- 594 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Kış
Genç adam, tahta pencerelerin üfürdüğünü duydu, ilk kulağına çalındığında tüyleri havaya kalkmıştı. Bir kez daha duyduğunda üfürük sesini, buruk bir sevinç oturdu içine. Güneşin ışığını uzak tutuşundan kaynaklanan bir burukluktu belki bu. Belki de bir kaç anı ile sevinçlerin burkulmasıydı ya da öyle bir şey. Koltukta öyle ne yapacağını düşünürken kalkıp pencereden dışarıya baktı. İnsanların üzerine yıkılacakmış gibi kabaran kapkara bulutlar geziniyordu gökyüzünde. Tüm kızgınlıkları ile homurdanıyorlardı aralarında, bir hışımla dökülecek gibi kaşları çatılmıştı sanki hepsinin. Bu kabarık karanlıkları gördükten sonra tekrardan ürpererek gidip yerine oturdu genç adam. Oturduğu yerde aklına sırayla gelen anıları onu rahat bırakmıyordu. Sonbaharın çıkış saatleri ile doluydu hatıraları, sonbaharın terk edip gittiği zaman ile ilgili anılar. Bir gün yağmur sertçe suratları tokatlarken her nereden geldiği belli olmayan rüzgâr ile. Aha şimdi kar yağacak, ha yağdı ha yağacak diyerek geçen onlarca gün. Kapıların kardan açılmadığı o küçük boylu günler. Sobalarda karların eritildiği, eller buz tutmuşken sıcağa uzatıp sızlatıldığı zamanda kalmıştı genç adam. Oturduğu koltukta durgun ve somurtkan adam bu düşüncelere çoktan seyahat etmişti. Pencere ardında çatırdayıp duran odun parçalarının sesi içindeydi şimdi. Pencerenin diğer tarafında üşüyen toprak vardı, üşüyen çimler. Çocukça düşünüyordu fakat ne kadar saf ne kadar temiz; nerede o hayvanlar diyordu, nerede o köpekler.
Oturduğu koltukta hatıraları ile gülümserken genç adam, birden içeri babası girdi:
—Hadi oğlum gel, alınacak bir şeyler varsa alırız, gezmiş oluruz hem.
Genç adam küçük bir çocuğun sevinci ile babasının arkasından gitti oturduğu yerden kalkıp. Babası kalın bir ceket giydi. Oğlunun ince bir hırka geçirdiğini görünce sırtına:
—Üşüyeceksin, kalın bir şey giysene, dedi.
Genç adam babasına üşümeyeceğini söyleyerek, babasının ’sen bilirsin’ tavırları arasında kapıdan çıktı. Ayakkabılarını giydikten sonra kapıdan çıktıkları gibi soğuğu iliklerinde hissettiler. Yolda yürürken hırkayı belini kavrayarak sıktı vücuduyla bütünleştirerek. Sessiz sakin yürürlerken genç adam, eski evlerini düşündü. Eski evlerinde ne güzel kar yağıyordu. Hele kendisini soğuğa âşık eden erimeyen karlara ne demeli. İki ay boyunca kardan top yapar oynardı kendi kendine. Pek arkadaşı var denilemezdi çünkü garip bir ailesi, garip bir yaşantısı vardı. Eski günlerden gülerek ayrıldıktan sonra babası, ’şunu alalım bunu alalım, bu böyle hesaplı, bu kadar para verilmez’ muhabbeti yapıyordu ki. Genç adam lafa girdi:
—Baba hava nasılda soğumuş görüyor musun? dedi, gözleri parlıyordu bu cümleyi kurarken.
Babası oğlunun böyle yersiz ve alakasız konuşmasına alışmış demeyelim. İnsan, birlikte yıllarca yaşadığı ve değişmeyen evladına alışamaz, öyle olduğu için çocuğunun yersiz konuştuğunu bile fark etmiyor ya neyse. Hiçte terslemezdi genç oğlunu, her dediğini önemser ve ne kadar alakasız olursa olsun cevaplamaya çalışır, ilgilenirdi. Yine öyle yaptı:
—Evet, vakit geldi havalar soğuyacak tabi.
Bir babanın bilmişliği ile söyledi bunları.
—Şimdi bir kar yağsa, bir esse soğuk rüzgârlar, donsa millet. Anlaşılsa ki kış geldiği.
Babası oğlunun böyle konuşmasından hoşnuttu, doğayı ve doğallığı oda seviyordu çünkü. Eskide kalan her doğal şey babasına da bir zevk, bir gülümseme getiriyordu. Umutsuzluk çöktü suratına:
—Daha karın yağmasına çok var. Hem artık o kadar kar yağmaz, eskisi gibi yollar kapanmaz, gece yağan kar sabaha çözülüverir dedi.
Genç adam bu lafları duyacağını biliyordu, herkesten bu lafları duyuyordu ama hayalleri ve eskilere olan sadakati hiç azalmıyordu. Gülümsedi, bütün çocukluğu, bütün umutları bir araya toplanmıştı sanki bu cümleyi sarf ederken:
—Taşınalım o zaman buralardan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.