- 1105 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
FİLLER DE AĞLAR
Hindistan’ın yeşil kuzey ormanlarında iki avcı dişleri iri olan anne bir fili öldürmek ve yavrusunuda almak için zaman kolluyordu. Yavru fil annesiyle mutluydu. Annesinin kuyruğunu hortumuyla ve gülümseyerek tutuyor onun peşinden ayrılmıyordu.
Avcıların amacı iri kıyım anne fili dişleri için öldürmek ve yavruyu ise eğitip büyüdüğünde onu iyi bir paraya güçlü bir orduya satmaktı.
Avcılar hırsla ve kazanacakları paraları düşünerek çok büyük bir çukur kazdılar. Bu çukurun üzerini otlarla ve çalılarla ustaca kapattılar. Amaçları iri kıyım anne fili ve yavsurunu bu çukura düşürmekti.
Anne ve yavru fili gördüler. Yaktıkları meşalelerle ayrıca çıkarttıkları seslerle anne fili ve yavrusunu ürkütmeyi başardılar. Aslında anne fil yavrusu olmasa o ateşin üzerinede gidebilirdi lakin ilk önce canlı kalmak ve ve yavrusunu güvende bir yere götürmek istedi. Sonunda ormanda hayvanların yürüme yolunda kendisi için avcılar tarafından açılan büyük çukurun içine otlarla kapalı üzerini görmediği içine düştü, çukurun içindeki anne ilk önce yavrusunu korumak istiyordu, atılan mızraklar anne filin vücuduna saplanıyordu. Anne fil sonuna kadar yavrusu için mücadele etti, göğsünü her sorumlu evrensel anne gibi mızraklara gerdi.
Aslında o avcıların niyetini tam bilmeden annelik iç güdüsüyle davranıyordu. Zaten avcılar yavruyu değil anneye hedef alıyordu.
Zavallı anne kanlar içinde yere yığıldı. Artık mücadele edecek gücü kendinde bulamıyordu. Yavrusu ise onun başında ağlıyordu.
Evet, fil ağlarmıydı? Ağlıyordu işte.
Avcılardan Raja, yavru filin ağladığını görünce içindeki para hırsı yerini vicdani ve ahlaki sese bıraktı ve arkadaşı Baldev’e;
- Bak yavru fil ağlıyor. Bizim bunu yapmaya hakkımız yoktu.
-Saçmalama sen akşam eve çocuklara götüreceğin yemeği düşün. Bu dişler bu yavru fil iyi para eder.
-Biz canilik yaptık. Bir yavru fili annesiz bırakmamalıydık.
Artık olan olmuştur. Yavru fili ve devasa anne filin kanlı dişlerini güçlükle çukurdan çıkartırlar. Gerçekten iyi bir fiyata yemenli bir tüccara yavru fili ve dişleri sattılar.
Yavru file Raja, Hintçe’de "Fillerin Kralı" demek olan GAJANDRA ismini vermiş yeni sahibi bu ismi değiştirmemiş ve yol boyunca ona bu isimle hitap etmişti. Gajandra bu ismi sevimliliği ve annesi gibi hızla irileşmesi dolayısıyla hak ediyordu.
Yemen’de Gajandra iriliği, güzelliği, heybeti ile ün salmış bir fil olmuştu. Sonunda Yemen Kralı Ebrehe onun adını ve ününü duyduğunda hemen vezirine gidip o fili satın aldırması için emir verdi. Vezir emrindeki komutan Ui’ye, Gajandra’yı mutlaka satın alıp saraya getirmesini söyler.
Komutan Ui -ki onun adının anlamıda Yemen dilinde "Meraklı ve öğrenmeye düşkün" demektir, filin hikayesini sahibinden sabırla dinler. Gajandra’ya o da saygı duyar ve Filin sahibi Faik’e bir büyük kese altın verince Faik’in gözleri ışıldar. Sonunda Gajandra artık saray’ın ve Kralın fili olmuştur. Gajandra çok zeki bir fildir. Kendisinden istenileni anlamakta ve hemen yapmaktadır.
Onun zekası Ebrehe’yi de hayran bırakır. O özel törenlerde süslenen ve en önde yer alan ve Kralı Yemen şehirlerinin göz bebeği Sana sokaklarında taşıyarak Kral’a daha görkemli bir görüntü vermektedir. Yemen halkının Krallarına olan bağlılık ve sadakati Gajandra’nın görüntüsüyle güce tapma şeklini almıştı artık.
