- 2086 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Şemsiyesizler ya da ‘aptal’ insan
Şemsiye deyip geçmeyin, ne işlere yarıyor. Yağmurdan koruyor, güneşten koruyor, yeri geliyor sopa yerine de kullanılabiliyor. Şemsiyenin bu yazıdaki işlevi ise biraz farklı, gerçeküstünden gerçekleri anlatmak.
Bazıları şemsiyeli doğuyor. Ve bunların hayatları bu şemsiyeyi kullanacakları yerleri aramakla geçiyor. Şemsiye, gökten sağnak yağmur gibi bela yağarken, aptallık dökülürken sahibini koruyor. Ama diğer taraftan da, mükiyet ve iktidar yağarken tersinden tutularak mülkiyet ve iktidarın daha fazlasını toplanmasını sağlayabiliyor.
Şemsiyeliler dünyasında şemsiyesiz yaşamak aptallık değil de nedir? Bazıları şemsiyesiz doğmasına rağmen şemsiyenin mantığını yakalayıp kendini şemsiyelendiriyor. Daya sırtını iktidara, (Mesela; sene 1980’lerin başı, Türkiye’nin kanun hükmünde kararnamelerle yönetildiği bir dönem. Özal Hükümeti bir karar alıyor. ’Naylon terlik ihracatı’ için özel ihracat teşvik primi veriliyor. Bu kararnamenin geçerliliği bir gün sürüyor. Bir günde neler yapılmaz ki? Ama kim? Sen ve ben değil tabii ki.)
Biz şemsiyesizler aptallık konusunda afsunluyuz. Afsunlananlar, kendilerini afsunlayanlara teşekkür borçlular. Dünyada genel bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bunu etimizde, kemiğimizde en çok biz hissediyoruz ama yine de umurumuzda değil.
Çünkü, biz her boyutuyla aldatılmaya, çarpılmaya alışmışız. ‘Sisteme güven sarsılmamalı’ demeçleri gırla gitmesi bizi hiç ırgalamıyor. Biz zaten hep güveniyoruz. Bizim işimiz bu, işimizden de öte yapımız bu. İnanmak için doğmuşuz. O yoksa, bizim de bir parçamız eksik demektir.
Biz, kimlere inanmadık ki; Jet Fadıl’ın Jet-Pa’sına, İhlas Holding’e, ‘gemiler’ karaya oturmasın diye yanan sönen fenere, sonra’ bilcümle kalem yazmaz bir sevda’... Ah! Biz şemsiyesizler kimlere inanmadık ki; En çok sevdiği şeyin kar yağarken, boğazdaki villasının özel ısıtmalı havuzunda yüzmek olduğunu söyleyen, mafya ve kontr-gerillayı zamanında doruğa ulaştırıp kendi cebini dolduranlara. (Herkese iki anahtar vadedip elimizdekini de aldı.)
(İnancımızın nedeni üzerine bir çok yorum yapılabilir. Ama şimdiye kadar benim görebildiğim; parlementodaki hangi politik parti, 12 Eylül ile hesaplaşmaktan bahsetse onun oyları topladığı. Biz sadece ‘sol’a inanmadık. Çünkü O’na inanmanın ölüm, zulüm, işkence, hapishane vb. Her türlü tanrı ve kul afetlerini başımıza getireceğini biliyoruz. İnanmaya kalksak da korku yollarımızı kesti.)
Bu durum aynen şuna benziyor; kocasından devamlı dayak yeyip aldatılan kadının iki gönül alıcı lafın ardından, onun arkasından gitmesine.
Şemsiyelilerin dünyasında çoğunluğu oluşturan biz şemsiyesizlere şimdi şemsiyelilerin bunalımını dayatıyorlar. Yükümüzü siz taşıyın diyorlar.
Şimdiye kadar yaptığımız zaten farklı bir şey değildiki. Onlara inanıyoruz haklılar, bunalımdalar. Onlar kar olarak kasalarına doldurdukları paraları bir sıfır daha artmıyor diye feryat ediyorlar. Haklılar. Bizim öyle bir feryat şansımız yok. Çünkü; ne kasamız, ne hesabımız ne de artacak bir sıfırımız var. Verin bize bunalımınızı biz taşırız. Çünkü biz zincirlerimizi çok seviyoruz. Zincirlerimiz bizim için çok değerli, onları kaybetmek istemiyoruz.
Aaa! O’da ne? Gençlik her yerde direnişte. Bu da ne şimdi? Oysa herşey ne güzel gidiyordu.
YORUMLAR
İlginç bir yazı.
Aklıma,
Bodrum Gümüşlükte,
ayaklarını Egenin serin sularına sokmuş,
elinde soğuk içkisi,
karşısında dünya güzeli sevgilisi,
beraberce gezi olaylarına destek verme eylemi yapan
sanatçılarımızı(!) getirdi.
Özal'a gelince...
Gerçekten,
zamanında çokça yolsuzluklar yapıldı...
Yazdıklarınız külliyen doğrudur...
Ama sevgili yazarım,
lütfen biraz da insaf ediniz de,
12 Eylülcülerin elinde, tarihin en karanlık sayfalarından birini yaşayan bu yetim ülkeye,
inanılmaz bir ufuk açtığını da yazın.
Yazıktır...
Günahtır...