- 1743 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KAÇ LANET DAKİKA
Sağımdaki pencere ile solumdaki kapı arasında tam 90 cm lik badanasız bir duvar var. Bir elimde tüfek, öbür elimde tabanca, öbür elimde bıçak, öbür elimde köpeğin gırtlağı, öbüründe ses çıkmasın diye sıkıca kapattığım ağzı , öbür elimde…
Sırtım bu pencere ile kapının arasındaki daracık duvara dayalı olarak
“Beni yakından takip edin, araçtan hareket halinde atlanacak, kuşatmanın iki kademe olmasını istiyorum. İçeri girecek olan tim benim hemen arkamda tek sıra , operasyon pozisyonunda olarak , içeride yıldız düzeninde yayılarak ,hareket edecek. Emniyet unsurları içeriye veya dışarıya doğru kuş uçurtmayacaklar. Haydi Allah korusun” emrini verdiğim halde , peşimden ayrılarak yok olan 22 adamımın , nerede olduğunu , ne zaman geleceklerini ; merakla ,korkuyla, sinirle bekliyorum. Ah o Korhan Çavuş , seni bir elime geçirebilsem… Yoksa kaza falan mı oldu, gece gece . Allah kahretsin donuma işemek üzereyim. Korkudan mı , yok yok , evden çıkarken aceleden tuvalete gidecek zaman bulamadım da . Hiç ışık yok , her yer zifiri karanlık . Sıcacık yatağımdan , kapıyı alacaklı gibi yumruklayan gece bekçisi nin ,acele ettirmesiyle uyanıp , çişimi bile yapamadan giyinerek, buraya gelişimin üzerinden bir saat geçmiş olmalı. Yarım saatimi bu tahta kapının yanında , köpeği sessiz tutabilmek için , yarı domalmış ve kaskatı geçiriyorum. Belim ağrıdı iki büklüm durmaktan.
Benimle, üstü açık Jeep’ e binen polislerden birini arka tarafa mevzilendirdim. Genç olanı da, beni korumak üzere , bulunduğum yeri yandan görebileceği bir taş duvarın arkasına gizledim . Jeep şoförü ve yaşlı bekçiyi yukarıda bıraktık. Araç sesi duyulmasın diye epey uzakta aracı terk etmiştik. Ayrıca kaçan olursa , önünü kesecekler.
Onlar gelmeden içeri girmek imkansız gibi. Genç polisi bıraktığım mevziiye bakıyorum. O da ne? Adamın şapkasının kokarttı , ay ışığında parıl parıl parlıyor. Ona seslenemem , yerim belli olabilir. Susmak zorundayım ama pencereden bakan biri onu görebilir. Mutlaka gece nöbetçisi çıkartmışlardır. Ben bile neredeyse elli metre, yanımda Pars ile görünmeden yaklaşmak için sürünerek geldim. Dirseklerime dikenler battığından , kan içinde kaldı. Çıkarsana şapkanı be adam, duvarın arkasından bir inip bir kalkıyor, zaten ten rengin de bembeyaz. Edirne’ lim benim.
İçeride , Elazığ cezaevinden kaçan tam dört cinayet ve tecavüz hükümlüsü var. İkisinin idam cezası kesinleşmiş ve kaçarken iki Jandarma erini de ağır yaralamışlar (Bu erlerden birinin vefat ettiğini çok üzülerek öğrendim) Bir de , onlara yataklık eden Patnos’ lu evin sahibi olan, eski bir hükümlü daha var. Bunlar firar edeli on gün kadar oldu galiba. Gelen emirler , yollarda yaptıkları gasp ve soygunlarda , onların ne kadar acımasız olduğunu anlatıyor.( Soydukları otobüste , küpeleri kadınların kulaklarından ,kulak uçlarını kopartarak , erkekleri döverek ne bulurlarsa alıp, çok kısa zamanda kaçarak yapmışlar) Bela herifler. Çatışma çıkmasın diye dua ediyorum.
Ya Rabbim , olmayacak bir şey oluyor ,polis ayağa kalkmış, bana doğru geliyor. Elimin tersi ile gelme diye işaret ediyor , yerine geç diyorum. Adam aldırmıyor ve bana doğru yürümeye devam ediyor. Birden kırılan bir cam sesi ile aklı başına gelip, yüz üstü bir kar arkına uzanıyor. Ark pencereye paralel giden ve pek de derin olmayan bir kanal. Kar ve yağmur suları aksın diye yapılmış. Eğer firari camı kırmadan, ilk mermiyi sıksaydı onu çok rahat vurabilirdi. Adam hemen sağımdaki pencerenin üst bölümünden ateş etmeye başlamıştı. Ağzını sıktığım Par, adeta kudurmuş gibi pencereye saldırmak istiyor . Ateş edeni hemen vurabilirim ama diğerleri beni delik deşik edebilirler.
