Yarım Kalan Mektup...
Bazen kalırsın işte olduğun yerde. Elin kolun bağlı. Kurduğun hayaller buğulu camlardan silindiği zaman bir burukluk düşer içine. Ağlasan belki biraz rahatlayacaksın ama en kötüsü ağlamakla ağlamaklı arasına düşmektir. Bu düşüş öyle apansız olur ki, kalkıp kapısına gitmeyi, bir buketle karşısına çıkmayı beceremezsin. Bu düşüş öyle apansız olur ki ‘affet beni’ bile diyemezsin, kalırsın oracıkta. Kalkmak içinden gelmez. Sonra tekrar düşlerin o acımasız olmazlığına, yolculuğa çıkarsın.
‘’Merhaba canım ben geldim, nasıl geçti günün, ben çok acıktım, hmm mis gibi kokular geliyor, ne yapmış benim güzel karım?’’ Hemen arkasından bir çatalın uzanan bir elin tam orta yerine batması sonrası atılan tatlı, yarım yalan bir can acıma nidası.
‘Can acıma’ ! Candan, canan, canım… Bu üç harfle türetilen tüm sözcükler yetiyor, yarım tebessümle bütünleşmiş hayalinden seni gerçek dünyaya döndürmeye. Ne kadar garip değil mi, eşek kadar olsak da hala hayallerimiz çocukça? Sırf bunun için bile umut kalbi inatla zerk ettirmeye cüretkâr. Öyle göründüğüne bakma, umut koca bir korkak aslında. Ve bir cümleyle yerle bir olacak kadar aciz ; ‘’Seni öyle bir bitirdim ki; şu anda yazmak bile işkence geliyor ‘’
Her biten şeyin ya da her kırıklığın arkasından böyle şeyler yazılmalı mı bilmiyorum ama ben böyleyim işte; melankoli duvarlarına ağlayan, tutarsız, aksi, geçimsiz biri… Sokak ışıklarının yanmasını bekliyorum belki de böyle olmak için. Hani çok iyi bilinen bir soru vardır; ‘’ Gece midir insanı hüzünlendiren yoksa insan mıdır hüzünlenmek için geceyi bekleyen? ‘’ Benim hüznüm seni gündüzlerimde bulamadığımda başladı. Oysa hayallerim vardı ikimize dair, üçümüze dair, dördümüze dair… Beraber yazacaktık artık tüm düşerlimizi beyaz kâğıtların hiçbir zaman yazılmaktan usanmayan yüzüne. Beraber bakacaktır, her tanesini bir meleğin indirdiği, dışarıda sokaklara düşen beyaz sihire. Oysa şimdi elime batan çataldan öteye gidemeyecek kadar uzakta bana hayallerim. Ha bir de senin ‘’ Sabırsız şey sofrayı beklesene ‘’ diyişin. Dedim ya çocukça düşler hepsi. Olsun ben şikâyetçi değilim yine de; bunları düşlemek bile güzel bir düştü. Nihayetinde düştüm, düştük…
Ama her şeye rağmen sevgi onurlu olmalı değil mi? Dik durmalı, ayağa kalkmalı. Atıp tüm çaresizlikleri üstünden hayata sıkı sıkıya sarılmalı değil mi? Sevgi tek başına yaşanmaz kim demiş?
İşte böyle sözlerle avutuyorum kendimi .Ve şimdi...........
.....
.....
....
Gönderilmeyen, yarım kalmış mektuplar vardır bazen...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.