- 582 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Not III
Hastahanenin dışında arabaya atlayıp giden bir kadın ile zayıf düşmüş bir adam görünmemişti bile kimseye. Kendi hastalıklarıyla, deşilmiş yaralarıyla uğraşan insanlar vardı oralarda. Kendi dertlerinin çaresi olmaya çalışıyorlardı, derman peşinde; hekim peşinde koşuyorlardı. Kimisi üzücü bir haber alarak çıkacaktı buradan ve kimiside cenaze arabasıyla götürülecekti. İyileşmiş insanlar, sargıya bulanmış vücut uzuvları doluydu buralar. İnsanların işi gücü yoktu da arabaya binen bir kadınla adamı mı fark edeceklerdi.
Kısa bir süre içinde hastahanenin etrafı polisler ve özel ekipler ile dolmuş taşmıştı. Şehirde resmen kırmızı alarm verilmişti, girişler çıkışlar tutulmuştu. Bütün yollar, bütün araçlar kontrol ediliyordu en ince ayrıntısına kadar. On cinayetten suçlu olan bir seri katili arıyordu herkes, vur emri verilmişti. Yardım ve yataklık yapanlar bile vurulacaktı. Öldürülen dokuz adamın yanına birde polis eklenmişti. Şehirdeki her bireyde ayrı bir telaş oluşmuştu. Bir günde dokuz cinayet ve üç gün sonra bir cinayet daha. Hemde bu seferki gözdağı verir gibiydi, silahlı bir memur öldürülmüştü.
Küçük sevimli bir odada gözlerini açan Erhart, şaşkınlığını gizleyememiş ve üzerinde değişik bir pijama ile yataktan kalkmıştı aniden:
—Yine neredeyim, neresi burası. Her gözümü açtığımda başka bir yerde olmak zorunda mıyım? diye sesli bir şekilde sordu kendi kendine.
Dışarıdan sesler geliyordu. Çocuk sesleri ve bir kadın sesi. Adam kapıyı açmaktan korktu, kulağını tahta kapıya dayadı, dışarıyı dinleyerek ne olup ne bittiğini öğrenmek istiyordu:
—Çocuklar hadi gidin ve babanızı uyandırın, yine bugün çok uyudu. Kahvaltının hazır olduğunu söyleyin, hadi güzellerim benim.
Adam bu cümleyi duyduğu gibi yatağa koşup tiftiklenmiş olan battaniyeyi üzerine çekti. Düşünüyordu:
—Bu karımın sesi, evde miyim yani şimdi, evimde. Düşünmenin zamanı değil diye içinden geçirirken kapının açıldığını duydu, gözlerini kapadı.
—Şişşt! Babamı ben kaldıracağım ve bana sarılacak onu kaldırdığım için.
—Hayır, ben kaldıracağım, hani sırayla kaldırıyorduk, dün sen kaldırmıştın; sıra bende.
Adam bu konuşmalar arasında ’dün hastahanede değil miydim?’ diye düşündü. Kızlar adamı kaldırmak için tartışıyorlardı. Erhart birazdan karşılaşacağı durum karşısında ne diyeceğini bile bilmiyordu. Battaniyenin üstünden çekilip dürtülerek uyandırılmayı bekledi.
—Baba! Hadi kalk annem kahvaltıyı hazırlamış. Hadi baba!
Erhart rol yapmaya karar vermişti, kendisini kaldıran kıza sarılacaktı ve karısının yanına gidip, olan biteni soracaktı. Saniyeler içinde yaptığı küçücük plan buydu. Kafası o kadar karışıktı ki, düşünmemeye çalışıyordu. Üzerinde halen, sandalyede uyandığı o günkü gibi duygusuzluk vardı, atamıyordu bunu üzerinden ve hiç bir şey hissetmiyordu. Kafasını kaldırdı, yeni uyanmış gibi yaptı ve karşısında iki tane saçı güzelce örülmüş kız duruyordu. Hiç görmemişti bu iki kızı:
—Kızım, beni sen mi uyandırdın. Hadi sarıl bakayım babaya dedi yalandan bir gülümsemeyle ve karşısında duran iki kızlardan biri Erhart’a sarıldı. Sarıldıktan sonra garip garip bakıyorlardı babalarına. Kadına kıyasla bu iki kız çok güzeldi, ’kızlarım ne kadar güzelmiş, ne güzel yetiştirmişiz’ diye düşündü adam ama bu düşünce ile kafası yeniden karıştı. Başına ağrı saplandı ’Ben bu kızları ne ara yetiştirdim ki’ diye az önceki düşünceyi bil hassa tersledi. Çocuklar Erhart’ın kolundan tutarak:
—Hadi baba annem kahvaltıyı hazırlamış, seni bekliyor dediler hep bir ağızdan. Erhart kalktı ve aralanmış kapından kızlarıyla beraber mutfağa doğru gitti. Kadın önünde duran masaya bir şeyler koyuyordu. Adam kadına dik dik bakarak sandalyeyi çekip oturdu. Erhart, kadınla konuşacaktı fakat önündeki kahvaltıyı görünce her şeyi unutuvermişti, ne zamandır yemek yemiyordu. Buharı üstünde tüten ekmeğe yapıştı ve karısıyla kızlarının şaşkın bakışları arasında deli gibi yemeye başladı.
