- 885 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
FESAT MİLLETİZ VESSELAM.
Başlığa bakıp da ’’ Of yaaaa yine mi siyaset ’’ Diyecek arkadaşlar için peşin peşin söyleyeyim: Yazı siyasetle ilgili değil. Nostalji yapacağız biraz.
Efendim...Size biri ’’ Sütü bozuk ’’ dese ne yaparsınız?
a) Ağzını, burnunu kırarsınız
b) Gücünüzün yetmeyeceği biriyse oldukça uzaklaşırsınız o kişiden ve daha sonra ana avrat dümdüz gidersiniz..Tabii ki bir taraftan da tabanları yağlayaraktan.
c) Babanız hayatta ise ona gidersiniz ve ’’ Babaaa..Şu gördüğün angut bana sütü bozuk dedi’’ Diye şikayet edersiniz. Eğer sizin babanız o kişinin babasını dövebilecek biri ise ne âla, değilse bir ton sopa yersiniz babalı oğullu.
d) Hiç bir şey diyemezsiniz. İçinizden buğz edersiniz
e) Hiç biri...
İşte bizler bu en son şıkkı tercih ederdik çocukken. Çünkü bizim sütümüz bozuktu.
Yok yahu...Anamızdan emdiğimiz süt değildi bozuk olan. Elhamdulillah onun halis Müslüman-Türk kadını sütü, dolayısıyla dünyanın en kutsal içeceği olduğunu biliyoruz. Peki ineklerimizde, koyun ya da keçilerimizde mi bir sorun vardı? Yooo..Onlar da o zamanlarda oldukça iyiydiler. Kars gibi, Erzurum gibi yerde ottan bol ne vardı ki. O dönemlerdeki davar cinsi komple obezdi. Yemekten, içmekten her biri tosun gibi olmuşlardı. ( Laf söyledim bal kabağı değil mi? Bahsettiğim ne ? İnek, tosun..Ne diyorum? Tosun gibi olmuşlardı...)Yani efendim Fil gibi, su aygırı gibi olmuşlardı. Mübareklerin her memesinden ayrı ayrı yüz kilo süt sağ. ( Çüüüşşşş..Demeyin hemen..Biraz abarttık. Ne olmuş.) Süt değil âb-ı hayat akardı o memelerden sanki.
Eeee? O halde niçin sütümüz bozuktu ki?
Anlatayım Efendim.
Yıl 1963-1964. Erzurum’un Hasangalasındayız...Yani Pasinler ilçesi. Bendeniz ilkokul dördüncü sınıftayım. O zamanlarda da vardı okulda beslenme saatleri. Aman Allahım aman. O beslenme saatlerinde okul sıralarının üzerine neler konmazdı ki? Mesela kete...Bilir misiniz keteyi? İçinde kavrulmuş un olan bir hamur yiyeceği...Bir çörek yani. Hasangala lavaşı, Hasangala tandır eppeği ( Ekmek değil efendim..Ona eppek denir. Hatta tango yani kibar değilseniz eppehh derdiniz.) haşlanmış kartol ( Yani patates ),yumurta, çeçil peynir, çeçil peynir ve lavaş ekmeğinin olmazsa olmazı yeşil soğan, ışkın, çaşır, yemlik, ( Bu üçü bir çeşit ottur )kavurga, ( Bildiğiniz kavrulmuş buğday ),sımışka, ( Ay çekirdeği yani. Hani şu İzmirlilerin çiğdem dedikleri şey ) biraz çarığı sağlam bir ailenin çocuğu iseniz kek, börek, kurabiye de olurdu o sofrada. Her şey ortaya konur ve sonra sınıf öğretmeni de dahil Allah ne verdiyse yumulurduk hep beraber.
Öyle etli yiyecek olmazdı soframızda memleket bir canlı hayvan memleketi olduğu halde... Eti kurbandan kurbana görürdük. Eeee...Protein ihtiyacımızı nereden karşılardık da her birimizin yanakları öyle elma gibi kıpkırmızı, dudaklar kiraz gibi olurdu peki? Nereden karşılayacağız efendim meyvelerden tabii ki.