Silahın mermileri bitmek bilmiyor. Sağ kulağım adeta sağır oldu. 13- 14- 15 oh nihayet . Üç kere polis memurunun kalçasını örten ceket eteğinin, havalandığını gördüm. Rüzgar olmadığına göre, sanırım vuruldu. Ama hiç ses çıkartmadan, kıpırdamadan yatıyor. Tabancayı içeri çeken pislik, şarjörü değiştiriyor. Elini sola doğru bir bükse , tam kafadan vurabilir beni .” Çok korkuyorum artık, alenen Azrail yanımda mesai yapıyor. Yalnız kaldım ,timin gelmemesi her şeyi berbat edebilir. Çok cephaneleri var galiba. Tek kişiye yirmiye yakın sıktılar çünkü. Mantıken , evi terk etmeleri gerekiyor . bu çıkışta beş kişiye karşı ne yapabilirim ki? Dua ‘lar ediyorum , beni burada fark edip de ,kalleşçe vurmasınlar diye. Allahtan hiç lamba falan yanmıyor. Silah sesine uyanalar ,yanan ışıklarını bile söndürmüşler galiba . Ay , bazen bulutlara girerek bana yardımcı oluyor.“
Atış yine başladı. Polis hedef tahtası gibi, hiç kıpırdayamadan adamın insafına kalmış durumda . İçimden ( Erkek , popoyu fazla büyütmemeli, yoksa bak adamın her tarafı çukurun içinde de , popoyu saklayamıyor) diye abuk sabuk şeyler geçiyor. Pislik beş el daha ateş ediyor ve silahını içeri çekiyor. Yüksek sesle konuşuyorlar artık. Tahmin ettiğim gibi , yakalanmadan evi terk etmekten bahsediyorlar.
Anam, şimdi yandım ben. Kaçamam da üstelik. Benim adamlarım bu silah sesini de, duymuyorlar mı acaba? Bir anahtar sesi ile irkiliyorum. Kapı açılacak , anahtar ikinci defa dönüyor yuvasında . Pars’ ı serbest bırakarak açılmakta olan kapıya tekmeyi basıyorum. İlk önüme gelene vurduğum dipçik ,adamı yere serdi bile. Karanlıkta Pars’ ın hırlayarak birini yere çökerttiğini görüyorum. İçimden “ Bak yalnız değilsin , Pars da yanında “ diye geçiyor. İki kişi elleri havada teslim teslim diye bağırmakta. Suratımdaki kamuflaj boyaları , onları oldukça korkuttu sanırım. Operasyon timinin içeri girdiğini zannettiler ve sanırım etraflarının sarılı olduğunu düşünüyorlar. Bir bilseler tek başıma olduğumu..
Sol elimle , tek göz olan bu küçük evin ,elektrik düğmesini arıyorum. Silahlı olup olmadıklarını göremiyorum. Kapıda ilk vurup düşürdüğüm adam ,ayağa kalkmak üzere . Ona ve diğerlerine duvara dönmelerini söyleyerek el yordamı ile elektrik düğmesini buluyor, ve epey sönük ışık veren ampulü yakıyorum.
“ Dışardakiler , emrim olmadan ateş etmeyin , her şey yolunda . Sadece bir polis gelsin , diğerleri mevzilerinde kalsın” Yuh sana palavracı. İnsanın şeyi sıkışınca , ne taklalar atıyormuş meğerse. Ama bunu yediler doğrusu.
Pars, kolunu ısırdığı adamın elinden, tabancayı düşürmüş ve onunla silah arasında duruyor. Canım Dostum, silah ve bıçağı , sivil bir insanda gördüğünde komut beklemeden saldırarak , silahla o şahıs arasında oturmaya eğitimli. Diğer iki kişi duvara dönmüşlerdi yüzlerini. Kapıda dipçik yiyen adam , ( Ev sahibi) ağzından akan kanlarla, duvara ancak emekleyerek yaklaşıyor. Ortada sadece bir tabanca var, başka silah görünmüyor. Onu da ayağımla iteleyerek odanın uzak köşesine atıyorum.
