- 1628 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Gurbetten Bir Bağ Bozumu
İç Anadolu’nun bir köyünde hali vakti iyi olan çok çocuklu bir ailenin ortanca oğluydu Ahmet. Babasının sağ kolu olsa da gözü şehirdeydi, babası ise buna şiddetle karşı çıkıyor ve; sen gidersen, bunca bağ bahçe tarlaya kim yardım edecek.
Neden düşüncesizce davranıyorsun bak abin evlendi, bacılarını everip gönderdik, herkes kendine çalışıyor evlenme çağında geldi oğul. Sıra sende diyordu da başka bir şey demiyordu.
Evlendiğinde bizle oturacaksın, annen yaşlanıyor, süt yoğurt, hayvanların bakımı, pek zorlanıyor dese de.. Babasının sözleri bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyordu. Arıcılıktan iyi bir kazanç temin ediyorlardı, babası oğluna güvenerek; onu diğer şehirlere tenekelenmiş balları satması için gönderiyordu. Biraz fahiş fiyatla sattığı balları, ucuza sattım diyerek, köye de geç gelirdi. Velhasıl cukkasını doldurarak, Almanya’ya bilet almış habersizce gurbet macerasını başlatmıştı, ailesi küplere binse bile.
En önemli unsur ise komşu kızını gönlü ona düşmediği halde istemişler, onlarda zengin aile diye sorgusuz sualsiz vermişlerdi.
Ahmet ben istemem dese de, kim duyardı oğlunun feveranlarını ki. Alelacele isteksizce bir düğün arefesi ve evlilik!
Ahmet ise; Almanya deyip onunla yatıp kalkıyor, yeni gelini gözü bile görmüyordu. Yeni gelin ise henüz on altı yaşlarında evin hizmetçisi konumundaydı, lakin bu durumdan asla şikayetçi değil, aksine Ahmet’in haricinde oldukça mutlu, kaynanasının sözündense çıkmayandı.
Zaman o zamandı, eve bilinçli geç gelen Ahmet herkesin uyuduğundan emindi, odaya girdiğinde karısı onu bekliyor ve içtin mi yoksa dediğinde zıbar be kadın deyip karısını azarladı.
Tahta valizi ivedilikle düzensizce doldurup, bak ben Almanya’ya gidiyorum, aklın varsa da beni bekleme, köy hayatı bana göre değil demişti. Kadın ağlamağa başlayınca; gider ayak dayak yeme, kes şu zırlamanı yeter diyordu. Ve sessizce evden uzaklaştı, önce kasabaya daha sonra da şehire, derken ver elini gurbet!
Almanya’nın ihtişamı gözlerini adeta kör etmişti, adımını atar atmaz, şans bu ya gurbetçilerin yoğun olduğu bölgeyi bulmaya çalışmadan, havaalanında bir kaç gurbetçiyle arkadaş olmuştu bile, ee ne de olsa yabandı burası ve yalnız!
Gel zaman git zaman çalışarak ’deveyi düze çıkarmıştı’ mecazi olarak, para kazanıyor ve keyfi de gıcırdı.
Tek eksiği! vatan hasretliği miydi? Tabi ki hayır! Kadındı, evet evet, bir kadın!
O kadını bulmadan, kadın onu bulmuştu. Nasıl mı? Türk’lerin ilk Almanya macerası 1960 dönemlerinde başlayınca, Avrupalı kadınların zaafı bizim koç gibi olan!
Anlayın işte, erkeklerimizeydi ki, canlarına minnetti.
Ahmet gökte ararken yerde buldum diyerek, kadınla tarzanca anlaşmaya başlamışlardı. O zamanlarda Almanya haftada tüm Türkler içim yarım saat TV yayını yapardı, birde polis radyosu vardı ki gurbetçilerin canı ciğeriydi.
Belli ki kadın hoşlanmış ve beraber oturmayı teklif etmişti, beni Türkiye’ye götürür müsün dediğinde Ahmet sevinmişti.
