- 1894 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BABAMI TOPRAĞA KOYARKEN
Çok şanslıyım dostum, çok şanslıyım. Tam 52 yıl ,babalı olarak hayatımın çoğunu geçirmek gibi bir şansım oldu. O babasız büyüyen, çok küçükken babalarını kaybeden, yuvaları bozulup babasız kalan çocukları, babalarını uyuşturucuya, alkole, ev dışı yaşamlara kaptıran kadersiz yavruları düşünürseniz, ben çok şanslıyım dostlarım.
2002 Yılıydı, bir telefon almıştım Marmaris’ ten. Arayan annemdi ve babamın trafik kazası geçirdiğini söylüyordu. Hisarönü’ nde adeta onların temiz hava almaları için yaptırdığım , küçük apart otelde kalırlar, işlerin yürütülmesine, hatta yemek yapma işlerine bile babam bakar , üstelik orada olmaktan, Hisarönü’nde yaşamaktan büyük zevk alırdı.
Bilmem gittiniz mi , Marmaris- Datça yolundan Orhaniye, Selimiye, Bozburun’a giden yolun oluşturduğu büyük bir kavşak vardır. İşte orada çok güzel pide yapan bir de pideci hizmet verir. Pidecinin önünde 8-9 araçlık otopark, pide almaya gelen müşteriler içindir. Yani yol, kaldırım ve otopark. İnanın araç geçen, karşı şerit ile babamın pidenin olmasını beklemek için durduğu yer arasında, tam dokuz metre var. Demek ki hiç fren yapmamış, arabasını sola doğru savurtmamış olsa, bu uzaklıktan geçip gidebilecekmiş.
Annem ve komşumuzun oğlu Emrah arabadalarmış . Birden Datça tarafından , çok hızlı gelen ( Bilirkişiye göre , 150 Km ) bir Station Kartal, kavşakta yavaşlaması gerektiğini düşünüp, aniden fren yapar,( 46 m fren izi tespit edildi) araç karşı şeritten gelmesine rağmen, diğer şerite, oradan kaldırıma ve babamın 1996 model Renault Spring ‘ inin sürücü kapısına çarpar. Sol kolu arabanın kapısına dayalı olduğu için ,içeriye çöken teneke kapı, ,dirseğini iterek , sol dört kaburgasının kırılmasına ve kırıkların ciğere batmasına sebep olur. İç kanama o an başlamıştır. Hemen Ahu Hetman Hastanesine kaldırırlar.
İkinci gün durum ağırlaşıyor. Çeşitli müdahalelerle , on beş gün orada yatırıyorlar. Darbe güçlü değildir aslında. Fren , kaldırım , mesafe derken ,çarpan araç iyice yavaşlamıştır. Anneme ve Emrah’ a hiçbir şey olmaz. Telefonuma gayet normal sesle cevap verir ve çok önemsiz olduğuna inandırır bizi.
Çarpan çocuk henüz 17 yaşında ve bir otelin otoparkında çalışan fakir bir ailenin oğludur. Park etmesi için ona uzatılan Kartal otonun anahtarını ,bir kez de kendisi için çevirir. Niyeti kavşağa kadar düm düz uzanan yolda biraz gaza basıp, sonra dönüp aracı park etmektir. Kim kaza yapmayı umar ki?
Babamı yatırdıkları odaya getirirler, ailesi de birliktedir. Babamın elini öper, özür diler. Polis ifade aldığında babam şikayetçi olmayacağını söyleyerek herkesi şaşırtır. Çocuğu yanaklarından öperek uğurlar. On beş gün sonra aparta getirirler. Bu arada bazı avukatlar gelip, dava açarlarsa, otelden tazminat alabileceklerini söylerler. O ,kabul bile etmez. Çünkü çocuk ona park etmesi için emanet edilen Kartal otoyu kaçırmış, ehliyeti dahi olmadan kaza yapmıştır. Onun otele açacağı dava ,çocuğa da rücu edeceği için böyle bir şikayetin önemi olmayacağını düşünür.
Kısa bir süre sonra yeniden kan kusmaya başlayınca bu sefer bizi de çağırtmıştı. Onu 9 Eylül Araştırma Hastanesine , Marmaris’ ten ambulansla alıp getirmiştik. Sevk hazırlığı sırasında çok merak ettiği arabasını görmemi istemişti. Araç komple boyanmış, sadece yeni bir kapı takılmıştı. Ben, eski kapıyı görmek istiyordum. Kaportacı, hem sigortanın çektiği resimleri, hem de eski kapıyı , fırlatıp attığı hurdaların arasından çıkartarak getirmişti.