Polisin verdiği bilgide , Patnos’ lu bir yatakçı olduğu ve toplam beş kişi olmaları gerekiyordu. Peki bu tek gözlü evde, beşinci adam neredeydi? Tuvalete saklanıyor olmasın , diye düşünüyorum. Ortaya bir yer yatağı serilmiş . Yatağın üzerinde örtülü olan yorgan biraz kabarık duruyor.
Boş bulunup, bir yandan polislere gelmeleri için bağırırken, sol elim ile biraz öne eğilerek , yorganı baş ucundan kaldırıyorum. Onlar da tek adamın , bir köpekle kendilerini etkisiz hale getirmesini kabullenemiyorlar. ( Hayatımın en büyük hatalı hareketlerinden biri)
Bir elin yakama yapışarak, beni yatağa çekmesi , sert bir kafa darbesinin tam suratımda at çiftesi gibi patlaması, adamın sol elinde bir salise için görebildiğim ve bana sallanan ekmek bıçağının sol avucumun başparmak kaslarını yırtarak tam kalbime doğru , alttan yukarı saplanışını , bu arada korkudan tüfeğimin tetiğini çekerek seri atışa bağlı G 3 Piyade tüfeğim den çıkan üç merminin, adamın başına bir karış mesafeden , ahşap zemine saplanışını , hiç ama hiç unutamam . ( İşte lanet bir kaç bitmek bilmeyen dakika ,bu olmalı. Kaçıncı yırtış hayatımda , kim bilir?)
Adam , silahın patlamasından korkarak elime , sapına kadar saplı olan ekmek bıçağını bırakmıştı. Şimdi 25 cm namlu uzunluğu olan bıçak , sapına kadar girdiği elimde sallanıyordu. Pars bir anda yerde yatanın , adeta bütün suratını ağzına alarak , gözleriyle benden “Parçala “ komutu bekliyordu. Öbürlerinde bir hareket olmamıştı ama silah sesinden pustukları, arkadaşlarına bir şey olup olmadığını görmek için başlarını az bir şey oynattıklarını görüyordum. O sırada arka tarafa koyduğum polis, içeri girerek , elinde MP-5 silahı ile duruma hakim olmamıza yardım etmişti. ( İçeri girmeden ,önce pencereden uzak bir kontrol , sonra kapıdan bakıp çekilme ve emin olduktan sonra, içeriye silahı atışa hazır bir şekilde giriş. Bu polis on yıllık memurdu ve tecrübeli bir arkadaştı.) Onun arkasından şoförüm Osman Onbaşı ‘da koşarak geldi.
Elimi delip geçen bıçak , Osman’ ı kan tuttuğu için ona büyük korku yaratmıştı. Polis yerdeki tabancayı alıp beline sokmuş, sıra elimi delen bıçağın çıkartılmasına, göğsüme değdiği halde neden batmayışına gelmişti. Montun önünü açarak kalbime doğru baktığımda çok az bir kan gördüm. Bunun sebebi ; sol cebimde bulunan ve Ordu komutanımızın günlük emirleriyle , taşımak zorunda olduğumuz akıl defterinin tam ortasına isabet etmesi ve ancak basit bir çizik açmasıydı . ( İçinde birlik ile ilgili bilgilerin yer aldığı bu küçük defterin yeri de , sol üst cep olarak tarif edilmişti. Bir toplantıda alay komutanı “ Aman çocuklar bu akıl defteri hep sol üst cebinizde , kalemi ile bulunsun . içindeki bilgiler, bir şey sorulduğunda sizi kurtarır “ demişti de , gülüşmüştük.” Doğru söylüyorsunuz beni kurtardı “demiştim, o da gülmüştü.
Polise , şu bıçağı çıkart diyorum, adam neredeyse kusacak . Osman‘ ı zaten kan tutuyor. Bu vaziyette dışarıya da çıkmak istemiyorum. İnsanlar toplanmış, bizi seyrediyor. Polis dışarı çıkıp ,sabah güneşi ile ve silah sesleriyle uyanan , Patnos’ lu bir nineyi getiriyor. Kadın kim bilir neler yaşamış, çok metin bir ihtiyar. Hem dua ediyor ,hem de bana “ Korkma kumandan , sen bana bırak, başını çevir sadece” diyor. Tam benim istediğim gibi , elimi daha fazla kestirmeden iki çekişte bıçağı söküp alıyor. Bu sefer de , ben fenalaşıyorum. Osman’a dayanarak, belli etmemeye çalışıyorum . Elim çarşaf ile sarılırken , biraz kendime gelebiliyorum. ( O sahneyi , bugün hayal etmeye bile cesaret edemem, için bir tuhaf olur.)
