Üşüyoruz
Gökyüzünün beklenmedik bir karar alarak vaktinden evvel tesettüre girmesi, son günlerde hepimizin hayatına bir şekilde tesir etti. Kimileri –iflah olmaz romantikler- aylardır hasretle bekledikleri mevsimi şaşkınlık ve sevinçle karşılarken, kimileri de isyan türküleri eşliğinde nevresimleri battaniyelere dikmekle meşgul. Menemenlikleri ve salçaları çok önceden kilere istiflemiş annelerimiz ise oldukça rahat. Sosyal medyada, ömründe soba görmemiş insanlar, soba üzerinde eriyen/yanan mandalina kabukları üzerinden an be an takipçi kazanıyorlar. Kestane bahsinin henüz geniş kitlelere yayılmamış olması ise gerçekten şaşırtıcı. ‘’Aman dikkat, salgın var’’ uyarısı salgını, hızla toplumun tüm katmanlarına ulaşıyor. Meteoroloji’den havanın birkaç gün sonra tekrar ısınacağı bilgisinin gelmesi bile durduramıyor insanları; keza Doğu Anadolu’da yüzlerce köy yolunun henüz kapanmamış olduğu gerçeği de.
Ozon tabakası ve iklim değişikliği konuları toplu taşıma araçlarında hararetli tartışmalara sebep oluyor. En çok duyduğum cümle ise, ‘’Abi ya daha üç gün önce donla yatıyorduk.’’ Donla uyanılan bir sabahta, insana yün içlik aratan tabiata şükürler olsun. Tabiatın en sevdiğim tarafı bu; sürekli insanları gafil avlıyor. Fakat vaziyete intibak etmeden varlığını sürdüremeyeceğini bilen insanoğlu, kısa süreli bir paniğin ardından çabucak yeni’ye alışıyor. Bu da, insanoğlunun en sevdiğim tarafı. Senenin en sevdiğim tarafı ise kışa çalan sonbaharı. Zira kış, yazın aksine heyecanla değil, kaygıyla yüklü gelir. –Her neyse, bu başka bir yazının konusu.-
Sobalı ev özlemi çeken kentliler ile gün aşırı kül boşaltıp kova doldurmaktan bıkmış, kaloriferli ev hayali kuran taşralıların arzuları en çok bu dönemde çakışıyor. Bu ve buna benzer sosyolojik çakışmalar bizlere düşünmesi keyifli bir fikrî şölen sunuyor. Halktan kopuk aydınlar –evet, hala varlar- buzlu viskiden kahve-konyak’a geçiş yaparken, halkla iç içe olma gayretindeki aydınlar ise en çok, ‘dondurmalar salep oldu’ cümlesine sarılıyor. Genç aşıkların muhayyilesinde havuz, yerini şömineye devrediyor. Akşamları televizyon bir başka önem kazanıyor. Manav tezgahlarındaki renk cümbüşü de yavaş yavaş turuncunun hakimiyetine hazırlanıyor.
Sistemin ve dolayısıyla da kendilerinin ayakta kalabilmesi adına hızlı hareket etmek zorunda olan kentler bu dönemde daha da hızlanırken, aheste revan yaşayan taşra, bahara kadar durmayı tercih ediyor; ve duruyor da. Yazı, kış mevsiminin kent ve taşradaki etkilerine doğru evrilmeden bu bahsi kapatıyorum; aksi takdirde sonu gelmeyecek.
Velhasıl, bunları söylemek değildi aslında niyetim. Geçtiğimiz hafta içinde aniden soğuyan hava üzerine herkes kendince bir şeyler söylerken birkaç cümle de ben sarf etmek istemiştim. Sokakta ve sosyal medyada herkesin üşüdüğü bir haftayı geride bıraktık. Kemalist arkadaşların güne Andımız’dan önce üşüyerek başladığı bir haftayı geride bıraktık. Ak Partili arkadaşların güne Başbakan’a methiyeler düzmeden önce üşüyerek başladığı bir haftayı geride bıraktık. Uzun bir aradan sonra memlekette herkesin aynı şeyden şikayet ettiği, aynı şeyi arzuladığı bir haftayı geride bıraktık. Aleviler, Kürtler, Ermeniler, Ülkücüler… hepimiz çok üşüdük.
Böyle zamanlarda, cana ve mala zarar getirmeyecek ama bir şekilde hayatı da durduracak büyük bir doğa olayının uzunca bir süre ülkeyi esir almasını dilerim. Yarın’ı yeryüzündeki gelişmelerden ziyade gökyüzünün hallerine göre planlamayı isterim. Ne yazık ki, bu çok nadir olur. Fakat biz yine de gökyüzünden, yeryüzü gündemini unutturacak sürprizler umalım; tıpkı geçtiğimiz hafta olduğu gibi. Son olarak, üşüyünce çok güzel oluyorsun Türkiyem!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.