Onu yanıma yakıştıramıyorum,
Yüreği olan okusun, gözyaşlarına hükmeden ve sinirlerin sahip olan… Bir çocuk vardı tanıdığım, bir de yavuklusu… Çocuk âlemin yakışıklısı ve bir o kadar da efendisiydi. Kız ise o âlemin afeti devranıydı ve bir o kadar da zarafetiydi.
İki ırmak gibiydiler bir dağdan kopup gelmiştiler. Ve aynı deryada kucaklaşmıştılar. Buz gibiydiler; diriydiler, iriydiler, iyiydiler! Eridiler bir gün, çatladılar, kırıldılar!
Kâr etmedi hiçbir söz, tutkal olmadı Allah’ın hiçbir kulu… Bakmadı hiçbir göz, gitme kal demedi Allah’ın hiçbir çulsuzu…
Çocuk sevmişti; karasevdalısı olmuştu kızcağızın.
Kız da sevmişti; ince hastalığa düşercesine sevmişti.
İlk çocuk bakmıştı kıza, sonra kız bakmıştı ona. Sonra ikisi bir çocuğa bakmak için evlenmişlerdi.
Sonra gözleri gözlerinde kalmıştı ikisinin de!
Alamamışlardı gözlerini birbirlerinden, almak istememişlerdi.
Hem bazı gözler dünyadır bakmasını bilirseniz, başka göz aramazsınız, başka yaşam…
Bir tutkuydu onlar! Türküydüler… Bir zamanlar mutluydular. Şimdi makamları hüzündür.
Yıllar yıllar öncesiydi tanışıklıkları… Bir ömür yarısıydı sarf ettikleri…
Aynı yastığa baş koymuşlukları, boş vermişlikleri, koy vermişlikleri…
Sevgi emekti… Sevmekti nimet olan, net olan! Elde var hüzündü şimdi onlara pay edilen.
Çabaydı, tahammüldü, belki de görmemekti kötü olanı, işitmemekti şer olanı, konuşmamaktı hayırsız olanı…
Emek verdiğiniz gözyaşlarınızla büyüttüğünüz bir aşkın günü gelince ufacık esintilerde dahi salınıp düşecek olması sizi kalbinizden yaralar. Böyle başlar kanamaya yaralar. Böyle başlar takılmaya başlara karalar!
Rüzgârlar esiyordu sertçe...
İstiyordu ki mertçe olsaydı gidişler bile!
Net olsaydı serzenişler, seslenişler… Net olsaydı terk edilişler!
Yalana dolana takılmadan eğriye büğrüye düşmeden… Hileye hurdaya sapmadan, saza söze gelmeden…
Bir kız kendisini ölesiye seven bir erkeği niye istemez?
Yahut bir erkek kendisine ölesiye tutkun olan bir kızı niye sevmez?
İkisinin de mazeretlerini demesi gerekmez mi birbirlerine?
Hem bazı sözler cehennemdir duymasını bilirseniz, başka bir silah aramazsınız, ölürsünüz.
-Onu yanıma yakıştıramıyorum, diye kaçırdı ağzından bir gün kız. Çocuk duydu bunu ansızın. Zehre gerek var mıdır daha? Kurşuna, ipe… Buyurun cenaze namazına… Bir aşk bitiyordu, müezzinin eli kulağındaydı salası veriliyordu bir aşkın…
Yılların emeği nasıl da heba oldu bir anda, nasıl da hava oldu?
Kimse suçlu değildi.
Bağırtılar bitmişti. Gereksiz öfke nöbetleri… Suçlamalar… Karalamalar… Kimse kalmak zorunda da değildi sevmek mecburiyetinde de… Sadece olmasaydı daha iyiydi diyebiliriz konuşmak istersek. Biten bir şeyin arkasında kötü konuşmanın, birilerini karalamanın manası da yoktu zaten. Ölünün arkasında kem söz edilmez hem!
Birden çıkmıştı karşısına kız, çocuğun, birden olmuştu her şey, birden bireydi aşkları. Birdi kalpleri. Birdi ve biz öyle bilirdik! Yalanmış meğer sahteymiş kofmuş her şeyleri… İşte ayrılıyorlardı yine birden bire. Birlikten çıkıp iki oluyorlardı. İki ayrı insan iki ayrı yürek!
Hediye alınan taşlar kelepire düştü, ayıcıklar çöpe atıldı, mektuplar yakıldı, şiirler bitti. Heybelerinde aşk adına bir şeyleri kalmadı.
Çok şey değildi istediği çocuğun: birazcık umut, azıcık sevgi, bir nebze saygı… Gerisi zaten gelirdi. Çekilen çilelerin kutsal olacağı inancıyla sineye çekti onca acıyı. Sinesi acıdan kebap oldu. Kalbi nasır bağladı. Beyni kireç… Artık geç’ti onun için geri dönmek, her şey geçti gitti.
Kız ayrıldı; ayıldı, bayıldı ama ayrıldı. Çocuk sustu; hiç konuşmadı bir daha, ayılmadı, bayılmadı ama o da ayrıldı.
Bu bir hazin aşk hikâyesiydi yaşanmış olan. Şimdi neredeler ne haldeler bilinmez yalnız şuraya mim koyalım ki herkes kendi kaderini yaşar başrolünü herkes kendisi yapar!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.