acı tebessümleri davet etti dudaklarımıza.
Belki diyorum,
o günlerin acısın yaşamış olduğumuzdan,
bu gün hayata daha gerçekçi gözle bakabiliyoruz.
Herkes değil tabi ki...
Akıllanmayan çok insan var...
Ve,
şimdiki gençleri de zehirleyen...
Hikaye,
doyurucu bir sonla bitmedi sanki...
Yazılacak daha çok şey var gönlünüzde gibi geldi bana...
Kaderiniz,
karnınızı doyuracak bir çizgi çizmiş mi hayatınıza,
bunu yazmadınız mesela...
Güzeldi...
Elinize sağlık...