- 396 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnanç 3
İttifakı dönemin başlarında daha köleyi yaratmamış, rızkları hiç dağıtmamış olan Tanrı; her nasılsa Tevrat, İncil ve Kuran döneminden itibaren yaratmasının ezelden ebede olduğunu söyleyip; köleyi ve rızkları bir ölçü ve takdire göre yaratıp; rızkları eşitsiz dağıtığını; kimini kimine göre üstün kılıp; rızkı hesapsız verirken; kimine mal vermeyerek sabrını denediğini, birden bire hatırlayış vermişti!
Bu takdirlertam da MÖ. 2000 yıllardan sonrasına doğru oluşan zaman zemin bağıntılı köleci yapı oluşmlrı içindeki toplumun can damarı süreçlerdi. Hâlbuki ilk ittifakı dönem ne köleyi, ne köleciliği, ne rızkı ne rızkların eşitsiz dağıldığı gibi bir anlayışı biliyordular.
Takdirin ezelde olduğunu söyleyen, inancı olan ilk yaratılışta Âdem’in hiç kölesi yoktur. Ama ve lakin her nasılsa tufanı olan kimliklerin ve ardılları olan yapıların köleleri vardır. Var olan durum, bu dönemlerle birlikte ilkten beri böyle yaratılmış olan bir süreç gibi kabul edilip ezeli olan süreç gibi gösterilmiştir. İnsanların diyalektiği ökültelik içinde, bu kabil ezeli oluşları hayli tartışmışlardır!
Bu diyalektiğe göre buna, kaderin (takdirin) kazası demişler. Daha bir çıkmaza girmişler. Kaza tanımı bu haliyle değişme, gelişme ve öngörülemez ligi (rastlantıları) içerirler. Oysa ilahi kader -takdir olanlar değişme, gelişme, içermediği gibi kader olanlar tümüyle önceden öngörülüdürler. Erken dönemli süreçlerin aktarımlarında işin esası böyle olmadığı halde, böyleymiş gibi inandırılıp bomboş şeylerle tartıştırılmışlardır.
Erken dönem söylenmeli yaşamsal envanterleri, rast gele yerde, güncel yorumlarla anlatıyorlardı. Oysaki insanlığın ittifakı olduğu ve yine ittifak öncesi 30-40 milyon yıllık bir sürecini ve bu sürecin kendilerine olan dil ve yaşantı aşıcı kurumsal aktarımlarının var oluş nedenlerini hiç bilemiyordular.
Hatta Dünya’nın insanlığa gelen sürecinin 4 Milyar yıl gibi çok uzun bir geçmişiyle, insanın ortaya çıkarmasına denk düşecek süreçlere erişene değin, insana göre söyleyişle; dünyanın insana göre hazırlanma şartları vardı. Aslında Dünya, insanı ortaya çıkarmak için var değildir. Gelecekte Dünya insansız oluşla ve bambaşka varlıklarla yoluna devam edecektir.
İnançlar; oluş şekliyle ve korunuş şekliyle, bir anlamda değişen zaman ve zemine göre müzelik oluşuyla ve de dahası süren dünya dinamiği bağlamında; asla da tamam olamazlar. Evren dinamiği içinde süreçlerin ikmal olması demek: her şeyin sonu olur. Durağanlık içindeki her şeyin sönmesi, bitmesi ve ölmesi demek olur. İkmal olmak demek, her şeyin sürdürülür olamaması demektir.
Yaşayan sistemler için inançların her dönemde her zamanın felsefesi ve egemen inancı olmak iddiası; gerçeğe, doğaya ve gerçeğin ve doğanın bir parçası olan akla da aykırıdırlar. Doğanın insan bilincinden ve insandan bağımsız oluşla var bulunan işleyişine aykırıdır. Dünya’nın işleyişi illa imani anlaşılacaksa bu sav; insandan ve insanın bilincinden bağımsız olan dış var oluşun yaratılışına da aykırıdır.
Bir devam edip şey sürüyorsa çok kez değişmediği vehmedilir. Oysa o şey hızla ve az çok değişerek (formatlanıp) sürüyordur. Bu değişme insan ömrüne göre uzun oluşla insanlara değişmeme gibi gelir iken, o şey sonraki nesillere göre alabildiğine farklıdır.
İnancı değerler sistemine göre tarihsellik; kendi inanç sistemlerinin oluştuğu döneme kadarıyla ancak vardırlar. Zamanlar üstü olduğunu savlayan özel inançlarda söz gelimi Tevrat’ta, kendisinden sonraki Hristiyanlık, Müslümanlık dönemlerine ait feodal ilişkilerin gıdımı bile yoktur. Olamaz da. Hristiyanlık ve Müslümanlıkta da 2008 yıllık olan ileri süreçlerin hayli bile yoktur. Bunda da ters olan bir şey yok.