Yemen Kralı Ebrehe ticari olarak Sana kentini Mekke’nin önüne koyabilmek için Kabe ile yarışacak dini bir merkez bir cazibe alanını hiç değilse bölgede ve özellikle Habeşistan’lı tüccarları çekmek ve Sana’yı yeni HAC merkezi yapacak devasa bir kilise inşa eder.
Bu kilise’nin yapılış amacını öğrenen bedevi ve milliyetçi Mekke yakınlarından bedevi kabilelerden bir Bedevi Arap gece kilise’nin onurunu ve haşmetini zedelemek için Kilise içine pisler.
Bunu yapanın Mekke çevresinden bedevi bir Arap olduğunun görgü tanıklarınca belirlenmesi Ebrehe’ye aslında eskiden beri aradığı ve beklemiş olduğu fırsatı verir.
Orduya derhal hazırlık yapılması emrini verir. Kabe’ye saldıracaktır.
Ordu bir hafta içinde hazırlıklarını tamamlar ve Mekke’ye doğru yol alınır. Ebrehe en büyük ve en güçlü fil olan Gajandra’nın sırtında mağrur ve kibirle ilerler.
Mekke’nin etrafında bulunan tepelere konaklama yapılmıştır. Amaç bellidir. Ebrehe Mekke halkına zarar vermek istemez. Lakin Ebrehe Mekke halkına ait olan develere el koyar. Bu arada Mekke’de bulunan Kabe’nin anahtarları elinde bulunan ve Mekke’nin Ruhani lideri olan Abdulmuttalib Ebrehe’nin yanına gelerek el konulan develerini ister.
Ebrehe çok şaşırır. Bu istek karşısında şaşkınlığını gizleyemez ve Abdulmuttalib’e;
-Ben onca yolu Kabe’yi yıkmak için geldim. Sen ise Kabe’yi düşüneceğine develerini düşünüyorsun. Bir de seni ruhani lider seçmişler. Mekke’liler yanlış adamı Ruhani lider seçmişler.
Tavrı küstahça ve aşağılayıcıdır. Abdulmuttalib’in sözleri ordaki herkesi dondurur.
-Bakın ben develerimin sahibiyim. Kabe’nin sahibi Allah, orayı İbrahim’e Cebrail yaptırdı. Kabe, adaletin, ahlakın ve sorumluluk duygusunun temeline oturan Allah’ın Evi’dir. Diye ekler.
Ebrehe,
-Verin şuna develerini gitsin. Yarın Kabe’yi yıkınca göreceksin sözlerinin boş olduğunu.
-Bunu elbette yarın göreceğiz.
Abdulmuttalib’in son sözleri kendinden emindir ve oradan uzaklaşır.
Sabah erkenden ordu Mekke içine doğru girmek için harekete geçer.
Tüm ordu başta Ebrehe olmak üzere harekete geçmiştir. Ebrehe mağrur bir şekilde kente yaklaşmaktadır. En öndedir ve Gajandra’nın üzerinde çok heybetli durmaktadır. Kibir tüm benliğini sarmıştır Ebrehe’nin.
Beklenmedik bir şey olur. Ordunun önünde ilerleyen Ebrehe’nin fili Gajandra aniden durur ve yere çöker.
Herkes çok şaşırır. Gajandra o zamana kadar ne denildiyse ne emredildiyse yapan zeki fil ne yapılsa yerinden kalkmamaktadır. Sanki dizlerinin bağı çözülmüştür. Ebrehe çok öfkelenir.
-Kaldırın şunu yerden.
Tüm çabalar boşunadır.
-Size diyorum askerler, kaldırın.
Sesi çok öfkelidir ve askerleri ürkütür. Askerler Ebrehe’nin korkusuyla kalksın diye Gajandra’nın kafasına demir çubuklarla vurmakta ama Gajandra annesi öldüğünden beri hiç ağlamayan bu devasa fil aslında biraz sonra olacak olanları sezerek acıdan değil belki ama insan oğlunun zulumle nasılda benliğinden çıkışına bir kez daha şahit olarak gözyaşlarına hakim olamamaktadır.
