- 633 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sadece hayatın adaletine göre kurallar geçerliydi…
İçimde öyle biri var ki bedenimde yüzbin şarapnel parçası ile acıttığı yaralarımın içine sığınıyor…
Her defasında işaret parmağı ile bastırdığı yaralarımdan binbir acı fışkırıyor, merhamet duygularını kaybetmiş bir şekilde sığındığı bedenimde kendine göre hâkimiyet sağlıyor, oysa yüreğimdeki yeri çoktan küllendi ve o ruhen gömdüğüm kimsesizler mezarlığında bence hüküm sürüyor…
Elveda sevgi elveda aşkların uğruna ölesim gelen zamanlar, elveda ki bakışlarına kurbanım dediğim zamanlar…
Öyle doyumsuz, öyle art düşüncesiz, öylesine çaresiz an zamanlarının içinde sevdim seni…
Bitmeyesiye istekle, hesapsız düşüncelerle, binlerce kez uykularımı kesen kaybetme korkularımla, geleceğe ait şaşkın korkulu düşüncelerimle, çıkarsız, sevdim seni…
Gün geldi tek cümlenle uykularım bölünerek uzadı sabaha, gün geldi aynı cümlenin binlerce anlatımını düşünerek uzadım sabaha…
Her yeni gün sabahında aniden uyandığım ilk gece yarısından sonraya kadar tek cümleni binlerce defa hesapsız ve apaçık düşündüm…
“Bir gün beni anladığında çok özleyeceksin” dediğin andan bu güne çok yıllar geçti ve ben seni daha da iyi anlıyorum artık…
Göz kapatıncaya kadar unutulamayacak bir sevgiydi bu, unutulamayacak bir yönü göz diplerime kazıyıp an an düşünmek ve tekrar tekrar özlemekti bu sevgi.
Kaybolurdu insan o sevginin gizeminde ve dağılmış tüm düşüncelere boş verip sadece o bakışların o gözlerin derinliklerinde kaybolurken, tüm günlük olayların ardında bir sönmüş köz bırakılırdı…
Düşünüyorum da bir bakış nasıl böyle yıllarca unutulmaza atardı kendini, hangi ruh halidir bu özlemi içinde kilitleyen…
Kaybolmuş tüm düşünceler pervasızca bir biri ardına gizliliğinden çıkarak sanki kendini unutulmaza atar gibi zıplaşırdı göz diplerinde…
Aslında seni anlayabilmekle geçen tüm yıllarımı düşündükçe, şimdilerde bu özlemi senin yokluğunun ardındaki sislerin arasından çıkarmak gibi bir şeydi bu yaşamın bu günlerdeki kesitleri…
Belki de bunlar hayatın nefeslerindeki son çırpınışlarının düşünceleri mutluluğa uzayacak yıllara giden günleri yaşamaya çalışırken, aslında farkında olmadan özleme uzanırmış insan…
O günlerde senin gözlerine baktıkça, bu günlerin özleminin resmini çiziyormuşum farkında olmadan…
Gerçekten özledim seni, gerçekten o günleri özledim, gerçekten o günlerin karanlığından çıkmaya çalışırken, bu günlerin sisli, puslu günlerinin is kokuları arasında gelecek yaşamın özlem kokularına yavaş yavaş uzanıyormuşum…
Seni karanlıkların içinden çekip çıkarmaya çalıştıkça, bu günlerde kendi karanlık kuytularımın duvarlarını örüyormuşum ki nereden bilebilirdim…
Yarınlar bizim, sadece bizim ikimizin yarınları olacak derken, bu günlerde yarınlardan korkarak yaşayabileceğim, aslında hiç aklıma gelmezdi…
Suçu sadece sevmek olan bir yüreği, duracakmış gibi tavırlarla korkutmanın aslında hiç anlamı yokmuş…
Sönecek bir ışık altında veya ortasında oturmanın karanlıkta kalma korkusu olmamalıydı, geç gelen bir düşüncede bu korkuları yok edemedi.
Bir de dinlenecek yaşamlar vardı yazılmak için, bir de zapt edilemez duygular vardı yaşamda, unutulası dertler vardı efkârlanmak için, söz geçmeyen yürek sızıları vardı ardından gözyaşı dökmek için, en önemlisi sevmek vardı ömre sığmak için, her şeyden önce severek yaşamak vardı her an özlemek için...
