- 2850 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ ÖĞRENCİLERİNDEN BİR DEMET
Onlar yıllardır bir araya gelirler, yarenlik ederler, söyleşirler Ankara Başkent Öğretmenevi’nde. Okul yılları bir bir geçer gözlerinin önünden. O yılları yeniden yaşarlar. Hele geçen yıl kaybettiğimiz, önce okuldan arkadaşları, sonra da müzik dersi öğretmenleri Mesut Ayken’le buluşmalarını hiç unutamam. Mesut Ayken; öğretmeni Ruhi Su’nun söylediği ezgilerle coşar, onlar da O’na eşlik eder, ezgiye sesleriyle yeniden can katarlar: “Koca Beyim çok yerleri gezmişem, Nice nice olayları görmüşem, ”
O an kendilerini Hasanoğlan’da Müzik Dersliği’nde sandıklarını görür gibi olurdum. Ancak bu birliktelik uzun sürmedi. Yeni buluşmalarda Mesut Ayken aralarında olamadı. O’nu 27 Şubat 2012 yılında kaybettik. İşte onlar her toplantılarına böyle yürekleri çarparak gelirler. Aramızdan ayrılan olmasın diye düşünür dururlar.
Yaşam sürüyor, sağlıkları elverdikçe bu köy enstitülü demet bir araya gelmeye çalışıyor. Osman Durdemir de bu demetten bir parçadır. Hala akordiyonuna parmakları dokunuyor gibi. Arkadaşları yanında ve de halaya duracaklar gibi.
1945 yılında okula kayıt olan ve müzikte çok başarılı olan Osman Durdemir, akordiyon çalmayı Hasanoğlan’da öğrenecek ve yüzlerce kişiye tempo tutup onları coşturacak başarıyı gösterecektir. Ankara’daki 19 Mayıs Törenlerinde okul öğrencilerinin gösterilerinde davul ve zurnaya, akordiyonu ile de eşlik edecektir. Yarışmalara katılmak için bu alanda çalışıp, kendilerini yetiştireceklerdir.
Bu yoğun çalışmalar sonrasında Osman Durdemir ve arkadaşları, mezun oldukları 1950 yılında 100 kişilik bir grupla İstanbul’da konserler vermişler, halk oyunları ekip arkadaşlarına eşlik etmişlerdir.
Hasanoğlanda kurulan kayak takımında yer alan Perihan Gürler, iyi kayak yapma becerini gösterenlerden biri oldu. Halise Apaydın’dan aldığı taktikleri tam uyguladı. Yetenekliydi, bu O’na kayak yapmada başarılı olmasını sağladı. Öğrenmişler, öğrendiklerini arkadaşlarına da öğretmişlerdir. Bazı hafta sonlarında kayak yapmak için Elmadağ’a gittikleri de olmuştur. Çünkü kayak yapmanın ustalıklarını öğrenmek ancak böyle olurdu.
Artık Hasanoğlan’da ilk günlerde yapılan tahta kızaklarla kaymak ve eğlenmek, yerini kurallara uygun kayak sporuna bırakmıştı. Her etkinlik ve çalışmada kurallara uygunluk ve işe görelik burada da uygulanmaya başlanmıştı. Bundan da anlaşılıyor ki, Köy Enstitülerinde çalışma ve tüm uygulamalar belli bir eğitim anlayışı ile ve de eğitim yöntemlerinden ödün vermeden yapılırdı.
Perihan Gürler, Yüksek Köy Enstitüsü’nde okurken staj yapmak için İvriz Köy Enstitüsü’ne gönderilir. Enstitü yeni olduğu için kuruluş tamamlanamamıştır, eksikleri vardır. Yine öğrenciler çalışma alanlarında, zamandan kaybetmemek için, toprak alanda toprak sekiler yapar,masa yerine yemeklerini bu sekiler üzerinde yerlerdi. Yani onlar hiç yılmaz, yılgınlık göstermez, yoklulara aldırmaz, yoklukları yenmek için daha çok çalışırlardı. Zaman kaybını önlemek için buldukları bu yöntem oldukça ilginçti.
Çünkü onlar uyanmaya can atan, öğrenmeye susamış Anadolu halkıydı.
Süleyman Balamir, Çorum’un Elemin (Altınbaş) köyünde, 1929 yılında doğmuştur. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne girer. Severek okur. Ancak Süleyman Balamir’in, çok sevmeye başladığı bir şey daha vardır. Tarla ve bahçeleri traktörle sürüp, ekim ve dikime hazırlamak. Traktör tutkusu çok fazladır. Bu nedenle çalışmalar sırasında okulun traktörünü çok kullanmıştır. Traktör tutkusu öyle artar ki, gizlice sürücü belgesi almak üzere başvurur. Okul Müdürü Kemal Üstün bunu öğrenir. Süleyman Balamir’in haberi olmadan bu başvuruyu iptal ettirir. Kemal Üstün, traktör sürmeyi çok seven Balamir’in, sürücü belgesi alması halinde okulu bırakacağını düşünmüştür. Bu nedenle onun ehliyet almasına engel olmuştur. İyi ki de olmuştur. Balamir bundan sonra konuyu hiç düşünmemiş, okul çalışmalarına ağırlık vermiştir. Okuldan mezun olduğu zaman da okul müdürü Kemal Üstün, Balamir’in sürücü belgesi alması için tüm işlemleri yaparak, sürücü adayı sınavlarına katılarak belge almasını sağlamıştır. Yönetici olmak, öğrenci yararına olan çalışmaları öne çıkarmak budur. Süleyman Balamir bu olumlu tavrı ve eğitimcilik anlayışını yıllardır unutamamıştır.