Yahu durun hele...Hemen ’’ Cahil cahil konuşma, meyvede protein ne arar ?’’ Demeyin. Bizim meyveler tam bir protein deposuydu. Tamamen doğal ve organik oldukları için içleri kurt dolu olurdu. Eee..Kim uğraşacak kurduyla, larvasıyla. Öylece yutardık. Al sana protein. Hem doğal hem de zahmetsiz. Karbon hidratı, amino asiti, her türlü anti oksidanıyla birlikte hemi de. Harmanda dögenle buğday döğerken -dövülen buğdayın üstüne kakasını yapmasın diye - öküzün kıçına teneke kutu tutan bu eller neleri göndermemişti ki boğazdan içeri.
Peki içecek?
Okulun yanı başı bir sürü göze dolu.( Yani kaynak ) Sok kafayı içine doya doya iç. Haaa..Kurbağa ya da su yılanından korkuyorsan sıkar biraz...Öyle bir korkun yoksa daldır kafayı gözeye.
Yaalnız... Kafayı gözeye daldırmadan önce sağına soluna bak. Hain Debili oralardaysa sakın yanaşma gözeye. Namussuz, kafanı daldırdığın anda gelip bastırıyor ta dibine. Nefessiz kalıyorsun. Debili mi? Okulun en yaramaz , en haylaz öğrencisi..Beşinci sınıftan bir hergele.
Dana Sami’ye de dikkat etmek lazım.( Yani ben...Ama bu yaştan sonra bana hâla Dana Sami diyecek olanı vururum vallahi. Demedi demeyin. ) Mutlaka bir şeyler yapıp güldürür insanı. Onun yüzünden kaç tane arkadaş su içerken, yemek yerken genzine kaçması sonucu hastanelik oldu.
Evet efendim...Süt demiştik değil mi?
Bu yemek saatlerinde içecek olarak halis muhlis inek ya da koyun sütü ya da mis gibi yayık ayranları içerdik önceleri. Sonra birden bire ne oldu anlamadık. Sütün tadı bozuldu. Hoş ben yine de içmeye devam ediyordum. Ne de olsa İstanbul çocuğu idim dolayısıyla sütteki değişikliğin farkına varamıyordum( Dana lakabı biraz da bundandı sanırım yoksa yetmiş kilo civarında mini minnacık bir yavrucuğa neden dana desinler ki değil mi ? ) ama arkadaşlarıma baktığımda kusanlar mı dersin, komalık olanlar mı dersin, sütü çaktırmadan yere dökenler mi dersin. Süte bir şeyler olmuştu vesselam.
Ne olduğunu bir gün öğretmenimizden öğrendik bir şekilde.
Bizim Remzi Öğretmen, ’’ Tavuk ’’ Lakaplı arkadaşım Coşkun’un babası olan Recep öğretmenle konuşurken duymuştum.
Ya hatırlıyorum da Coşkun’la ben kan kardeşiydim..Öyle şimdikiler gibi kanka değil ha... Parmaklarımızı çakıyla kesip birbirine sürterek, kanı kana karıştırarak kan kardeşi olmuştuk. Yani dana ile tavuk kan kardeşiydi.
Neyse..Nerede kalmıştık? Remzi öğretmen ile Recep öğretmen konuşuyordu kendi aralarında.
- Anasını ....min Amerikalıları. Ulan madem yardım yapacaksınız bu ülkeye, para yollasanıza. Süt tozunu gözümüze mi sokalım? Erzurum gibi yerde çocuklara süt tozundan yapma süt içiriyoruz... Recep Hocam. Seni bilmem ama ben bu çocukları sokakta bulmadım. İçirtmeyeceğim artık.
-Aman Remzi Hocam...Sakın ha...Atıverirler öğretmenlikten filan. Sakın öyle bir hata etmeyesin. Sen dağıtmaya devam et. İçen içer, içmeyen döker. Ama dağıtmazsan başın belaya girer.