Adres belirginliği biraz dil öğrenme derken, aklına mektup yazmak durumları öğrenmek geldi, mektubu gönderip, geri almaksa tam bir buçuk ayı bulmuştu. Mektup hiçte iç açıcı değildi. Çabuk gel karın seni aldatıyor!
Ahmet yanında da Alman dostu ile ver elini Ankara yollarına düştü.
Mektupta anlatıldığına göre; gelin kocasının yolunu gözlemekten hasta olunca, genç kızlarla kilim dokunan yere göndermişlerdi. Üç beş kız arkadaş, kocan ne zaman gelecek? Diye sorduklarında üzülürmüş ağlarmış.
Kızdan hoşlanan biri varmış, bir gün kıza ’keşke onunla değil de benimle evleneydin’ diye bir pusula yazmış, bir çocuk vasıtasıyla da verdirmiş. Gelin alıp okumuş, ve koynuna sokmuş, neden sonra nerede düştürse bu pusulayı! Ev halkının eline geçtiğinde ise, ’Dananın kuyruğu kopmuş’ velhasıl. Gelinin bir falsosu olmamış denildiğine göre, ağzından kaçan bir kelime onun başını yakmış.
Kocam gelmeyecek, ayrılırsam evlenir miyiz?
Nihayet aile meclisi toplanmış, Aslan koca! Sözüm ona, yeni gelini bir güzel kızılcık sopasıyla evire çevire dövmüş, arkasından üç kez ’ Boş ol demiş! Boş olan gelini babası ve annesi, dünürlerinin ve damat müsveddesinin de zılgıtlarını yiyerek gelip, zavallı kızlarını almışlar. Ahmet, görün işte ben böyle yaparım dercesine, gönlünün rahatlığıyla!! Yanında getirdiği dostuyla odalarına çekilmişler.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu Gerçek Olan Hikayeye İlk Eleştiriyse Benden. Çünkü Dayanamadım!
Bir zamanlar; bende dahil yabancılara kültürümüzün birer parçaları olan, el becerileri dantellerimizi, yemek çeşitlerimizi az tanıştırıp tattırmadık. Şimdilerde ise becerebildiğimce; parmaklarım yazdığım şiirlerimin ve öykülerimin hazzını alıyor.
Hikayesini yazdığım duruma eleştiri ekleme isteğim yine benim feministliğim mi, yoksa hakkaniyetli yanım mı? Biz Türkler ne çok bir yabancı sevgisi barındırıyoruz, gurbetçi değil miyiz? Almanya, bulunduğum yer Danimarka veya İspanya.
Adam arzu ve emeline kavuşarak Avrupa’ya gidiyor, üstüne üstlük kadın bularak, öyle yada böyle köyünde evli, gurbette ise dost hayatı. Nasıl bir cesarettir? Hem de bu, yarım asır önce! Başımıza mı gelmeli, nedir bu önyargılı tutum? Elli yıl, ’Yarım Asrın’ yazılışı ne kolay öyle değil mi? Sadece bir sıra!
Peki ya insanlıktan bir haber, bu cahilane davranışlar?
Demek yarım asırda dahi bir arpa boyu yol gidememişiz!!
Sen namus uğruna ayağını güt, ve bayılıncaya kadar kadını döv, orta da kedi eniği gibi de bırak! Namus bu değil, öncelikle kadını bir seks objesi olarak gören, Ahmet’ler beyinciklerini düzeltmeli...Ne mi düşündüm? Halen erkeklerin kadınlar üzerinde ki egoistliğini tabi ki! Aradan onlarca yıl geçmiş, daha da geçeceğinden mağda.
Sanki ortada leş gibi dövülen gelin değil de ebeveynleriydi, ne kadar ar ettiler kim bilir? Köy halkının cehaletini, sapla samanın bir birlerine ne kadar karıştırıldığını gördükçe!