Görüntüde pek bir şey yoktu. Kapının ortasına Kartal’ ın sağ farının çarpmasıyla kapı içine çökmüştü. Sadece bir dış ve bir iç sac görünce, saf saf “Kapının çelik barlarını siz mi söktünüz? “ diye cahilce bir soru sormuştum. Kaportacı gülerek, bir başka hurdaya atılmış yabancı marka arabanın kapısını çekip, önüme getirerek konuşmuştu.
“Beyim , sizin arabanızın kapı içi çelik barları, bu yabancı arabanın ki gibi değildir. Sadece iç sac ve dış sac olur. Avrupa arabalarla karıştırma sakın” demez mi? Gerçekten bir boya sürülen dış sac ve bir de,gaz tenekesinden hallice iç sac vardı. İki sac arasında ise hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey…
Çocukları muzurdan korumak için poşete dergi sokan idareciler, halkın canını korumak için hiçbir tedbir almamışlardı. Bu yüzden kazalarda ikiye ayrılabilen, çarpışmalarda motoru sürücünün göbeğine kadar girebilen , tavanı kağıt gibi kafamıza yapışabilen hep bizim yerli arabalardı. Peki bu neden böyleydi? Kendimizi layık mı hissetmiyorduk ? Yoksa bu emniyeti yerine getirmek bu kadar pahalı bir şey miydi? Yahut devlet yerli otodan alacağı vergiden biraz fedakarlık edip, halkıma daha yakışır ,taş gibi sağlam bir oto ürettiremez miydi?
2006 yılında binmiş olduğum ticari araç, bir minibüsle çarpışınca, iki dizimin de , diz kapağı altı kesildi. Üstelik emniyet kemerimi de bağlamıştım. Meğerse eski Şahin’ lerin yolcu bölümüne raf yapmışlar. El insaf be, bunu yapana da , onaylayana da el insaf. Özellikle sağ dizimden hala hayır yok. Başına gelmeyen umursamaz bizde. Ama merak ettiğim şey devletin görevleridir.
9 Eylül Üniversite Hastanesinde epey yatan babamı kurtarmak ne yazık ki mümkün olamayacaktı. Yaşına göre çok sıhhatli olan babam, bu kaza ile ölüm yolculuğunun başındaydı. Ona çarpan çocuğu hiç aramadık ve onun felsefesi ile geri durduk .
“Her insanın ölmek için bir vesilesi vardır. Ben hem Kore, hem de Kıbrıs Gazisiyim. Çok ölümden döndüm, yanımda nice yiğitler öldü. Kıbrıs çıkartma plajının yerini tespit ederken , yakıtımız bittiği için Taşucu’ na denize inen helikopterden bile sağ kurtuldum. Ölüm sebebini fakir bir çocuğun , 17 yaş bunalımında aramak bize yakışmaz. O, zaten o kadar korktu ki, sakın benden sonra da onu aramayın sormayın . Her gidişe saygı duyacaksınız. Yazı ne ise , o olacaktır. Çocuğun yazısında da , birinin ölümüne sebep olmak varmış.”
Böyle emir veren adamın oğulları olarak ne yapabilirdik ki? Son çağrıldığımızda kardeşler hep birlikte gitmiştik. Kemiklerin saplandığı ciğerler artık nefes almasına imkan vermiyor, ilaçlar iltihabı kurutmakta yetersiz kalıyorlardı. Yaşı nedeniyle ameliyat da mümkün değildi. Son üç gün, sonda takılı olarak yatıyordu . 26 Kasım günü öğle saatleriydi. Yatağından kalkıp tuvalete gitmek istedi.
“Yahu Baba, sonda var ya , neden kalkıyorsun? Nasıl gideceksin tuvalete ? “ diye sormuştum.
“Oğlum ben çektim çıkartamadım. Kurtar beni , bu lanet borudan. Ben, biraz sonra gidiyorum. İçim sidik dolu gitmeyeyim “ demişti. Hayalinde dedemi gördüğünü , ona gideceğini söylüyordu. Onu kıramadım. Oturduğu yerde penisine sokulu 40 cm lik kanlı boruyu biraz zorlanarak çekip çıkartmıştım. İlk defa babamın penisini görmüştüm böylece. Ufalmış, düğme gibi büzülmüştü. Anama üç çocuk doğurt turan , zamparalıklarını dillere düşüren haşmetli aleti bu muydu? İnsan hiçbir şeyini muhafaza edemiyor ki, onu saklayabilsin. Yine de ona epey mutluluk hizmeti dokunmuştur sanırım, şimdi sadece işemeye mahsus bu et parçasının.
“Bak oğlum , sana son bir vasiyetim var. Kimseye kötülük zinhar etme. Ama kimseye iyilik de etme. Kardeşlerin de bu lafımın içindedir. Onlar artık yarım kardeş oldular , çünkü ele karıştılar. Her iyiliğinin karşılığı kötülük ve ihanet olarak gelince, şaşırır, yıkılırsın. Bu sana en son vasiyetimdir, sakın unutma.”
