- 648 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 5
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Karşısında üstü ıslak çocuğu ve ıslanmış yatağın başında, öfkeyle , ne yapacağını şaşırmış adamın aklına, annesinin çocukla birlikte gönderdiği, bez torbaya bakmak geldi. Gerçekten de, düşündüğü gibi, yedek çamaşırlar vardı o bez torbada, bir de defter ve kitaplar.
Aceleyle, bir taraftan da silerek, çabucak soydu çocuğu. Çocuk , utancından halâ elleriyle yüzünü örtüyordu. Kahvenin sabah müşterileri olan Hamza dayı ve diğer ihtiyarlar, biraz da acıyarak, acı acı gülümseyerek onları seyrettiler. Çocuğa temiz çamaşırları giydirdikten sonra, ıslanan yatak ve yorganı, kahvenin bahçesine taşıyıp, kuruması için serdi adam.
Tekrar kahveye dönüp, ocaklıkta bulaşıkları yıkadığı lavaboda ellerini yıkadı. Çocuğa da elini, yüzünü yıkamasını söyleyip, isteği yerine geldiğinde, öfkesi oldukça azalmıştı. Ocaklıkta, bozuk paraları koyduğu fincandan elli kuruş alıp çocuğa uzattı.
’’Hadi bakalım ; bisküi al da kahvaltı yapalım. ’’
Çocuk da biraz rahatlamıştı. Koşarak, aradaki kapıdan geçip, bakkala gitti. Teneke kutulardaki bisküilere şöyle bir göz attıktan sonra, kremalı olanları gösterip ;
’’ Şunlardan elli kuruşluk verir misin İbrahim amca’’, diye seslendi. Adam, çocuğa hafifçe gülümsedikten sonra, terazinin kefesine, gazeteden kesilmiş, küçük bir kâğıt parçası koyup, kutudan aldığı bisküileri onun üzerinde tartıp, sardı ve çocuğa uzattı.
’’ Al bakalım, küçük İncirli. Afiyet olsun. ’’ Çocuk, bu isme henüz alışmadığından, duraksadı önce. Sonra, kabullenmiş gibisnden cevap verdi.
’’ Sağol amca . ’’
Radyonun altındaki masaya yerleştiğinde, babası, paşa çayını çoktan hazırlamıştı. Kendine de bir çay koyup, çocuğun yanına oturdu. Onu kırdığının, haksızlık ettiğinin farkındaydı , pişmandı. Eğer, becerebilse, özür bile dileyecek, gönlünü alacaktı çocuğun. Fakat cahildi, böyle şeyler bilmezdi ki. Sadece gülümseyişiyle ve saçlarını okşayarak anlatmaya çalıştı duygularını. Çocuk hissetmişti onun duygularını. İçten içe gülümsedi o da. İştahla yaptı kahvaltısını.
Kadının oğlu, erkenden kalkmıştı. Günlerden Pazardı ve tüm gün manav dükkânında çalışması gerekiyordu. O, lavabodan çıkana kadar, sofraya , tarhana çorbasını koymuştu kadın. Mukaddes, henüz uyanmamıştı.
’’ Mutlaka gidip, Fikret’i geri getireceğim. O adama bırakmam ben kardeşimi. Bu arada, sakın diyorum sana ; Mukaddes’i de göndermeye kalkma, bozuşuruz seninle. Anne demem, düşmanın olurum senin !’’
Karşısına oturdu oğlunun. Kendini savunması, haklı olduğuna oğlunu inandırması gerekiyordu.
’’ Göndermeyip de ne yapacağım ? Nasıl bakacağım ? Evin parası biteli nice oldu. Geçinemiyoruz bir türlü. Ev kirasını bile veremiyoruz. ’’
’’ Beş yüz liraya ev mi satılırdı anne ? Ne diye yok pahasına verdin evimizi ? Şimdi para bitti, kirayı veremiyoruz, geçinemiyoruz deyip duruyorsun ! Suyu mu çıkmıştı köyün ? Kendi evimizde, geçinip gidiyorduk ne güzel !’’
’’ En çok sen şikâyet etmiyor muydun, okula gidip gelmek zor oluyor diye ? Okulu bırakmaya kalkışmadın mı ? İlk sene sınıfta kalmanı, yolun uzaklığına saymadı mıydın ? Ben en çok seni düşündüm. Rahmetli baban, hep okumanı isterdi. Vasiyetidr bana ! İllâ da okutacağım, vasiyeti yerine getireceğim !’’
’’ Eğer beni birazcık düşünüyorsan, Fikret’i geri getirmeme razı olacaksın, Mukaddes’i de göndermeyeceksin, tamam mı ? Birlikte , daha çok çalışıp, geçineceğiz. Kardeşlerime de bakacağız ! ’’
Çorbasını bitirip, elini, ağzını yıkadı. Ceketini, ayakkabılarını da giyip, işine gitmek üzere kapıdan çıktı. Kadın, masada, kendi kendine söylenmeye devam etti.
’’ Çok çalışacakmışık, geçinecekmişik. Lâfla peynir gemisi yürüse ! Olmuyor işte, olmuyor. Şu iki göz gecekondunun kirası bile, dünyanın parası. Şehir yerinde, bahçemiz yok, tarlamız yok. Hayvan olarak da, iki tane kel tavuk ! Onlaraın yemine bile para yok ! ’’
’’ Anneeee , ben babama gitmek istiyorum. Kardeşime gitmek istiyorum. Bana ne, bana ne ! ’’ Uykusundan uyanmış, hem gözlerini ovuşturuyor, hem de sızlanıyordu Mukaddes.
Ayağa kalktı kadın. Öfkeliydi. Kime karşı olduğunu, kendisi de bilemiyordu, öfkesinin. Ölen ilk eşine mi, kovduğu ikinci kocasına mı, çocuklarına mı, yoksa , kaderine mi ? Belki de hepsine ! İki eliyle, başını tutup kendine doğru çekti çocuğu. Saçlarını hem anne şefkatiyle okşuyordu, hem de öfkesini dile getiriyordu.
’’ Gideceksin kızım, merak etme gideceksin. Sabret sen biraz. Babana da kavuşursun, kardeşine de !’’
Duvara dönük gözlerinin, aslında nereye baktığı, neler gördüğü , hiç de belli değildi. Uzaklara, çok uzaklara bakıyor, kaderin kendine ve çocuklarına getireceği kara günleri görüyordu..
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
İyice kaptırdık kendimizi hikayeye.
Sözün doğrusu,
cümlelere,
noktalamaya,
edebiyata flan baktığım yok artık.
Hikayenin derinliklerine daldık gidiyoruz.
Konu,
öyle heyecan verici, çokça merak uyandırıcı değil ama,
yazarı gerçekten okunası kılmış olayı.
Yakanızı kaptırdınız mı, bırakamıyorsunuz bir daha.
Sinemada, heyecanlı bir film seyrediyormuş gibi...
Bu sinemacılar hep böyle midir?
Seviyorlar insanları hapsetmeyi...
Karanlıkları bile sevdiriyorlar insana...
Bu sayfalarda takip ettiğim güzel yazılardan biri...