Ağzımda bir taş mı var? Elime aldığımda ön dişlerimden birinin kırılıp , ağzımda kaldığını görerek çok üzülüyorum. Hayatımda böyle bir kafa atışı görmemiştim. Vuran pisliğin de, kafasının alın tarafı patlamış kanıyor. Yaşlı nine tuvalete koşup , oradan söktüğü yarım aynayı getiriyor. Hem alt hem de üst dudağım yarılmış. Burnum daha önce kırılmış olduğu için darbelere dayanıklıdır derdim ama iki deliğinden de , kan akıyor. Kalanını da , bu herif mi kırdı yoksa? Zaten üstüm başım kan içinde, fena hırpalandım. Nine şükür duaları ederek, tanrıyı işaret ediyor, beni koruduğunu söylüyor. Ona yeni gözlük aldığım zaman , yine dualarını esirgememişti.
(Bu olay olduğunda, 30 yaşında ve 15 yıllık askerdim. Tamamen kendim hata yaparak , canımı ve operasyonu tehlikeye attım. Üstelik , bu konuda verdiğim eğitimde, yerde yatan birine doğru, asla eğilerek pozisyonun bozulamayacağını ve bir örtünün el ile değil , ayak veya namlu ile çekilebileceğini ben öğretmiştim. Sol elimin kasları kesildiği ve birkaç küçük kemik kırıldığı için ,halen daha sol başparmağım, adalesiz ve güçsüz kalmıştır. O çok gıcık kapıp , zorla taşıdığım kalın kapaklı akıl defterim olmasaydı ,o bıçak kalbime girebilir ve her şey, o anda bitebilirdi. Firariler , bir tüfek ve bir tabanca da, kazanmış olurlardı. On beş yıllık adam , küçük bir aksiliğin ardından sinirlene biliyor , düşünemiyor, panikleye biliyorsa , 12 ayda terhis olacak asker ne yapabilir düşünmek bile istemiyorum. Askerlik ,aynı dili konuşabilen ,bir deneyim ve düşünce sanatıdır. Panik veya korku , anında herkesi acemiye çevirir.)
Dışarıdaki yaralı polisle , halk ilgilenmeye başlamıştı. Elimi sardıklarında , onun yanına koşmuştum . Pantolonunu , sonra da donunu çıkarttığımda, kandan hiç bir şey görememiştim. O sadece inliyor ve çok utanıyordu. Üç mermi de poposunun bir tarafından girip öbür tarafından çıkmıştı. Birkaç kat yaptığım çarşafı üzerine bastırıp kaymaması için sıkıca bağlıyorum. Neden ayağa kalktığını soruyorum. “Yanlış ihbar zannettim. Çömelmekten de, dizlerim ağrımıştı. Kimse görünmüyordu üstelik..” diye cevap veriyor. Öyle olsa bile, ben tam kapının önünde kazık gibi çakılıp kaldıysam , sen kendi başına, mevziden çıkma kararını nasıl verirsin? Adam , camı kırmadan atış yapsaydı, sen yoktun Pehlivan. ?( Bu yakışıklı sekiz aylık genç polis, olayın ciddiyetini anlayamayacak kadar acemi )
Beş kişinin ellerini çarşaflarla, çamaşır ipleriyle bağlıyoruz. ( Ne polislerin ,ne de benim Jeep’ de bulunması gereken kelepçeler yok. Ağırlık olmasın diye almamışlar, çaylak olmak ne güzel? ) Osman , koşarak geldiğinde dikkat etmemiştim. “ Nerde Osman senin tüfeğin? “ diye soruyorum.