Bir kendim vardım kendimle, bir kendin vardın kendinle bende, bir gittin, ben tükendim, bir kendimdi benle ayakta kalan, sen gittin ya ben yığıldım kaldım, sadece dizlerim yaralarla alaca acılarda, bir yüreğim vardı senle, gittin ya ben çömeldim taş toprak, yol karanlık demeden, hayat bu sevdiceğim, yollar diz çökmüşlerle dolu ki bir gün, bir gün ola sen de düşersin o dizlerim dediğinin üstüne…
Biz hayatı zorlarken, bu günlerin karanlığına uzanacağımızı hiç hesap etmedik…
Evet sevgili, hayat bir ben, bir sen demek değilmiş, hayat bir senden, bir benden kalan acıların içinde tek tek boğulmakmış…
Kaybedilmiş tüm zamanların kalem ucuna düşmüş bir hesaplaşması dökülüyordu sanki satırlara…
Ne kadar da sakin cümleler, ne kadar da acımasızca geçmiş bir yaşamın ardında kalan süprüntüler, buzlaşmış düşünceleri acılar saçarak satırlara yayılışına tanık olmak, ne kadar da albeniden eksikmiş…
Biz birbirimizde acı dişlileri yaratan bir mekanizmaya sanki kumanda ederek bu günlerdeki acı şekilleri çiziyoruz, galiba düşünce boşluklarında…
Nasılda görmez olduk yaşamın pembe renklerini ve nasılda boğulduk kendi nefes nemlerimizle, gözyaşlarımızla…
Kaç yıl alacağımız oldu bu veresiye yaşadığımız hayattan ve seni bir gün anladığımda hissedeceğim özlemin büyüklüğü ne kadar da derinmiş…
Aslında kendi kendime düşüncelerimde ben sen gibiydim, sen de ben gibiydin, yaşamımda nefes aldığım her an zamanlarında…
Bu nefes alışlar kesikliğe uğradığında sen gitmiştin ve ben sensizliğin dip karanlığında hayatla boğuşurken, daha da ritimsiz nefesleri yaşıyordum…
Sen gidince benim nefes alışlarım değişti sevgili, nefes alışlarımın değişmesi, özlemi getiriyordu, özlemse zaman zaman kısık kısık, sinsice nefreti, yerleştiriyordu içime, nedense sen gidince ben çoğu zaman senden nefret eder halde yaşadım bu başıboş hayatı…
Bir birimize çalınmış zamanlarımızı hediye ederdik, kırıntılı an zamanlarında yüzümüz birbirimiz için gülerdi, şarkılar hediye ederken birbirimize, o tını ile rüyalara atardık kendimizi, aslında an zamanlarının içinde yıl zamanlarının mutluluğunu yaşarken, bir gelecek an zamanındaki beraberliğin olacak iç huzurunu içimizde aynı anda hissedip, gülümserdi dudaklarımız…
Biz hayatın tüm zamanlarını birbirimizle geçirmemize dahil dualar ederken ayrılık acılarını içimize gömeceğimizi hiç düşünmedik…
Biz sevmelerin dar zamanlarını bir ömre yaymak isterken, şimdilerde tek nefeslik zamanları düşler olduk…
Hayat insana istediklerini vermezken, beklenmeyenleri acılar halinde benlikle birleştirmesini çok iyi biliyordu…
Hayat bize çok sevme ve sevilmeyi reva görürken, ardından beklenmeyen acılarla tüm ışıklarını karartmayı da çok iyi dengeleyerek, karanlıklarda yaşamı da yaşamayı sağladı…
Yasaklarındayım şimdi, yasaklılarımdasın şimdilerde, hayat, ipi ipne zorlarken beni, hayal olsun diye sevemezdim seni, çok uzaktasın, belki de uzaktasın şimdilerde, beklenen yaşam süresinde uzatsam kollarımı, uzatsan ellerini, parmaklarını oynatarak, yetişemem sana…
Dar bir ömür bu kalan süre, belkilerin bile çok uzağındasın, imzamı atmışım senin yaşam sürene, var oldukça okuyacağım yazdıklarını, hem kaderin, hem senin. Bir direniş b u kendi benliğime, bir bakış açısı bu dünyaya, bir kez kalbine imzamı atmışım, bir ömür yetmeyecek seni sevmeye, belki bu ömür de senle son bulacak şüphesiz, bunun belkisi veyası yok, kazımışım bir kez kalbine adımı, bunun pişmanlığı da yok…
Yasaklarımda olsan da ben seni bakışlarımda sevdim, ben sende sever kaldım, ben uzaklarda kaldım sana ama sevgi adına verdiğim savaşa hep düşen oldu dilim de ben seni uzaklarda kalarak ta yüreğimde hep taşıdım, taşıyacağım da…
Nerelerde yalanlarımız vardı, nerelerde kaldık yalanlarla ve hayat yalanlara gölge olanları sevgi ile el ele hiç yıldızları seyrettirmedi, seyredemez de…
Sevgi adına sözden dönen insafsız olsun dedi iç ses…
Rüzgâr çıksa, gökyüzü yosundan çalma koyu griye dönüşse, daha daha da kararsa, yağmuru toplasa, sonra birdenbire çarpışsa bulutlar, şimşekler çaksa, kızılca kıyamet yere düşse yıldırımlar, çayır çimen otluklar darmadağın olsa, yağmurda delicesine haykırışlarla ıslansa insanlar, birbiri tersine koşuşsalar, omuzlarından oluk oluk sular aksa, saçlarından yağmur suyu süzülse göz kenarlarından çenelerine sonra da omuzlarına düşse kara bulutların berrak suyu, ben kaçışsam, saçak altlarına ve bir oyuk bulsam, bir kiremit altı bulsam sığınmak için, işte o zaman avaz avaz haykırsam “ben seni gerçekten çok sevdim sevgili” diye ve sen de inansan buna, var ya sanki bulutları kucaklayacakmış gibi olurum sevinçten…
Bilmiyorum işte, daha fazla abartılmış sevda nasıl olurdu, bir türlü daha fazlasını da öğrenemedim gitti diye hayıflanırken, çok uzaktan bir ışıkla, sevginin gülümseyen yüzünü görmek kimbilir ne kadar güzel olurdu?
