- 333 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYALLERDEN GERÇEĞE AZMİMİN ZAFERİ 3 - Bölüm
HAYALLERDEN GERÇEĞE AZMİMİN ZAFERİ 3 - Bölüm
Saygıdeğer gönül dostlarım. Yıllarca hayalini kurduğum ve eş olarak düşündüğüm kızın serpilmesi benimde hoşuma gidiyordu. Bir ömür hayat süreceğim kişi çok güvenilir biri olmalıydı. Onunla çocukluk anılarımız vardı. Ben onun etrafında çocukluktan bu yana pervane oldukça rahatsızlık da duydu ama beni de kabullenebilecek gönlüme göre birileri yoktu. Olsa da ben farkında değildim. Aslında halamın üç kızı vardı ama birisi küçük yaşta talihsiz bir kaza sonucu yaşamını yitirmişti.
O kızın adı Meryem’di. Beş kardeşin içinde sadece o kara gözlüydü. Merhum halam kara gözlü çocukları çok severdi. Bizim oralarda toprak ve taşlı kuyular çoktu. Komsu kuyudan su aldıktan sonra ağzını kapatmayı unutmuş Meryem kızda arkadaşları ile oynarken kuyuya düşer. Arkadaşı korkudan düştüğünü kimseye söylemez. Annesi aramaya çıkınca komşu oğlunu sıkıştırır seninle oynuyordu deyince: Kuyuya düştü diye cevap verir.
Çığlık sesleri yükselince harmanda top oynayan delikanlılar koşarlar. Kalın halata biri bağlanarak kuyuya iner arkadaşları da dışarıdan çekerek kızı kuyudan çıkarırlar ama her ne kadar çaba gösterseler de Meryem kız ölmüş olunca çığlıklar dahada yükselir. Çünkü babası Aydın ilinde orak biçerek hane ferdini beslemektedir. İletişim imkanı olmadığından babasının haberi olmadan göz yaşlarıyla toprağa verilir. Bir ay içinde babası çocuklara aldığı hediyelerle gelir. Çocuklara hediye dağıtırken Meryem kızını da sorar.
Hane içinde herkesin gözü yaşarır ama öldü diyemezler. Baba kuşkulanır. Çünkü daha önce babasından hediye alan öpücük veren o ilk kız olurdu. Meryem kıza aldığı hediyeyi alarak gözyaşlarına boğulur. Saygıdeğer dostlar kusura bakmayın biraz dramatik ama gerçek olayı bende ağlayarak yazdım.
Benimde çocukluğumda yaşadığım çok talihsiz kazalar oldu. Onları Allah izin ve ömür verirse önümüzdeki yıllarda ayrıntılarıyla paylaşmak istiyorum.
Çünkü talihsizlik serüvenlerim o kadar çok ki anlatmakla da bitmeyecek gibi. Sadece bir kaçını söyleyip geçeyim. Çocukken damdan düştüm ama ilk ben düşünce diğer çocuklarda bana bağlı olunca hepside benim üstüme düştü. Bir tanıdık kavga ederken ayırmaya kalktım dizimden bıçakladılar. Ağabeyim yonca biçerken benim ayağımı dirseğimden biçti. Yaramaz atın üzerine beni bindirdi bunu eve götür batmasına bağla dediler. Ben eve varmadan at çoktan beni yere düşürmüştü. Merkebi bağlarken tekne yedim.
Küçükken babaannem ocakta yemek pişiriyordu onu seyredeyim derken fistanım tutuştu vücudumun bir bölümü cayır cayır yandı. Amcam su dolu oluğa bastırmasa belkide Zeki Çelik diye biri olmayacaktı. Bir arkadaş kuru ağaç keserken benden yardım istedi tutarken motorlu bıçkıyı elinden kaçırdı kaşımı yardı. Ayağa çivi batmalar tendeki diğer hasarlar saymakla bitmez.