Remzi Öğretmen , Recep Öğretmeni dinledi. Sütleri dağıtmaya devam etti.
Sütümüz bozulmuştu bir kere. Bu işten tek karlı çıkan ise bizim aile olmuştu. Çünkü dediğim gibi biz İstanbullu bir aileydik. Halis süt ile Amerikan süt tozu imalatı süt arasında çok da fark yoktu bizim damak tadımıza göre.İstanbul’dan alışıktık içinde Terkos lağımından damıtılma suyun olduğu sütlere... O bakımdan her gün içilmeyen bir güğüm süt bizim fakirhaneye taşınırdı. Gariban annem de bize bol bol sütlaç, yoğurt, süt tatlıları yapardı o sütlerden.
Amerikan sütü sayesinde bizim evin ekonomik durumunda çok az da olsa düzelme olmuştu. Süte para vermiyorduk hiç olmazsa. Hatta baya baya şımarmıştık bile. Daha önceleri aç karnını ancak doyuran bizim aile artık kedi bile besler olmuştu. Öyle ya süt bol nasılsa. Bozuk olsa da...Kediler bile obezleşmeye başladı kısa süre içinde.
Sadece kediler mi? Yahu inanmayacaksınız ama minicik ev fareleri bile tarla faresi iriliğine ulaştı kısa zaman içinde. Yok yok...Farelere süt vermiyoruz. Onlar peynirle besleniyorlar.
Şimdi. ’’ Ne yani sütü peynir yapıp bir de fare mi besliyorsunuz?’’ Dediğinizi duyar gibi oldum. Değil efendim. Sütü peynir yapmıyoruz. Fareleri sütle de beslemiyoruz. Durum farklı.
Süt olayından kısa süre sonra okulda Amerikan yardımı olarak peynir dağıtılmaya başlandı. Sapsarı, hatta bildiğin kavun içi renginde peynirler. Hollanda peyniri imiş ama Amerika’dan geliyor yine yardım olarak. Hem de nereye? Dünyanın en güzel kaşarlarının olduğu Hasangala’ya geliyor peynir yardımı. ( Yahu bildiğiniz kaşar peyniri...Hay Allah’ım yaaa...Milletin aklı fikri nerelerde...) Kars’a, memleketime yapılıyor peynir yardımı... Sütün ve peynirin en bol olduğu memleketime...Rezalet bir şey..İşte bunu ben bile yiyemiyorum. Hal böyle olunca da Hasangala ilçesinde bir obez fare patlaması oluyor doğal olarak.
Bu yardım olayı bitti sanıyorsunuz süt ve peynirle değil mi? Daha durun bakalım. Öldürücü yardımı anlatmadım henüz.
Efendim. Biz yaştaki özellikle erkeklerin hepsi ellerine en az bir kez misket alıp oynamışlardır. Bu yüzden de anne-babalardan ve öğretmenlerden az dayak yememişizdir hani, dersleri ihmal ediyoruz diye.
İşin ilginci ben de öğretmen olduktan sonra bir gün Manavgat’ta bir öğrencimi dövmüştüm misket yüzünden. Aynı evi paylaşıyorduk öğrencim Durmuş ile. ’’ Ben arkadaşların yanına gideceğim sen evde otur derslerine çalış. ’’ Dediydim ona. Ben çıkar çıkmaz Durmuş da duramamış . Çıkmış ama nereden bilsin benim de ırmak kenarına geleceğimi? Dalmış orada misket oynamaya. Hemen yanına gidip ensesine iki tane patlattım. Manavgatlılar sordu tabii ki. ’’ Hocam niçin vurdun çocuğa diye ’’ Ben de ’’ Yahu misket oynuyor ’’ Dedim. Baktım millet fena halde bozuldu bana ’’ Misket oynadı diye çocuk dövülür mü diye’’ Hoppalaaaa..Yahu aynı anda bir kaç kişi de dövdüydü çocuklarını misket oynuyor diye...Onlara bozulan yok. Millet beni yiyecek neredeyse. Mesele sonradan anlaşıldı. Manavgatlılar miskete bilye, ya da mile diyorlar. Ben misket deyince onlar Ankara’nın misketini oynuyor diye çocuk dövdüm sanmışlar. Hoş bilye oynadı diye de çocuk dövülmezdi ya, o yıllarda daha toyuz öğretmenlikte. Yaşadıkça öğrendik bunu.
