- 585 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYALLERDEN GERÇEĞE AZMİMİN ZAFERİ 9 - Bölüm
HAYALLERDEN GERÇEĞE AZMİMİN ZAFERİ 9 - Bölüm
Saygıdeğer gönül dostlarım. Binlerce dinleyicinin şiirimi nemli gözlerle alkışlaması beni çok onurlandırdı. İlk defa kalabalık bir izleyici karşısında şiir okuyordum. Otobüsün yanına varana kadar beni kucaklayıp tebrik ettiler. En çok unutamadığım bir anı. Tebrik edenler içinde çocukluğumdan bu güne kadar hiç sevgi gösterisinde bulunmayan babam beni ilk defa kucakladı ve öptü. Annemin sevgisi olmasaydı belkide hayatta olamazdım, ada sevindi.
Eşimin yanına oturdum ve el sallayıp vedalaşarak Isparta dan Antalya hava limanına geç vakitte ulaşmış olduk. Uçağa eşim topal ayağımla nasıl çıkacağım diye üzülüyordu. Ben Kıbrıs dan uçakla geldiğim için merdivenin olduğunu biliyordum. Hava limanında gerekli hazırlıklar tamamlanınca eşimi uçağın cam kenarına bindirdim. Babam,annem,dayım, halam orta kısmına oturdular. Ağabeyim ve yengen de cam kenarındaydı. Ekrandan izliyorduk.
Benim analığı korkutmuşlar. Aman Kezban yenge senin kilon ağır sakın uçağın kanatlarına falan binme dengeyi bozar uçağı düşürürsün diye. Biz hanımla camdan yeryüzünü seyrederek Medine şehrine vardık. Otellerimizi diyanet önceden kiraladığı için her kafilenin kalacağı daireler belliydi. Eşimi eşyalarla birlikte aynı üstü açık araca koyarak otele gitmesini sağladım. Yerleştikten sonra mübarek mekanları, camileri ziyaretlerimiz başladı.
Bir hafta Medine şehrinde kalarak kırk vakit namazını tamamlayıp ayrıldık.
Akşam vaktiydi gözyaşlarımı tutamadım. Çünkü Peygamber efendimizin şehriyle vedalaşmak beni duygulandırıyordu, hislerimi bir bir yazıyordum. Sanatımın hakkını vermeliydim. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke şehrine ulaştık. Eşyalarımızı otele taşıdıktan sonra Kabe’ye gitmeye hazırlanıyordum.
Elinde mikrofonla bir beyefendi hacılara yolculuğun nasıl geçtiğini sorup bilgi almaya çalışıyordu, bir yandan da kamera çekiyordu. Hacılar yorgun olduğu için cevap vermekten kaçınıyordu. Bende kendimi tanıtınca bu sefer bana odaklandılar. Mikrofonda STV yazıyordu. Tahminime göre belgesel hazırlayan da Fehmi Koru idi. Şair olduğumu öğrenince şiir okumamı istedi.
Bende Ağlayarak yazdığım veda şiirinin tamamını okudum. İki dörtlüğünü paylaşıyorum. Bir haftada doyulur mu? , İnsan bur da yorulur mu? , Böyle şehir bulunur mu? , Elveda ya Resulullah, Son bir defa tövbe edem, Huzurunda secde edem, dua edip öyle giden, Elveda ya Resulullah. dedim. Benim okuduğum şiir hoşuna gidince bunu bayram sabahı yayınlayacağım dedi. Ben çok duygulandım. Çünkü ilk defa bir ulusal kanalda çıkacaktım.
Haç görevini eşime de yaptırırken elbette çok zorluklar yaşadım. Bazen vasıta kiralıyordum bazende söz verdiğim gibi sırtımda taşıyordum. Arafat meydanında uyunmaması gerekiyordu. Orada da duygularımı satırlara çekip müftümüzün izniyle kurtuluş yeri Arafat şiirimi okuyunca binlerce hacı alkışladı. Artık hacıda da ünlenmeye başlamıştım. Mina’ya gelene kadar çok sıkıntı yaşadık. Yaşlı hacılarımızın Mina’ya kadar yaya yürütülüşü beni çok üzmüştü.
