Son
"Her şey benimle başlar. İyilik de kötülük de benimle başlar benimle biter" dedi. Gözleri güneşin doğduğu yerde, sözleri başkaldırı niteliğindeydi. Göğsünü savaş zırhı gibi şişirdi. Adımları tereddütsüz, yerde düşman bedeni varmışcasına iniyordu yere. Biraz hayal gücünüz varsa her adımında etrafa kan fışkırtıyor gibiydi. Bu denli bir hırsı iki kişide görebilirdiniz. Ya tüm kemikleri kırılmış bir şekilde üzerinden atlar geçen bir gerzekte ya da Kara Krallığın ordularının bile öldüremediği ejderhayı tek başına deviren Siegfried’da.
“Saçmalama” dedim, “bu söylediklerini kanıtlayabilmen gerekir önce etrafındakilere. Ben sana güveniyorum, ama…”. Ama da kalmıştı sözlerim. Düşüncelerimi aktarabilecek dayanıklılıkta kelime yoktu hala lügatımızda. Evet ona güveniyordum, şimdiye kadar da her seferinde gözü kapalı inandım ve tek sefer bile yanıltmadı beni. Ama diğer insanlar; ona değer verdiğini söyleyenler, ilk darbeyi indirecek olanlar onlardı.
“Artık bu saçma küçümsemelere, dış kapının mandalı gibi hissettirmelerine bir son vermem lazım. Her defasında hakarete varan hareketleri. Sen de biliyorsun bunu. Bana mani olma, destek ol”.
Haklıydı. Her zamankinden çok daha fazla haklıydı oysa. Yanlış gördüklerimizi söyleyebilmemiz şarttı. Yoksa her şeye boğun eğerek yaşamak bir insan olmaya hakaretti. Hem biz pat diye insanların yüzüne, kızarcasına, sövercesine yanlışlarını vurmadık hiçbir zaman. Tek yaptığımız “yahu şu şöyle olsa nasıl olur, ha, olmaz mı?” kalıbından başka bir şey değildi ki.
Bu düşüncelerimi söylememiş olmama rağmen duymuştu. “Bak, sende hak veriyorsun bana.”