Halamın büyük kızı memurla evli olduğundan kardeşinin de memur biriyle evlenmesini istiyordu. Babaannem benim evlenmeme sıcak baktığından dolayı halamda rıza gösteriyordu. Nihayet amacıma ulaşmıştım ama eşim olacak kızın rıza göstermemesine şaşıyordum. Uzun süre bir arada olunca galiba birde işimin olmayışı onun belkide kurmuş olduğu hayalleri siliyordu.
Babaannem ve dedem nişan giysilerini ilçeye almaya gidince mutluluktan uçuyordum. Nişan takıldı ama çevremdeki bazı memur gençlerin hakkımda lafını, sözünü bilmez kişiyi nişanladılar. İşi yok, aşı yok cahil misali söz ettiğini hissediyordum. Bir gün dağa sürü otlatmaya gidince bizleri yoktan var eden yüce Allah’ıma öylesine içtenlikle yalvardım ki duamın bir bölümü şöyledir.
Allah’ım bana öyle bir yetenek ver ki beni cümle alem dinlesin. Beni ve eşimi, çocuklarımı hiç kimseye muhtaç etme, hayırlı sanatlar nasip eyle. Sana layık kul olayım, Resule layık ümmet olayım, ataya layık evlat olayım, evlada layık ata olayım, vatana, millete layık asker olayım diye devam ettim.
Kurduğum hayaller gerçekleştikçe neler olacağını sizlerde algılayacaksınız.
Köy yerlerinde nişan yapılan kızlar düğünlerde giydirilir. Nihayet nişanlımı bir düğünde giyimli olarak seyrettim. Düğün Ankara da markette çalışan Muzaffer Ciğer’indi Patronu da minibüs ile gelmişti. 06 plakalı araç köye bir yabancının geldiğini kanıtlıyordu. Minibüse bakarak hayaller kurmaya devam ediyordum. Keşke bende gurbete gitsem dönüşümde en iyi şekilde beni karşılasalar. Hayat mektebini başarıyla okuyabilsem, bir değişiklik olsa diye.
Dedem çok akıllıydı yatırım yapmayı severdi ama onu da tuzağa düşüren çok oldu. Türkiye de sınırlı yolcu otobüsü olduğu halde zamanında bizimde bir başkasıyla ortak yolcu otobüsümüz olmuştu ama kaza yapa yapa mevcut varlığımızı sömürdü. Şimdi herkesin ehliyeti var şoför ama o tarihte şoför kıtlığı vardı. Patronun dediği değil kaptanın dediği geçerli oluyordu. O yolcu otobüsüne çocukluğumda temizlik yaparken bir kaç kez bindiğim hatırımda.
Nihayet otobüs zararına satılmıştı ama baba anneminde kanser olmasına vesile olmuştu. Ankara da tedavisi sürerken ben kazada demir işletmesinde çalışıyordum. Şarkikaraağaç, Beyşehir, Seydişehir arası dikilecek demir direklerin istifini yapıyordum. Babaannemin hastalığının arttığını duyunca ben
Ankara’ya gitmeye karar verdim. Bu benim gurbete ilk çıkışım olacaktı.
Aile büyüklerim gitme orası Türkiye’nin başkenti büyük şehir kaybolursun deseler de babaannemi çok sevdiğimden kimseyi dinlemiyordum. Amacım hem ziyaret hemde kendime uygun bir işe girip çalışmaktı. Demir şebeke işletmesinden aldığım aylığı harçlık ediyordum. Kimseden yardım istemedim.
Bazı orman işlerinde çalışsam da yakın çevre olduğundan gurbet sayılmazdı.
Çocukluk arkadaşım Selahaddin Akça köye bayrama geldiğinde bana Ankara adresini vermişti. Hastane adresini bilmesem de ismini biliyordum.
Ankara’ya direk araba bulamayınca Konya dan aktarmalı gittim. Ulaşınca da bir taksi tutarak çocukluk arkadaşımın evine akşam vakti ulaşmış oldum.
Arkadaşım ve ailesi çok iyi karşıladılar. Ayşecik filmini seyrediyorlardı. İlk defa bir televizyon görüyordum. Si nama gibi olmasa da heyecan veriyordu.
Not: YAZIMIN DEVAMINI 4 - Bölümden okuyabilirsiniz.