Şimdi kendi kendime gülümsemeden öte, acınma hisleri ile boğuşurken, tam da şuramda, sol yanımın üst ortasında bir kuşkuya dayalı savaş var, bir kavga var kendi kendime…
Bunca yıl, onca yalan, uzun zamanın içine yayılan çile, kahredici zamanların içinde yalpalayan acılar, düşüncelerin birbirine ters kepçe gelerek ayıklanması zor, mutlulukların ardında kalan bir zaman bileşkesinin içinde dönüştüğü sevgi var gücü ile direniyordu, yok olmaya giden yolda…
Onca kahır, bunca çile ve durmayasıya koşuşturduğumuz yaşamın içinde kalan sevinçlerle, hüzünlerle atılan kahkahalar, öyle bir an gelir ki bir Nisan şakası gibi sona erip gidiyor, geriye kalansa sadece bir yaşamın enkazları oluyor, hayat bu, deyip geçtiğimiz köprü bir gün olup yol vermez oluyor…
Bu sevgi veya bu sevda da bunca buna benzer bir zaman sürgünlüğü yaparken, günün birinde bir Nisan şakası gibi ardında buruk bir dudak büküşü ile içli bir hikaye bırakıp gidiyor, her şeye rağmen, iyi ki yaşandı ve biz bu yaşamla büyürken, yine de dudağımızda bir hüzün burkuluşu kaldı…
Ağrılar, sızılar, sancılar, bedensel kıvranışlar ve ruhsal sarsıntılarla peydahlanan baş ağrıları, bunların tümü aşkın dünlerinden kalan bedensel gerilmelerdi aslında…
Sen gittin ki ben sana bir kez olsun dön gel dedim mi, dedim mi, hayata doğru savruluşumuzun başlangıcından sonra yıllar, yıllar geçti, hiç seni sevmedim dedim mi, kahrolası bu uzaklıkların ardına bakarken hiç acılarımı sakladım mı senden, neye yaradı seni bu kadar sevdim demelerim, neye yaradı ardından bu kadar yas tutmam, şimdilerde yine depreştin yürek cidarlarımda sancılarla, sana hiç çektiğim hasretin hesabını sormadan bir gün dahi geçti mi diye isyan ettim mi, kaç yılın sönmeyen közü bu ayrılık, ardında bıraktığı talan olmuş benliğin dermansızlığını anlatmadan geçen bir günüm oldu mu diye acındım mı, şimdilerde zorladığım yaşamın çıkmazlarında dolanırken, hiç sen pişmanlıklarımdan bahsettim mi, ha desene bana, hani bir gün dahi bensiz yaşayamadığını ağlayarak söylerken, hayatın çivilerinin sana da batacağını hiç düşündün mü, hadi boş ver, ben bu acıyı çekmeyi hak ettim ki çünkü seni sonuçsuz sevdim...
Azimliydi direnmeye, azimliydi bu dönemleri aşmaya, azmetmişti tüm huzursuzlukları sükûnete çevirmeye, yerleşik düzenli özlemini çekerken, adım adım aşıyordu kendini aşan engelleri, yarınlara umutluydu, yarınların içindeydi tüm var olma umutları, özellikli bir sevgiydi, bu haklılıkla taraf kayırmak yoktu, sevginin adaletinin içindeydi, yüreklere serpilen ferahlıklar, her geçen gün ardındaki “yeni bir gün sabahı’na” atılıyordu, asıl sevgideki umutlar her şeyin içinde sevginin kurallarına göre beklemekteydi…
Artık hayatın adaletine göre kurallar geçerliydi, sevgideki hatalara göz yumulmayıp, özür mekanizmasının çalışması gerekliydi…
Her şey sevginin kurallarına göre kullanılacaktı ve yaşam artık bu şartlara uygulukla devam edecekti artık başka çıkışlara göz gezdirmeye de gerek yoktu…
Onurlu aşka inandık, onurlu sevgiye inandık, bu onurlu sevmelerle yaşamak ve nefes almak istedik, bu yüzdendir ki hayatımızı zehir ettik…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.