İnançların oluştukları dönemden sonrasında, doğal olarak inançların da haberleri yoktur. İnançların kendisinden sonrası değişmenin gelişmenin sissi ve güman oluşuyla yokturlar. Şimdi ise geçmişin ölümüyle vardır. İnançların günümüzdeki varlığı gerek sahiplenirdik bağlamında, gerek işlevsel kılınma bağlamında alan oluşla var olması için değişip dönüşmesi formatlanması gerekmektedir. Eklenmeler, içerikten çıkarılmalar yapılması gereklidir!
Bu da çok doğaldır. Ve dışımızda bizden bağımsız olarak akan zaman zeminin kural ve kaidesine pek uygundur. Nasıl bizim çocukluğumuz, gençliğimiz yetişkinliğimiz vs. başka başka işlevsel kılınmalara denk geliyorsa, inançların ömrü de böyle formatlanmalarla ancak insandan daha uzun ömürlü ve insanlık gibi insanlık kadar kesikli sürekli olmanın var oluşu içinde olur.
İnançların kendilerine kadar olan zamanın az biraz tarihselliğiyle kısıtlı olmaları darlığı güncele göre değişecektir. Söz gelimi köleliği bağıntılayan ilişkilerin o günkü anlayış dinamiği içinde sürdürülür olması gibi söylemleriyle bugüne aktarılması, süt akrabalığın evliliğe engel olması gibi geleneklerle; Ay’ın kutsal ruhtan yansıyan bir nur olması vs. gibi yüzlercesi olandan anlayışlar çıkarılması ya da açıklığa kavuşturulması gerekenlerden sadece bir iki tanesidirler.
Şu halde inançların tarih sel olanın dar ve ölü zamanlarına dek olan yerleşik anlaşılmalar oluşuyla inançların darlık içermelerinin birinci dar nedenselliğidir. İkinci çok daha önemli darlık nedeni de, “büyüklük gerçekliğidir”. Bir insana göre iki, üç insanın aklı daha karmaşık daha bağıntı sal ve daha büyüktür. Yani insana göre sosyal yapının aklı, toplumsa yapının aklı daha büyük ve daha detaylı akıl oluşla, akla gelmez denli kapsamlı ve ayrıntılıdırlar.
Toplumlara göre de Dünya İnsanlığının aklı çok çok daha büyüktür. Kapsamlı, ayrıntılı oluşla bir insan da olamaz denli zaman ve mekânlar ürünüdürler. İlke olarak ya da kural olarak; insanların pek çoğu aynı şeyi düşünseler bile düşündükleri aynı şeyi yansıtmaları çok çok farklı olacaktır. Hem tek kişinin ömrü boyunca karşılaşmayacağı sorunsalları sosyo toplumsa aklın yaşayıp bilecek olması dehşetli bir muamma ve hayranlıktırlar.
Yine sosyo-toplumsa aklın, kişi aklından büyük oluşuna ilişkin söylersek; bir insan yedi milyar insanın karşılaşma deneyini ömrü boyunca yapamaz oluşu ortada durup durmaktadır. Bu deneyler Dünya ölçeğinde saniyeler, dakikalar, saatler, günler, içinde milyonlarcasıyla olup bitip yeniden ele alınan oluşla muazzamdırlar. Yedi milyar insan beyni, hem aynı şeyin; hem bambaşka kişi oluşla akla hayale gelmez olan şeylerin mesaisidirler.
Üçüncü olarak inançların dar ve sığ olma nedenleri oluştukları zaman dilimindeki Dünya coğrafyası olan alanlardan ve Dünya toplumlarından habersizdiler. Buna bağlı olarak bu kültürlerin girişiminden yoksun olarak çok fakirdirler. Dinler insanlık kültürü olabilmeleri için bunları içermeleri gerekirdi.
Burayı uzatmıyorum. Bu konuda bakınız toplumsal güç yazı dizim. Burada demek istemem şu. İnançlar tarihin belli döneminde belli topluluk ya da toplum kültürü içinde oluşan darlığıyla dünya kültürüne göre çok yavan ve sığdırlar. Yani topluluk ve toplum kültürüne göre Dünya ölçeği kültürü akıl almaz denli büyüktür.
Açıkçası küçük olan, haliyle büyük olanı kapsayamaz. Bu nedenle her bir inançları siz ne kadar ağdalı söylerseniz söyleyin; o inancın kaç milyar inanırı olursa olsun; hiç bir inanç bu darlıktan ve lokal oluşundan ötürü Dünya ölçeğinde benimsenip genelleşemezler. Bir topluluğun gelenek ve kültür anlayışlı inancını, Dünya inancı yapmak demek; Aklı peynir ekmekle yemek demektir. Bu ancak bir inancın kendisini kendi İnanırlarına olan propagandasıdır.
Böyle olunca bir özel inancın kendisini insanlık inancı gibi ihale etmesi hem had bilmemek olur. Hem gerçeğe ve işleyişe aykırı olur. Hem de bu insanlık aklına hakaret oluşla cehaletin bir başka versiyonu olur. Topluluk aklı, topluluk uygarlığı; Dünya aklında ve Dünya uygarlığından zinhar büyük olamaz.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.