“Komutanım , ben silah sesleri bitip de , sizin polisleri çağırdığınızı duyunca acele ile tüfeğimi Jeep’ de bırakmışım.” ( Bu da , on dört aylık asker, yardıma silahsız geliyor. Aslanım benim)
Adamları birbirine de bağlayıp, yaralı polisi ve refakatçi arkadaşını Jeep’ le gönderiyor ve esir kafilesi götüren Fransız Partizanları gibi yola düzülüyoruz. Pars yanımda ve ikide bir de hiç adeti olmamasına rağmen , elimi yalıyor. Gözlerime bakıp “ Niye o hatayı yaptın? Ben yanındayken kaldırsaydın ya yorganı. İyi ki sana bir şey olmadı “ diye sızlanıyordu sanki . Bu beş kişi içinde, üç yaralı vardı. Pars’ ın elinden tabancayı almak için ,sağ elini parçaladığı adam, kapıdan girişte suratını dipçikle dağıttığım adam (Tecavüzcülerden biri) ve yerden bana bıçak sallayan , suratını Pars’ ın ısırdığı adam. ( Aslında, bu listeye beni de ilave etmek lazım. Suratım çok kötü durumda . Bıçağın sapına kadar delip geçtiği sol elim, çok ağrı yapıyor üstelik)
Korhan Çavuş’ un timi getirmemesi ,az daha benim, polisin ölümüne ve onların birkaç silah daha kazanarak güçlenmesine , bizim komando bölüğünün de, rezaletine sebep olacaktı. Çok şükür bir Jandarma aracı , bize doğru geliyor. Önünde yaşlı bir astsubay var. Bizim esir kafilesini arkaya bindiriyoruz.
Astsuba’ya kaybolan timden bahsediyorum Şöyle bir düşünüp , onların Patnos Deresi’nin yatağında olabileceğini söylüyor. Gün yeni doğmakta, gecenin serinliği ,güneşi görünce, korkudan buhar olup uçmakta. Ben hayatımda ilk defa kendi bölüğümü bu kadar disiplinsiz ve sahipsiz gördüm. Erlerim dere kenarına dağılıp, yerlere uzanmış, ellerinde o pis sigaralar, tüfekler yerlerde , parkaların önleri açılmış , dağılmış bir eşkıya sürüsü gibiler. Salak salak Jandarma pikabına bakarak, sigaralarını tüttürmeye devam ediyorlar .
Reo, tam derenin kenarına çekilmiş, hemen yanında biri yatıyor . Birkaç kişi o yatanın başındalar. Evet yatan Korhan Çavuş .Benim indiğimi görenler , hemen toparlanıyorlar ama Korhan hala yerde. Göğsünü açıp, dere suyuyla yıkamışlar. Elleri ve dişleri sara nöbeti geçirmiş gibi sım sıkı. Ben onun hastalığını iyi biliyorum , “Harp psikozu “ diyorlar . Daha önce de gördüm , bu durumu. Hemen araç başı yaptırarak, ben de Reo’ ya biniyorum ve istikamet alay reviri.
Korhan’ ı, kas katı yatağa uzatıyoruz. Nabız çok düşük , serumlar, iğneler kırla gidiyor. Elimin sargısını açan doktor ,hemen bir el cerrahına gitmem gerektiğini , başparmağı tutan ana kasın , parmak ekleminden kesilmiş olduğunu söylüyor. Kendime bu hatayı yaptığım için çok kızgınım. Sadece elimin içine ve dışına dikiş atmasını istiyorum.
(Acemi de değilim ama irademin dışında eğildim o yatağa. Herif bir kafada suratımı dağıttı. Ya ateş alan tüfek, biraz kaysaydı, bir de katil olabilirdim. Korhan Çavuş’ u , gebertmek istiyordum ama onun ilk önce araç komutanını vururlar kokusuyla Reo’ yu dereye sürdürüp , orada kusarak bayıldığını duyunca yapacak bir şey olmadığını anlamış oldum. Her şey irade dışı olarak gelişiyordu. Çocuğun ilk göreviydi üstelik.)
Korhan Çavuş’ u , hemen izine gönderdik. Eline ayrıca “ Komando olamaz, başka bir birliğe sevki uygundur “ yazısını da imzalayıp vererek . Bu arada Elazığ Kolordu Komutan’ lığından operasyon için teşekkür ve başarıya layık personelin isminin bildirilmesi hakkında kripto mesajı gelmişti. Başarıya en layık olan personel , Pars’ tı.
Akşama doğru gelen mesajda , Pars’ ın rütbesi soruluyordu. Onun rütbesinin olmadığını, bir köpek olduğunu cevaben yazmıştık. Şahsıma gelen para mükafatı ile , hem ona döner yedirmiş, hem de parası hiç gelmeyenlere bölüştürmüştüm.
Üç gün sonra odamda çalışırken, kapı çalınmıştı. İçeriye 195 boylarında, uzun siyah saçları özenle geriye taranmış , pala bıyıklarının uçları hafifçe yukarıya doğru bükümlü , yiğit bir adam girmişti. Yaşı kırk beş , elli arasında olmalıydı.