Gajandra’nın göz yaşları aslında insanın kendi içindeki vicdan, adalet ve ahlakı nasılda yerle bir edişinedir. Şeytanın haklı çıkışına insanın dört zaafına (Kibir,Hasislik,Heva,Zulüm) yenilmesinedir onun ağıtı.
Gajandra’yı yerden kaldırmaya çalışan ve ona demir çubuklarla vuran askerler uzaklarda gökyüzünde beliren siyah bir bulutu farkederler, bu bulut onlara doğru hızla yaklaştığında bunun bulut değil aslında binlerce kuş olduğunu ve topluca uçtukları için bulut gibi göründüğünü anlarlar. Askerler ve Ebrehe kafalarını bu kuşlara çevirmişken birden gökyüzünde buluttan boşalan rahmete benzeyen yağmur gibi bişeylerin indiğini fark ederler.
İnen rahmet yağmurları değildi.
İnen gazap taşlarıydı.
Küçücük kuşlar ağızlarında ve ayaklarında olan ve volkanik kayalardan kopan parçalanan minik keskin siyah renkli taşları yüzlerce metre yükseklikten bıraktıklarında taşlar gittikçe artan bir hızla aşağıya düşmekte ve düşen taşlar askerlerin ve bineklerinin üzerine hızla inen jilet veya bıçak gibi derilerini lime lime dilimlemekteydi.
Kuşlar gittikten sonra manzara korkunçtu. Tüm bir ordu ve askerler ve kaçmaya çalışan Ebrehe dahil sanki ince dilimlenmiş salam gibi parça parça olmuşlardı.
Belkide vücudu sadece demir çubuklarla yaralanmış olan ve son nefesini insan oğlunun vahşetine şahit olarak can veren Gajandra’nın vücudu keskin taşlarla doğranmamıştı.
Mekke’liler hayretler içindeydi, hem hayret hem sevinçiçleri yüreklerini kaplamıştı.
Savaş alanına gelen Abdülmuttalip Gajandra’nın demir çubuklarla kan içinde kalan kafasına baktı, onun göz yaşları alnından akan kana karışmıştı. Abdulmuttalibin gözleri yaşardı.
-Arkadaşlar, sizler şehit bir fil görmek istiyorsanız ona bakın.
Gajandra’nın ölmeden önce göz yaşlarına Mekkeliler şahit oldular. Gajandra, annesini kaybettikten sonra ilk defa ağlamıştı. Onca sene hizmet ettiği insanların emirlerine ilk defa -Kabe’nin üzerine onu yıkmak için yürümeyerek - karşı gelmişti.
Bu olay Mekke’de dilden dile anlatıldı. Mekke ve Kabe’nin nasıl’da Allah tarafından korunduğunun işaretiydi bu.
Allah’a kafa tutanların sonu ileriki yıllarda NASA’nın Chalanger’ı (Kafatutan) da olsa sonu patlamaktı ve hüsrandı.
Yasal Uyarı: Yazılan öykünün yasal hakları tarafıma (Ayhan Özcimbit’e) aittir. Öykü, izin alınmadan kopya veya kolaj yapılamaz. İstenirse kaynak verilerek alıntı yapılabilir yada link verilebilir.
YORUMLAR
Güzel bir hikaye.
Derslerle dolu.
İlgi ve zevk alarak okudum.
Duygulanmadım desem, yalan olacak.
İki yıl kadar işim gereği Arabistan'da yaşadım...
Bir çok kez Kabe'ye ziyaretlerim oldu.
Oraları, oradaki atmosferi iyi bilirim.
Yazıyı çok beğendim ama, yazarını canı gönülden tebrik ediyorum ama,kafama takılan bir konuyu da yazmadan geçemeyeceğim.
Kabe,
bütün İslam aleminin ortak değeri...
Allah'ın evi...
İnananların kutsalı...
Hepimiz, oranın gönlümüzde sahibiyiz...
Orası hepimizin...
Böyle güzel bir hikayenin, bu kadar güzel bir hikayenin, tüm inanların ortak değerlerini, olanca güzelliği ile resimleyen böyle bir hikayenin sonunda,
o telif hakkı yazısı olmamalıydı.
''İsteyen alsın, kullansın, helal olsun!...' yazısı olmalıydı...