Neyse efendim. Biz İlk okuldayken bizim Remzi Öğretmen de ara sıra toplardı misketlerimizi. Birer de şaplak patlatırdı ensemize. Topladığı misketleri helaya dökerdi. Az mı hela kuburundan misket çıkarmışımdır.
Bir gün baktım bizim misket düşmanı Remzi Öğretmen elinde bir torbayla geldi sınıfa başladı bizlere birer avuç misket dağıtmaya...’’ Allah’ım Allah’ım...Kıyamet mi kopuyor? Remzi Öğretmen misket dağıtıyor.’’ Olacak iş değil. Açıkladı: ’’ Çocuklar Sam Amca sizlere misket yollamış.’’ Sam diye bir amcamız var mı diye düşünmeye bile fırsatımız yok..Avuçlarımızda bir sürü rengarenk cicozlar. Uçuyoruz sevinçten. Amerika’daki hiç tanımadığımız Sam denilen bir mübarek amca bize misket yollamış yardım olarak.
Üç kere ’’ Hurraaaa’’ Diye bağırdık mı hatırlamıyorum. Sanırım bağırmışızdır. Çünkü okuduğumuz Teksas-Tommikslerden biliyorduk ’’ Hurraaa’’ yı.
Biz millet olarak yapılan hiç bir ikramın altında kalmayız malum. Bir komşumuz bize bir tabak kek getirse ’’ Dolu gelen tabak boş gönderilmez’’ Diyerekten o tabağın içine en azından meyve koyar göndeririz geri verirken. Sam Amca’mıza da yaptık jestimizi tabii ki. Zift kaynayan çermiklerimiz ( doğal kaplıca kaynakları ) dolayısıyla petrol aradılar o yıllarda Hasangala’da. Sonra da ’’ Burada petrol yok ’’ Deyip çekip gittiler. Bir rivayete göre bulmuşlar ama zamanı geldiğinde sadece kendileri kullanmak üzere kapatmışlar açtıkları kuyuları.
İyiyiz hoşuz da fesat milletiz vesselam. Sam gibi mübarek bir amca eğer bulsaydı o petrolü bize vermez miydi? Adam o kadar süt tozu, peynir, hatta bilye bile vermiş; iki damla petrolü mü esirgeyecek? Demek ki yokmuş gerçekten de ?
Yok yok...Fesat milletiz vesselam. Utanmadan, sıkılmadan o süt tozundan süt olayından sonra ülkede çocuk felci hastalığının birdenbire arttığını, sonrasında ise Amerikadan bir sürü felç aşısı satın aldığımızı söyleyenler bile oldu.
Ya hakikaten...1963-1964 demiştim en başta değil mi? 1964-1965de ise tüm okulda herkese felç aşısı yapıldıydı. Felç aşısı dediysem öyle şırınga, iğne filan gelmesin aklınıza. Canımız ciğerimiz Sam Amcamız yine koşmuştu yardıma. Kesme şekere ispirto renginde bir şey damlatıp damlatıp verdiler hepimize...Yahu şimdi bana bir de ispirtoyu anlattırmayın. Yaşılar anlatsın gençlere.
Yok arkadaş..Gerçekten fesat milletiz. Adam kesme şeker bile verdi. Daha ne yapsın?
NOT: Bu yazının son iki paragrafında anlatılan felç aşısı olayını unutmuştum. Değerli arkadaşım Hayat Işığı ( Ki o da ben gibi ama benden çok sonraları Hasankale’de yaşamış bir arkadaşımızdır. ) Hatırlattı o kısmı. Kendisine çok çok teşekkür ediyorum.