Ne güzel bir vasiyetti ama ben ne yazık ki, dinlemeyecek ,kefil olmayı bile iyilik zannedecektim. Bu vasiyetten yaklaşık yirmi dakika sonra , onu uzattığım yatağında ,son nefesini verdi. Çenesini, ayaklarını bağlayıp, göbeğine de ,nedenini bilemediğim koca bir bıçak koyduktan sonra ,oda kapısını kapatıp onunla yalnız kaldım . Küçükken peşinden koşup , o evden ayrılırken ciyak ciyak ağladığımı, beni okutan,evlendiren, en kötü günlerimde cesaret veren bu koca dağ, yıkılmış yatıyordu.
Onu kırmamak için ,elimden gelenin en fazlasını yaptım galiba. Yanında şimdilerde geçersiz olmasına karşın , bacak bacak üzerine bile atmadım. Bir keyif sigarasını , önünde tellendirmiş değilim. Değil ona karşı olmak ,yanında yüksek sesle bile konuşmamışımdır. Bu yüzden son kelimeleri “Allah senin gibi evlattan razı olsun , beni hiç üzmedin . Allah da senin yüzünü güldürsün “ olmuştu.
“Sen de babalık hakkını, helal et babacığım. Gün olmuş seni üzmüşümdür.. Hakkını helal et babam”
Kaynaklar Mezarlığında güzel bir yer buldular dostları. “ Kardeşim ile girdiğimiz mezarın içinde , ona kefeni üzerinden son kez dokunabildik. Uyuyor gibi masum , gözlerini kapatmış, huzurlu bir yolculuk için bize veda ediyor gibiydi. Yüzündeki muzur gülümseme hazırım der gibiydi; Seksen yılın günahının da , sevabının da hesabını vermeye.
Emekli ikramiyesi ile aldığı ve yarı hissesi annemin üzerinde olan , İzmir’ de ki oturdukları daire, onun ölümüne vesile olan Renault ve bankada ne miktarda olduğunu bilmediğimiz bir para. Bu para iki ay sonra banka müdürünün bizleri bankaya davet etmesiyle ortaya çıkmıştı. Kardeşlerim ve ben İstanbul’ da yaşıyorduk. Paranın miktarını bir sır gibi telefonda söylemeyen, banka yetkilisinin odasında toplanmıştık. Herkes nedense araba almaktan, oğlum motosikletini yenilemekten bahsediyordu.
Memure hanım elinde dosya ile gelip , ortaya açıklama yapmıştı. Bize tam, 17 Lira bırakmıştı. Yani on yedi tane bir liranın karşılığı olan o yedi lira. Ben gayri ihtiyari bir zamanlar seks filmleri furyasından Behçet Nacar’ ın çevirdiği bir filmin ismini hatırlamıştım. “ Hayret on yedi “ Bunu umuma ,öyle yüksek söylemişim ki, eski kurt banka müdürü bile , gülmekten kırılmıştı da, annem bir şey anlamadan bana kızgın nazarlarla bakmayı sürdürmüştü.
Hey gidi babacığım, Selçuklu Beylerinden Hamit Bey’ in torunu Hayri Hamidovalıoğlu , senin paran değil bıraktığın şeref önemliydi. Güldük diye alınma sakın . Sana babandan bir para kalmamıştı ki sen bize bırakasın, şereften , onurdan başka.
Sahi neden bu kadar çok rüyalarımdasın ve ben seni bu kadar huzur dolu , sevecen , mutlu görüyorum?
E.Yaşar Ovalı 15. 10. 2013
YORUMLAR
kukurikuu
Baba başka bir güç, insanın arkasında.
Ben bana bunca yıl babalık yaptığı ve ona uzun bir ömrü bahşettiği içim Allah'a şükrediyorum.
Sevgilerimle.
Hüzünlenerek okudum yazını sevgili Abim.
Allah her insana bu dünyadan ayrılırken gönül rahatlığı ve vicdan huzru ile ayrılmayı nasip eylesin. Bir insan eğer kul hakkı yemeden ebediyete göçmüş ise sanırım diğer günahları affediliyor. Kendisine çarpan bir delikanlıyı bile affedecek yüce bir gönle sahip olan babanızın kul hakkıyla gittiğini de sanmıyorum. Öyle olsaydı bıraktığı miras sadece ve sadece 17 lira olmazdı zaten.
Ne diyeyim.
Rabbim rahmet eylesin. Ne mutlu o babaya ki senin gibi bir evladı var.
Selam ve sevgilerimle mutlu bayramlar dilerim.