“Ben, Korhan’ ın babasıyım kumandan. Bu madalya babamın Hatay’ın kurtuluşunda gösterdiği yiğitliğe, İsmet Paşa tarafından verilmiş olan nişandır. “
Aman Tanrım , adam belinden çok iri bir Karadağ toplusu dedikleri antik bir tabanca çıkartıyor. Ne yapacağını bilmiyor ve onu seyrediyorum. Tabancayı sert bir şekilde , masama vuruyor. Adamın , gözündeki yaşları tutamadığını görüyorum. Üzerindeki gömleği iki eliyle yırtarak;
“Al bu silahı , bu şerefsiz evladın babası olduğum için , beni vur komutan. Benim soyumda korkak olmaz , vur beni , bu utançla yaşatma komutan.”
Allah’ım , ne yapmalıyım, ben de onun gibi ağlıyorum. Kalkıp ona sarılarak, sürgün yazısını geri alacağımı söylüyorum. Çok zor sakinleşiyor. ( İyi ki geri almışım. Oğlan daha sonraları en gözü pek askerim oldu)
Bir ara karşılıklı çaylarımızı yudumlarken Korhan Çavuş’u çağırtıyorum. İçeriye kafası sargılar içinde giriyor. İnanılacak gibi değil, sol çene kulak altından kırılmış. Sarkık duruşundan , tedavi de görmediği belli. Korhan gideli, üç gün olduğuna göre, sadece Hatay’ a gidip, dayak yiyerek geri geldi demektir. İzin kağıdını da iptal ederek , Ağrı’ ya hastaneye gönderiyoruz. Hemen ameliyata almışlar.
( Bu vatan topraklarına, küçük parmağından bir damla kan bile damlatmamış insanların, yurt savunmasını hafife alarak ordumuzu yıpratmak isteyenlere hitaben , kısala kısala kuşa dönmüş , acemilerle doldurulmuş bir ordu yerine; gönüllü sistemiyle, en az orta okul mezunu , boyu posu uygun , mevcudunda, gizli sakat olmayan, gerçek kaplan bir orduda, 30 ay askerlik yapılmasını, en az asgari ücretten maaş ve sonunda 30 aylık daha toplu para ile terhis edilmesini, sosyal yaşam imkanlarının yatak ,banyo ,spor tesisleri, daha iyi beslenme gibi konularda sıkıntısız olmasını arzu ediyorum.
Terhisinde ,polis ,güvenlik, koruma görevi almasında devletimizin destekleyeceği gençler haline getirilmesini , kısaltılma kararı bu gün yürürlüğe giren ve yetiştirilme süreleri bence çok kısa olan , sürekli personel değiştirmeye odaklı, ordumuzda zayıflık yaratacağı endişesindeyim)
Benim küçük oğlum da askere gidecek . Bu habere çok sevindiğini söylüyor. Ama o nereden bilsin , tankın ,topun, elektronik cihazların , deniz ve hava araçlarının sık sık el değiştirmemesi gerektiğini. Eksik kadrolu birliklerin ,nöbete bile adam yetiştiremeyeceğini, ancak yetişmiş insandan bir şey umulabileceğini. Bu yıl kayak öğrenen erin , gelecek kış olmayacağını ve etrafımızın bir düşman çemberi ile sarılı olduğunu.
Allah’ım , bu toraklar için canını , kanını verip,( Vatan Sağ olsun ) diyerek , genç yaşta cennete gidenlere, malül olarak , gazilik şerefiyle sürünenlere , bayrak ve toprak için , ölüme rıza gösteren kahramanlara , ailelerine yardım etsin , onlar için ettiğimiz dua larımızı kabul buyursun. Onları doğuran analarımızı kutsasın . Amin.
E.Yaşar Ovalı 25. 10. 2013
YORUMLAR
Sevgili Abim.
Bu her biri bir diğerinden daha heyecanlı ve askerlik denilen mefhumu olduğu gibi anlatan yazılarınızın bir kitap halinde Türkiye'nin bütün kitapçılarında görmek en büyük arzumuzdur.
Bu arada..Askerlik mesleğinin nasıl oplması gerektiği hususundaki önerilerinize de aynen katılıyorum.Eline çakı bile almamış çocukları iki aylık bir eğitimden sonra savaşın tam göbeğine sokarsanız o sizin yaşadığınız durumlar hep yaşanacaktır.Evet '' Vatan sağ olsun '' Ama bilinçli , akıllı, bilimsel bir şekilde sağ olsun.
Askerlik, içinde bir ukde olan ben için çok çok güzel ve her satırı değerli olan bir yazıydı. Teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.