Yemeğini yedikten sonra; kızların dışarı oyun oynamaya çıktığını görünce kadının koluna yapıştı:
—Neredeyim yine ben, söyle. O hastahanedeki adamı öldürdükten sonra beni evimize mi getirdin. Evimiz mi, onu dahi tam olarak bilemiyorum. Bunlar benim çocuklarım mı? Nasıl garip bir durumdayım.
Adam artık hem konuşuyor hemde düşünüyordu. Kafasının karmaşıklığına ve başının ağrımasına aldırmadan soruları bir bir yönlendiriyordu karşısında duran kadına:
—Söylesene, ne dolaplar dönüyor. Önce uçurumun kenarında bir evde uyanıyorum, sonra hastahanede ve sen çıkıp bir polisi öldürüyorsun. Beni arabaya bindirdiğinde gözüm kararıyor ve bir bakmışım ki yine bilmediğim bir yerde gözlerimi açıyorum. Hem sen beni niye kaçırıyorsun, mutlak yakalayacaklar senide beni de ve ben suçlu değilim ki kaçayım, anlat ne oluyor anlat!
Kadın kolunu sıkıca tutan adamın sinirli ve boş bakışlarına, anlam veremeyen bakışlar ile cevap veriyordu sanki. Karşısında duran adamı, sanki yabancı dil kullanıyormuş gibi anlamsız yüz ifadesiyle süzüyordu konuşurken:
—Deli misin sen, yine rüya mı gördün. Anlattıklarının bir kelimesini dahi anlamadım Erhart.
—Nasıl yani, hastahanede öldürdüğün memuru hatırlamıyor musun?
Kadın kolunu adamın elinden çekerek, gülmeye başladı:
—Ben mi adam öldürmüşüm, gün geçtikçe rüyaların garipleşmeye başladı Erhart. Kimseye bir şey olduğu yok. Senin bu unutkanlığından sıkılmaya başladım artık. Her olayı bir birine karıştırıyorsun. İlaçlarını kullandın mı?
Erhart boş boş bakmaya başlamıştı yeniden etrafa, düşünmeyi kesmişti çünkü hakikaten kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramıyordu:
—İlaç mı dedin sen, hasta mıyım ben, unutkanlığımın nedeni hastalığım mı yani.
—Evet, ama ne yazık ki senin hastalığın çok ilerlemiş, ilaçlar seni sadece sakinleştirip unuttuğunu unutturuyor. Kullanmalısın onları; hiç yoktan sabah sabah kalkıp her gün saçmalamazsın!
Adam bu duyduklarıyla hayrete düşmüş, bakışları eğildikçe eğilmiş ve umutsuzluğa boğulmuştu. Bu arada kadın, Erhart’ın yanına iki hap ve bir bardak su koymuştu. Bu duydukları karşısında çaresiz kalan adam, iki hapı alıp güzelce yutmuştu:
—Üstünü giyin ve dükkânı açmaya git Erhart. Kızlar seni götürür, sen bulamazsın. Bu arada unutmadan kızlarının isimleri Karlen ve Anni. Kısa saçlı olanın adı Karlen, saçı kumral olanda Anni. Senin bu haline çok üzülüyorum Erhart.
Kadın bu cümleyi kurduktan sonra ağlayarak bir sandalyeye oturdu ve hıçkırıklar içinde gözyaşlarıyla boğuştu. Adamda bu sırada üstünü giyinip kızlarıyla dükkâna gitmeye koyuldu. Küçük şirin bir kasabaydı burası ve insanları da garipti. Neredeyse kasabanın her yeri dağlarla çevriliydi. Yirmi, yirmi beş hane anca vardı Erhart’ın gördüğüne göre. Küçücük bir okulu ve sayısı onu geçmeyen öğrencileri vardı. Kasabanın küçüklüğüne nazaran, yollar ne çamurdu nede çakıl. Dizme taşlardan oluşmuş bir şaheserdi yollar, evler çok sağlam ahşaptan yapılmıştı galiba parıl parıl parlıyordu boyaları daha dün boyanmış gibi. Hiç bir yerde çer çöp yoktu. Her evin bahçesi, her ailenin bir ev hayvanı vardı. İnsanlar ihtiyaçlarını bu kasabadan çıkmadan da görebiliyordu; kendi kendine yeten bir yerdi. Erhart bunları görüyordu dükkânına giderken. Hap hakikaten rahatlatmıştı adamı ve bunu Erhart’ta fark etmişti. ..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.