- 303 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYALLERDEN GERÇEĞE AZMİMİN ZAFERİ 4 - Bölüm
HAYALLERDEN GERÇEĞE AZMİMİN ZAFERİ 4 - Bölüm
Saygıdeğer gönül dostlarım. Türkiye’mizin başkenti olan Ankara ilinde kendimi güvende hissediyordum. TRT televizyonunda yayınlanan sinema filmini izledikten sonra vakit geç olmuştu. Çocukluk arkadaşım Selahaddin Akça ile aynı odada sabahladık. Sabah kahvaltıyı yaptıktan sonra ilk işimiz kanser hastası olan babaannemi ziyaret etmekti. Hastanenin ismini söyleyince dolmuş ile arkadaşım beni oraya ulaştırdı. İyi ki tam zamanında varmışız.
Babaannemi henüz odasında ziyaret etmeden taburcu olduğunu öğrendik. Dedem bir taksi tutmuş hastane önünde bekliyordu. Beni görünce çok şaşırdı. Oğlum ne işin var burada, nasıl geldin de bizi buldun diyordu. Bende dedeme ebemi ziyaret edeceğim çok özledim dedim. Dedemde ebeni taburcu ediyorlar doktorların yapacak işi kalmamış deyince onunda, benimde gözlerim yaşardı. Allah dan umut kesilmez ama durum da belliydi.
Biz dedemle konuşurken babaannemi sedye üzerinde hasta bakıcılar getirdi. Hanenin idaresini elinde tutan kahraman kadını bitkin halde görmek benim üzüntümü artırıyordu. Beni gözlerinin feri zayıflasa da hemen far ketti.
Konuşacak halde değildi bakışlarıyla her şeyi ifade edebiliyordu. Sedyeden inmeden babaanneme sarıldım yüzlerinden, ellerinden öptüm. Bu benim için son görüş olmuştu. Çünkü doktorlar iki veya üç aylık ömrü var demişler.
Babaannem taksiye bindirilince dedemde bana sende bin oğlum köye gidelim dedi. Bende siz gidin dede ben burada kalıp çalışmak istiyorum deyince. Oğlum kendi başına buralarda kaybolursun haydi bin köyümüze gidelim diye ısrar etse de, artık ben kararlıydım. Taksici: Bey amca fazla ısrar etme torununun gidesi yok deyip aracını çalıştırıp yürüdü. Bende onlara el sallayarak uzaklaştım. Arkadaşımla birlikte iş aramaya koyulduk.
Arkadaşım beni Aşağı ayrancı da marketi olan köylümüzün yanına götürdü
onların belki adama ihtiyacı olur diye. Ama onlar tecrübeli birini arıyormuş. Benim gibi köylünün onlara ihtiyacı yokmuş. Oradan Güven evler de Güven Çiftliği diye o dönemin büyük süpermarketlerinden birine uğradık. Orada da bizim köylü düğününe şahit olduğumuz Muzaffer Ciğer ağabeyim tezgahtar olarak çalışıyordu. Bizi görünce hoş geldiniz diyerek karşıladı.
Önce bana geçmiş olsun babaannen hasta diye duydum dedi. Bende sağ ol durumu pek iyi değil biraz önce köye uğurladık dedim. Oda ben sen niye gitmedin ya deyince. Ben iş arıyorum çalışacağım dedim. O da bana güldü ve dedi ki: Bey köyün zengini sayılırsınız zengin çocuğu iş mi arar dedi. Hani bizim önce şehirler arası yolcu otobüsümüz vardı ya, mal, mülkte olunca bizi zenginden sayıyorlar. Oysa o otobüs bizim haneyi 20 yıl geriye götürmüştü.
Bende durum bildiğin gibi değil çalışmam lazım diye konuşurken bizi onun patronu dinliyormuş. Yanıma yaklaştı tebessümle yüzüme baktı: Oğlum sen gerçekten çalışmak istiyor musun? deyince: Ben evet istiyorum dedim. Bana çıkar ceketini hemen işe başla deyince sevincimden uçuyordum. Muzaffer ağabeyime talimat verdi. Bizim alım,satım, depo istif görevlerini yapsın dedi. Öğle vakti olmuştu çalışanlarla beraber yemeğimizi yedik.