YORUMLAR
hocam yazınızı okuyunca fesat olduğumuzu anladım birde amerika için çalıştığımızı topyekün anladım bu amerika ne mübarek adamlarmışki bizlere taaa oralardan yardım göndermişler göndemese göndermezlerdi sanki mecburiyetlerimi var amma adamlar bizlerden çok çok hayırsever sütü nasip olmasada bana en azından kesme şekere o damlatılandan nasip olmuştu çok güzeldi yazınız sayenizde eskiye beyin jimnastiği yaptık saygılarımla selamlar
Değerli Sami hocam, bahsi geçen sütlerden ben de içtim ama süt müydü yoksa süt tozu-muydu bilmiyorum. Küçük küçük tava ekmeklerle beraber birer bardak sütümüzü, evden getirdiğimiz zeytin peynir eşliğinde afiyetle yerdik. Yalnız ben, sınıfta artan diğer ekmekleri de yerdim çünkü öğretmenimiz bana verirdi. Nedeni ise, çok sıskaymışım da ondan. Çok yersem şişmanlayacağımı düşünüydu galiba ama hiç şişmanlamamıştım :)
Şu petrol meselesine gelince; yıllar önce bir seminere katılmıştım ve konuşmacı petrolden bahsediyordu. Yurdumuzun altında ve üstünde olan komşularımızda petrol olup da bizde olmayışı akıl alır şey değil diyordu konuşmacı. Bu meret yer altından kaynak şeklinde aktığına göre mutlaka bizim memleketimizden de yolu geçiyor gözyüzünden geçmediğine göre diyordu. Çok da doğru diyordu.
Irak da var, İran da var, Rusya da var. Havadan uçarak geçmiyor ya bu meret (!)
Sam amcamız görmezden mi geldi acaba, yoksa Irakla Suriye'de olduğu gibi vakti geldiğinde mi görecek (!)
Tebrikler hocam, düşündüren bir yazıydı
saygılar...
Çok güzeldi hocam.
Benim çocukluğumda da vardı bir şeyler.
Ekmek yerdik mesela.
Şimdiki Trabzon ekmeklerine benzerdi ama,
nedense o hep bayat olurdu.
Gerçi biz,
evlerimizde mısır ekmeğinden başka ekmek yitecek kadar zengin değildik.
Bu nedenle de, o bayat ekmeğin üzerine
büyük bir zevkle atlardık.
Zevkle okuduk yazınızı.
Tadı damağımızda kaldı resmen...
//Ya hakikaten...1963-1964 demiştim en başta değil mi? 1964-1965de ise tüm okulda herkese felç aşısı yapıldıydı. Felç aşısı dediysem öyle şırınga, iğne filan gelmesin aklınıza. Canımız ciğerimiz Sam Amcamız yine koşmuştu yardıma. Kesme şekere ispirto renginde bir şey damlatıp damlatıp verdiler hepimize...//
Bozuk aşılardan dolayı bazı çocuklar,çocuk felci olmuştu.
Yanımızdaki yabancı,herşeyi zehir gibi acı.
Acılarda acılaşıyor gittikçe sanki.
Değilmi ki,kötüler sahip çıkmış düzene.Geçmiş; zihinlerimizi
kaplayan bir sis bulutu,değiştiremeyiz artık.Nostalji deseniz de,
içeriği gerçekle buluşan,samimi, içten ve dosdoğru bir yazıydı.
Dokundu bu yazı bana,daldım anıların fotoğrafına.Tebriklerimle.
Saygı ve selamlarımla.
AMERİKA
Bulmuştu:
Emilecek memeyi,
Memede süt yokmuş
Ona ne !
Kanı var ya,
Kanını emer.
Canı çıkacakmış,
Umurunda değil...
Tomikis ,teksas okurken bilemediğimiz yerlileri kafa derisi yüzen caniler olarak bellediğimiz dostumuz mu düşmanımız mı hala bilemediğimiz...
Teşekkür ederim hocam eskilere götürdünüz,saygılarımla.