- 534 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 4
Sekiz yaşındaki oğlunu, nereye gönderdiğini söylemeden, öpmeden, bindirdiği eski köy kamyonuyla, ölen ilk eşinin ardından, imam nikâhı ile iç güveysi aldığı , daha sonra da, olaylı bir şekilde kovduğu, ikinci kocasına, çocuğunun babasına gönderen kadın, kamyonun arkasından bir süre , donuk gözlerle bakakaldı.
Kendine gelip, kiralık olarak oturduğu gecekondusuna döndüğünde, önemli bir yükten kurtulmuş hissetti kendini. Severek evlendiği , üç çocuk sahibi olduğu, daha sonra felç olup ölen, köyün hem öğretmenliğini, hem de muhtarlığını yapan ilk eşini hatırladı. Ne vardı ki, erkenden felç olup ölecek ! Üstelik kendine, hisseli, eski bir evden başka da bir şey bırakmamıştı. Köylük yerde, üç çocuklu, dul bir kadın olarak yaşamak, geçinmek, çok zor olduğu için, özellikle de, köyün ağası Kara Hüseyin’in ön ayak olması ve de tavsiyesi ile, onun yanaşmalarından , cahil, çulsuz bir adamla evlenmek zorunda kalmıştı.
Daha sonra, köyün sığırtmacı olan, bu imam nikâhlı kocasını , henüz tanıyıncaya kadar bir kızı dünyaya gelmişti bile. O günlerde, karşı eve gelin gelen ağa kızının, bu kocasının eski sevdalısı olduğunu öğrenmiş, üstelik adamın halâ onda gözü olduğunu, bunu saklamak bile istememesi yüzünden huzuru iyice kaçmış, aynı günlerde, bir kez daha hamile kaldığını öğrendiğinde ise, adeta deliye dönmüştü. Kesinlikle doğurmayacaktı bu çocuğu ! Ne yapıp edip düşürecekti. O bir Arnavut kadınıydı ve inadı inattı.
Hemen her yolu denemesine rağmen, bebeği ondan daha Arnavut çıkmış ve inadına dünyaya gelmişti. Dayısının adını koymaya kalkmıştı adam. Halil olsundu oğlunun adı. Kadının ilk eşinden olan , adamın her şeyine muhalif ve onu asla istemeyen iki kızı, çocuğun adını , Fikret diye diretmişler ve onların dediği olmuştu.
Pencerenin kenarındaki sedire oturmuş, üçüncü defa evlenmeye niyetlendiği adamın karşıdaki evine doğru bakıyordu. Emekli bir demiryolcuydu adam. Daha önce hiç evlenmemiş, yaşlılık zor gelmeye başladığından, onunla evlenmeye niyetlenmişti. Kadın da, şehir yerinde geçinmekte, köydekinden daha da fazla zorlandığından, başka da çare olmadığına inanıp, evlilik teklifine olumlu bakmaya başlamıştı. Ne var ki ; kalabalık bulmuştu adam onları. İşte bu yüzden, hiç de sevmeden evlendiği, dört yıl , kavgalarla geçen evlilikten sonra, iki çocuk sahibi olduğu adamın çocuklarından kurtulmak, ikisini de ona göndermek istemişti.
İki kızını evlendirmiş, büyük oğlunu da orta okula vermişti. Çocuk, okul saatlerinin dışında, bir manav dükkânında çalışıp, kazandığını da eve getiriyor, kadın da bulabildiği zamanlar ev temizliğine gidiyor ama bir türlü yettiremiyordu. Evlenmek şarttı. Bu işin başka kurtuluş yolu yoktu onun için.
Hızla açılan ev kapısı, bir an ürküttü kadını. Korktu sanki.
’’ Anneee ! Fikret nerede ? ’’
On yaşındaki kızı Mukaddes’ti. İki yana örmeli, siyah saçları, zayıf olmasına rağmen, tombul görünümlü yanakları, kahverengi gözleri ile, güzel bir çocuktu Mukaddes.
Daha bir saat önce, kamyona binip gittiğini gördüğü, gezmeye gidiyor diye, ardından ağladığını unutmuştu bile. Yıllardır birlikte büyüdüğü, yoksulluğu, babasızlığı paylaştığı, birlikte oynadığı, kavgalar ettiği kardeşinin yokluğu, birden bire aklına gelmişti.
’’ Fikret nerede dedim, anne ? ’’ Halâ dönmedi mi yoksa gezmekten ? Sahi, beni niye bindirmedin kamyona, ben de gezecektim ne güzel ! ’’
Kadın, neden onu da birlikte göndermediğini düşündü bir an . ’’ Kalabalıksınız !’’ diyordu İsmail efendi. Ya, evlenmekten vaz geçerse. Çok az temizlik işi çıkıyordu, geçinemiyordu işte. Gecekondunun kirasını da iki aydır ödeyememişti. Hacı, ikide bir gelip, kirayı istiyordu.