Benim işe başlamamdan memnuniyet duyan arkadaşım Selahaddin bana mu sade açıkta kalırsan ev adresini biliyorsun deyip vedalaştı. Artık ben emin ellerdeydim. Köy ve ilçede ağır işlerde çalışında yaptığım iş çok kolaydı. Akşam olunca patronum: Zeki oğlumu otele götürün yarın da daimi kalacak bir yer ayarlayalım dedi. Muzaffer ağabeyim beni otele bıraktı evine giderken seni sabah geçerken alırım dedi. Ben ömrümde ilk otel de kalışımdı. Özel oda ve yatağım mükemmeldi önce bir üstünde yuvarlandım.
Kaldığım oda yüksekte olunca Ankara’nın gece manzarasını seyrettim ve çok hoşuma gitti. Çocukluğumu hatırladım. Yüksek bir dağa çıkınca uzakta gördüğümüz köylerden başka köy yok sanırdık, dünyanın ucu orasıdır derdik. Oysa nice uzun yol geldiğimiz halde daha da gidilecek, görülecek yerler var.
Görevime dört elle sarıldım, patronun da çok güvenini kazandım.
Muzaffer Ağabeyimin düğününde gördüğüm minibüse de binmek, mal pazarlamak nasip oldu. Yabancı sefaretlerde bizim süpermarketten alış veriş yapıyordu. Yabancı uyrukluları da tanımış oluyordu. İçimde edebiyat kıvılcımları belirmeye başladı. Çünkü ufkum açılıyor dünyam genişliyordu. Pazarlama işlerinden sorumlu olunca elimde kalem, defter eksik olmazdı.
Sosyetik, modern toplumun içinde yaşarken elbette kendime her yönden çeki düzen vermeliydim. Konuşmalarım köylü şivesinden uzak kalıyordu. Lisan bilmek zorundaydım ama o kadar çok yabancı sefaretler var ki hangi ülkenin dilini öğreneyim diye bocalıyordum. Aldığım haftalıkla bir kaç kitap aldım Türkçe çevirilerine baktım yazabilmek ve çözebilmek de zorlandım.
Patronum Bekir Köprülü beni aynı iş yerinde çalışan arkadaşların yanına babalığının evine yerleştirdi. İş yerine yaya gelip gidiyorduk. Bana nerelisin diyenlere şairce cevaplar vermeye başladım. İlk dörtlüğüm şu oldu: Var benim bir kedim, Çok güzeldir ceketim, Vilayetini sorarsan, Isparta dır memleketim. Nere varsam ova, Kurdum kendime bir yuva, Günahları çok olan, Etsin Allah’a dua, diyordum. Yazdıklarımı arkadaşlar da beğenirdi.
Sanatımın başlangıcı 1971 başken Ankara olmuştu. Nişanlıma mektup göndersem bile o henüz bana cevap yazmıyordu. Köyden gelen gidenle haberler ulaşıyordu. Babaannemin ölüm haberi beni çok üzdü. O gece sabaha kadar ağladım ve bana yaptığı ve başkalarına yaptığı iyilikler sinema şeridi gibi dizildi. Tekerlemeleri bırakıp onunla ilgili ilk uzun destanı yazdım.
Ankara da olmam isabet olmuştu. Çünkü hafta da bir pazar tatilimi tarihi ziyaretler yaparak, sinemaya giderek parklarda dolaşarak geçiriyordum. Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü Anıt kabrini de ziyaret ettim.
Üç dört yıl kaldığım başkentte çok şeyler öğrendim. Acı tatlı anılarım oldu. 1974 Kıbrıs barış harekatında oradaydım. Gece karartma yapmayan yabancı ülke vatandaşların ziline basarak uyarıyorduk. Çünkü bende hazır askerdim.
Not: Devamını beşinci bölümden takip edebilirsiniz.
YORUMLAR
Var benim bir kedim,
Çok güzeldir ceketim,
Vilayetini sorarsan,
Isparta dır memleketim.
Nere varsam ova,
Kurdum kendime bir yuva,
Günahları çok olan,
Etsin Allah’a dua,
diyordum. Yazdıklarımı arkadaşlar da beğenirdi.Diyorsunuz şairlik yıllar öncesine dayanıyor ...ne mutlu değerlendirebilenlere...tebrikler her şey güzeldi..slm.
saygılarımla