- 1152 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kozasında gündüz düşleri, renkli kanatlar hayal ederek büyümüştü belkide...
Dışarıda yağmurun sesine eşlik eden ıslak serçe sesleriyle, gün doğarken uyandım uykudan. Akşamdan hazırladığım sırt çantam belli ki hazır bu yolculuğa. Ama ben zorunlu bir yolculuğa çıkarılmış küçük bir çocuk gibi gözüm arkada kalarak çıktım evden. Islak sokaklar bomboş. Sanki şehir çoktan terk edilmiş. Servis bekleme noktasına ulaştığımda, sabahın erken saatinde şehri terk eden tek yolcu olduğumu anladım. Servisin ne zaman geleceğini soracak kimse yok. Dahası her yer kapalı. Şemsiyemi kapatıp, beklemeye koyuldum. Çantamda sigara paketini ararken ıslak parmaklarımın arasından kayan çakmak, sığındığım apartman girişindeki merdivenlerin alt basamağına yuvarlandı. Bu yağmurda yola çıktığım için pişman, sakarlığıma söylenerek çakmağın peşinden indim basamakları. Korunaksız alt basamaklarda biriken yağmur sularının oluşturduğu öbeğin içinde duran çakmağa uzanırken, suyun içinde kanatları ıslanmış bir gece kelebeği gördüm. Canlı mıydı yoksa ölmüş müydü anlayamadım. Ellerim titreyerek uzanıp aldım onu suyun içinden. Bekleyen yolcuların oturması için bırakılan sandalyenin altına koydum kelebeği. Hareketsiz yatıyordu. Belli ki bir daha kalkmayacak, uyanmayacaktı yattığı uykudan.
Vakitsiz bu karşılaşma duygularımı alt üst etti. Eski evimizin bahçesinde yaz gecesi uçuşan gece kelebekleri geldi aklıma. Kocaman kanatları olurdu bazılarının. Sabahları çam ağacının altında mutlaka bir kaç tane ölmüş gece kelebeği bulurduk. Kız kardeşim korkardı. Ne çirkin kelebek bunlar diye söylenir, dokunamazdı. Kelebekler çirkin olmaz diye söylenir, çirkin dediği için kızardım ona. Israrla fikrini savunur tüm kelebeklerin renkli olduğunu ama bu kelebeklerin renksiz, çirkin bir böceğe benzediğini söylerdi o. İri kanatlı olanlardan birini, bu yaşıyor bak diye elime alıp kovalardım onu.
Kozasında kurduğu düşlerin büyülü hayaline kapılıp hayata geç kalmış olmalıydı bu kelebek. Süresi kısa bir ömür yetmezmiş gibi yaz yerine sonbaharda göz açmıştı dünyaya. Zavallı gece kelebeği; kozasında gündüz düşleri, renkli kanatlar hayal ederek büyümüştü belkide...
Daldığım düşüncelerden servis aracını kullanan sürücünün kornasıyla irkilip kendime geldim. Son durakta bekleyen tek yolcuydum. Benden başka bekleyen olmadığı için korna sesini acele etmemi belirten bir uyarı gibi algılayıp çantamı sırtlanıp, şemsiyemi aldım. Unuttuğum bir şey var mı diye düşünüp, geriye baktığımda kelebeğin kıpırtısız duruşu, birbine yapışmış ıslak kanatları ince bir sızı düşürdü içime. Üç günlük ömrünü yaşayamayan kelebeğe son kez bakarken; hayatı, mevsimsiz gelen baharları, erken yağan yağmurları, geç kalmış olduğum, yaşamadığım duyguları düşündüm. Toprak kokuları eşliğinde yağmurlu bir günde terk ediyordum şehri.
Şoförün dinlediği radyoda tanıdık bir türkünün sözleriyle, yağmur damlalarına eşlik ederek, gözyaşlarına boğulmuş bir kadının siluetini resmeder gibiydim buğulu camlara. Terminale yaklaştığımda silip gözlerimdeki yaşı, uslu bir çocuk olmaya karar verdim. Otobüsün gelmesine yarım saat vardı. Gazetemi, çayımı alıp beklemeye koyuldum. Gelen araçların anonslarıyla düşüncem bölünüyor, araca binmek için apar topar gereksiz bir koşuşturma başlıyordu bekleme salonunda. Yanımda oturan yaşlı bir kadın kendince konuşuyor nereye, neden gittiğini anlatıp duruyordu. Konuşma ilerledikçe merakı artacak, soru bana yönelecekti biliyordum. Bu soruların cevabını kendime bile vermemişken bir başkasına nasıl anlatacaktım bu gidişi. Ne düşünmek, ne tek kelime konuşmak istiyordum. İnsan sadece sevdiklerine kavuşmak için mi çıkardı yolculuğa. Yüreğimdeki sevgiden kaçmaya çabalıyordum. Oysaki daha yolculuk başlamadan, özlem başlamıştı. Sevgiden uzak durmaya çabalarken içimdeki özlem duygusu bir nehir gibi delice çağlıyor, yüreğim sürekli bu yolculuktan vazgeçmem gerektiğini söylüyordu. Duygularım, düşüncelerim panik halindeydi. Tek istediğim bir an önce çekip gitmekti. Tüm bu düşünceler eşliğinde, sigara içmek için izin ister gibi hem teyzeye hem kendime bir kaç sözcük geveleyip dışarı çıktım.
21 Ekim 2013 - Zeynep Özmen
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.