Bizi de Türk otobüsleri almadı. Eşimi götürmek için her otobüsü durdurup bizi almasını söylüyordum. Nihayet bir Suriye otobüsüyle Mina’ya ulaştık. Haç görevimi tamamlarken yaşadığım artı eksileri inşallah zamanla anlatırım. Hacca gitmeden eve faks cihazı almıştım. Çocuklara önemli bir durumda size faks çekerim demiştim. O tarihte cep telefonu yaygın değildi.
Arabistan dan çocuklarıma faks çektim. İçeriği bayram sabahı beni Saman yolu televizyonundan izleyin diye. Çocuklar her okul dönüşünde faks cihazına bakarlarmış. Bu müjdeli haberi alınca bayram sabahı televizyondan beni ihramlı elbisem ile izleyince çok sevinmişler, hasretlik gidermişler. Bu benim için milyonda bir şans. Yakınlarım, köylülerim de beni izlemiş oldu.
Haç dönüşümde çalışmalarımı dahada hızlandırarak dernek ve birlik arayışına koyuldum. Bazı gazetelere, dergilere şiirlerimi göndersem de yayınlamak istemiyorlardı. Kendi çabamla oluşturduğum yayın evim bazen duygularıma yetersiz kalıyordu. O tarihlerde sayın: Uğur Dündar beyin sunduğu Hodri Meydan programı ilgiyle izleniyordu. Beni de etkiliyordu.
Yıllarca yazıp hazırladığım birikimlerim bir valiz dolusu olunca artık bende hodri meydan demeliydim. İstanbul’a davet edildim. Oraya Ispartalı sanatkar olarak boş gidemezdim. Aklıma hodri meydan halı modeli çizmek geldi. Uğur beye benzeyen de bir resim ayarlamalıydım. Bunu modele işleyerek halıya dönüştürdüm. Basıma uygun şekilde temize geçtiğim defterlerimi valize doldurarak İstanbul da Uğur beyin makamına ulaşmış oldum.
Yardımcısı beni tanımadığı için pek hoş karşılamasa da Uğur bey valizi tarattıktan sonra beni gayet iyi niyetle karşıladı halı için teşekkür etti ve şöyle dedi: Senin tahsiline göre büyük başarılar sağlamışsın ama biz ülkemizde ki kirli işlerin üzerine gidiyoruz. Eğer böyle bir program yaparsam sizi tekrar davet ederim dedi. Ben hayal kırıklığı yaşasam da ünlü biriyle tanışmış oldum. Oradan yayın evleri ile görüşmeye gittim kitaplarımdan da götürdüm.
Yayın evi sahibi Kıbrıs şiirlerimi, çocuk şiirlerimi, Doğa şiirlerimi, Dini şiirlerimi, Aşk şiirlerimi inceledikten sonra. Gayet güzel heceli yazmışsın dedi, ekledi Zeki Çelik kim dedi. Bende bir valiz dolusu eserin sahibi olunca gururlanarak, göğsümü kabartarak, sesimin tonunu da açarak benim dedim.
Patron da bana: Seni kim tanır deyince... Gurur, kibir, havam da soluverdi.
Bak şairim bu kitaplar satılacaksa Zeki Çelik ismini kaldıralım bunları yeniden basarak buraya bir ünlü isim yazalım senin telif hakkını da ödeyelim dedi. Ben bir anda şok oldum. Çünkü her şiirim, yazım benim öz evladım gibi değerlidir. Beynimde ki duyguları nasıl yok sayabilirim ki. Üstelik vereceği telif hakkı da yol masraflarımı zor karşılıyor. Kabul etmedim şehrime döndüm.
Not; Gerçek hayat hikayemin devamını 10. bölümden takip ediniz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.