’’ Fikret, babana gitti. Artık gelmeyecek !’’ deyiverdi birden.
Minnacık gözlerden, o anda akan yaşlar, küçücük basma entariyi ıslatmaya başladı sanki. Öylesine sesli ağlıyordu ki çocuk, kadın çıldıracak gibi oldu.
’’ Çok istiyorsan, seni de gönderirim, merak etme !’’ diye bağırmaya başladı.
’’ Giderim, ben de giderim. Kardeşime giderim, babama giderim. ’’
’’ Sus diyorum sana, sus !’’ dese de susturamadı çocuğu. Sonunda, kolundan tuttuğu gibi, kapının önüne çıkarttı. Oradaki bir taşın üzerine oturup, ağlamasını sürdürdü çocuk.
Saatlerce eve girmedi. Yaşlar çapak yaptı gözlerinde de, silmedi, yıkamadı. Hiç bir şey yemedi, içmedi. Durup, durup ağladı, ağladı.
Akşam üzeri on beş yaşlarındaki oğlu eve döndü kadının. Günlerden Cumartesi olduğu için, daha çok çalışmıştı manav dükkânında. Gelirken de, Fikret’e bir oyuncak kamyon, Mukaddes’e bebek getirmişti. Bebeği uzattığında çok sevindi çocuk. Bir anda ağlamayı unutup, bebeği kaptı. Ağabeyi, ağladığını fark etmişti.
’’ Ne oldu, niye ağladın sen ? Annen dövdü mü yoksa seni ? Fikret nerede. Bak ona da kamyon aldım.’’
Kamyon deyince, kardeşi aklına geldi çocuğun. Yeniden ağlamaya başladı. Şaşırdı ağabeyi.
’’ Niye ağlıyorsun ? Yoksa Fikret’e bir şey mi oldu ? Nerede Fikret diyorum sana ?’’
Eğilmişti kardeşinin karşısında ve iki eli ile omuzlarından tutup sarsıyordu. Siyah, kıvırcık saçları, zayıf bedeni ile, hırslı, sinirli bir çocuktu. Gözleri, meraktan, fal taşı gibi açılmış, kardeşinin akıbetini öğrenmekte sabırsızlanıyordu.
’’ Annem onu gerçek kamyona bindirip, babama gönderdi. Artık gelmeyecek, babamda kalacakmış. Ağabey, ben de onların yanına gitmek istiyorum. Sen beni, kamyona bindirir misin ?’’
Hırsla yerinden kalkıp, kapıyı tekmeleyerek içeri girdi çocuk.
’’ Anneeeeeeee ! Neredesin, ne yaptın sen ? ’’
Mutfakta, akşam için yemek hazırlıyordu kadın. Yaptığından hiç de pişmanlık duymuyor, haklılığını ispatlamak için kendini savunmaya hazırlanıyordu.
’’ Ne yapsaydım yani ? Bak şu mutfağa ! Akşam yemeği hazırlıyorum. Ne var yemekte ; bol sulu tarhana çorbası. Başka ; çürümeye başlamış bir adet kuru soğan. Başka da bir şey yok . Yetişmiyor , geçinemiyoruz. Kalabalıkız oğlum, kalabalıkız. Şehir yeri, köye de benzemiyor. Açlıktan ölsek, kimsenin umuru değil. Mukaddes’i de göndereceğim. Kararımı verdim ben, göndereceğim onu da !’’
’’ Sen delirmişsin ! Öyle şey olmaz ! Okulu bırakayım diyorum sana. Tam gün çalışıp, bakarım size. Daha çok çalışıp çok para kazanır ,hepinize bakarım ben !’’
’’ Ne diyorsun sen oğlum ? Köyden, sırf senin okuman için geldim ben buraya. Ölürüm de bıraktırmam sana okulu. Bütün umudum sende. Kurtuluşumuz, ancak, senin okumanla mümkün olacak. Bırakalım da onlara babaları baksın. O tek başına, biz dört baş. Var mı öyle yağma ? ’’
’’ Gideceğim ben, kardeşime gideceğim, babama gideceğim, bana ne , bana ne !’’ diye tutturmuştu Mukaddes. Sanki, kendi kara bahtını, kendisi belirlemek ister gibiydi..
Devam edecek.
Fikret TEZAL
’
YORUMLAR
Hocam!...
Güzel bir bölümdü...
Zevkle, ilgiyle okudum...
Ne güzel kullanıyorsunuz edebiyatın argümanlarını.
İnşallah,
bir gün bizler de sizin gibi güzel cümleler kurabiliriz.
Çok beğendim...
Hikaye de gerçekten güzel gidiyor.
Ha!...
Anne şiiri de harikaydı...
Elinize sağlık diyorum...
Bir tutam hayat tarafından 10/24/2013 5:40:56 AM zamanında düzenlenmiştir.