Balamir’in bu yatkınlığı, okul içindeki çalışmalarda, ivedilik isteyen işlerde okul jipini kullanmasını da sağlamıştır. Bir gün dersten çağrılır, Kemal Üstün karşısındadır. Sabah erkenden Hasan Deresi’nden okula gelen su yolunu kontrol için gitmişler, ancak jip yolda bozulmuştur. Uğraşır, bir türlü çalıştıramazlar. Onca yolu yürüyerek gelirler. Kan ter içinde kalmışlardır. Kemal Üstün Balamir’e “Jip yolda kaldı, çalıştıramadık, git bak.” der. Balamir hemen yola koyulur, o da kan ter içinde kalarak jipe ulaşır. Kontak anahtarını çevirir, çalışmaz. Tık yok. Ön kaputu açar. Motorun sağına soluna bakar, derken bozuk yolda, sarsıntıdan kutup başlarından birinin çıkmış olduğunu görür. Kutup başını yerine oturtur ve iyice sıkıştırır. Jipi çalıştırarak okula getirir.
Eğiitm ve teknolojinin iç içe oluşunun verdiği bir yatkınlıktır bu. Süleyman Balamir hem okuyor hem de çevresinde olup bitenlere alıcı kuş gibi bakıp kavramaya, öğrenmeye çalışıyordu. Öğreniyordu da. Tüm Köy Enstitülerinde öğrencilerin ilkesi buydu. Araştırmak, öğrenmek, öğrendiğini uygulamak… Bu nedenle başarılı oldular. Bu nedenle başarıları hala unutulmadı… Unutulmayacak da.
Okulun hayvanları vardı. Bunlardan okulun yararlandığı koyunlar salt ahırda değil, verimin artması için yaylada ağıllarda beslenmişlerdir. Okulun içindeki ahırdan başka bir de ağılı vardı. Ağıl, İdris Dağı eteklerinde kurulmuştu. Korunak olarak bir çoban kulübesi yapılmıştı. Bahar ve yaz aylarında kız ve erkek öğrenciler, öğretmenlerinin denetiminde buraya dönüşümlü giderek bakım ve süt sağımı yapardı. Emine Aydoğan Biçer de bunlardan biriydi. Nöbet sırası onlara geldiğinde atlara biner ağıla giderlerdi. Orada bulunan koyunlar sağılır, sütler güğümlere doldurularak, yine atlara binilerek okula getirilir, bu sütlerle yoğurt, peynir yapılır, bazen da öğrencilere sabah kahvaltılarında verilirdi. Ancak peynir yapılmasına özen gösterilir, sonra tuzlanıp kış aylarında tüketilmek üzere depolara konurdu. Sıkıntılı dönemde en iyi yöntem buydu. Ziraat öğretmenleri yönetiminde yürütülen bu çalışmalardan oldukça iyi sonuçlar alınır, okulun gereksinimlerinin bir kısmı bu yolla karşılanırdı.
Sait Bozkurt öğretmen 1948 yılında Anıtkabir inşaatında sınıf olarak çalıştıklarını, o gün duyduğu heyecanla anlatmaya başladı. 3 B sınıfının başkanıydım. O günlerde Anıtkabir yapılıyor. Aklıma geldi, biz de gidip bu inşaatta çalışmalıyız dedim. Yapı Başı Mustafa Güneri öğretmene giderek Anıtkabir inşaatında sınıfça çalışmak istediğimizi söyledim. Heyecanlandı. “Dur.” dedi. Gitti. Yönetimden izin aldı, kumanyalarımızı hazırlattı ve bir Pazar günü sınıfça Ankara’ya giderek Anıtkabir inşaatında çalıştık. Oraya bizim de bir katkımız olmuştu. Çok mutluyduk. Hala da mutluluk duyuyoruz.” diye ekledi.
Hadiye Cantürk kendi köyü Eymir’e atandığında odasını ve sınıfını tek başına onarmış, badana yaparak hizmete açmıştır. Köyün gençlerine ördüğü file ile veleybol sahası yapıp onlara veleybol oynatmıştır. Köyün sağlık, dikiş, aşı yapma işlerinde de önder olmuştur.
Nezihe Yücel, Ömer Ekşioğlu, Fehmi Kılıççıoğlu, Rıfat Adıgüzel, Ali Şahin, Ayşe Orhan öğretmenlerimize sağlıklar dilerim.
Ellerinize sağlık öğretmenlerim. Var olun. Var olun ki, yaşama gücümüz artsın, artsın da düşünce sınırlarımız giderek büyüsün, aydınlansın kafalar.
Mehmet ERBİL
www.mehmet-erbil.tr.gg