MUSA PEYGAMBERİN ÇOCUKLARI ADEVİYE’DEN CENNETE AKIYOR
Musa Peygamber’in diyarında kıyım var… Musa Peygamber’in ayaklarının değdiği mübarek beldelerde bedeller ödeniyor. O’nun coşkun direniş yüklü davasını sürdürmek için katlandığı tüm sıkıntıları omuzlamaya aday bir halk meydanlarda. Meydanlarda düğün var. Meydanlar kana boyanmış gibi ama beyaz kefenler sanki şanlı düğünlerin gölgeliklerini bizlere işaret ediyor. Musa Peygamber çocuklarını, torunlarını onu terketmeyen, kutlu ümmetini seyrediyor cennetten…. Ve bütün peygamberler…. Nil’in hırçın sularından boğulmadan süzülüp geldiği Firavun’ un sarayında yüreğini an an inşa eden Musa çocuk nice şehadet sularında dirilişe doğru yürüyecek oysa… Rabbimin ona çizdiği kader, şimdi meydanlarda direniş için kendilerini feda eden tüm Mısır halkına ilham oluyor.
Musa Peygamberin hikâyesi nasıl da dramatik ironiyle sarmalanmış, nasıl da sarsar yürekleri… Kurak kavruk çöllere, susuzluktan çatlamış toprak yollara dökülen sabah çisesi, ince bir yağmur dokunuşu gibi…
Musa’nın diyetini ödeyen onca, ezilmiş, haksızlığa uğramış, zorba yönetimin kurbanı olmuş minik erkek bedenler… Bir Musa için binlerce verilen kurban… Bir Musa doğacaktı zorbalığa, atalete, aristokrasiye, tanrıtanımazlığa, şirke karşı. Oysa kurbanlar körpe ve günahsız bedenleriyle mızrakların uçlarına takılıp, Mısır’ın şirk kokan sokaklarında, Firavun’ un korkulu kâbuslarını süsleyecekti…
Tanrıtanımaz Firavun’ un, merhamet yüklü yüreğiyle, Musa’ya hami olan hanımı… Zulmün gölgesinde büyüyen, barınan nadide bir çiçek gibi, saran kuşatan şefkati, merhameti…
Şimdi Mısır’ın sokaklarında Musalar yaşasın dirensin diye göğsünü siper eden gencecik bedenler var… Şiirler yazan şiir gibi bakışlarıyla dillerimizi lâl eden şehit Esma var… Esmanın duru aydınlık yüzü genç yüreği sonra… Sonra Furkan, Akdeniz’in sularında şanlı direnişle yollar açan körpe gencecik Furkan… Islak kara gözlerine bakamadığım Furkan vardı, şimdi ırmaklar yeşilliğindeki gözleriyle Nil’in esintisini yüreğimize taşıyan bir de Esma var…
Hiç bitmeyecek biliyorum bu hikâye. Hak ve batıl mücadelesi… Zalim ve mazlum duruşu hiç bitmeyecek. Habil yürekli Mısırlı ihvanın erleri meydanlara diriliş için ölmeye adaylar. Onlar kefenlerine sarınmış halde asıl yaşamanın onurlu ve erdemlice yaşamanın iman etmek, Allah’ın tarafında olmak olduğunu bilerek meydanlardalar. Bir Musa için binlerce beden yürüyecek, akıp gidecekler Nil’in sessiz akışına. Asi ruhlarını duayla bileyleyip, oruçları kuşanıp, yakan kavuran sıcaklarda cennet esintili yeller yüzlerini gülümsetirken ibretlik direnişlerle sahurlarda şehadet şerbeti içecekler… Bir Musa Peygamber gelecek… Gelecek ya Musa Peygamber, Allah’ın askerleri dolduracak ya meydanları. Nasıl sesleniyordu yeşil gözleriyle cennet gibi bakan Esma: “ Allah’ın kullarını çağır da gelsinler yardıma / Köpüklü deniz dalgalarını andıran ordularla…” diye seslenirken; babasının rüyasında cennet gelini olan güzeller güzeli, kavi imanıyla ‘ hürriyete sınırsızca aşık olan’ Esma…
İnanıyoruz ve bekliyoruz… Bir gün Musa Peygamberin çocuklarının geçtiği meydanlarda yenilgi yenilgi büyüyen zaferler yakındır. İnanıyoruz ve bekliyoruz. Seyyid Kutup’un, o kutlu şehidin: “ Ümmet elbet doğacak, hiçbir doğum acısız olmaz…” dediği gibi doğum sancılarının kuşattığı İslam coğrafyasında doğum, kurtuluş, sabah yakındır. Kabul olmuş dua sıcaklığında, ‘güzel bir azmi ve terbiye edilmiş bir nefsi’ kuşanan Esma’lar oldukça doğumlar yakındır… Sancısız doğumlar erken ve yapay doğumlardır. Gerçek anlamda Musa Peygamber’in Firavun’a başkaldıran o kimsesizler yurdundan çıkmış garip çocuğunun direniş ve iman yüklü yüreği nasıl sarsmışla debdebeli Firavun’un saraylarını, öyle sarsan, yıkan, yıldıran imanlı yüreklerle kardeşlerim İslam coğrafyasında destanlar yazacaklar ve yazıyorlar… An an cennete yolcu olan bedenleriyle, bizlere ölümlerin en şereflisi nasıl olurmuş, nasıl gülermiş insan ölürken, ölüm öyle karanlık dehlizlere yuvarlanmak değil de cennet bahçelerinin esintili güzelliklerine yolcu olmakmış onu gösterircesine yürüyorlar şehadete… Şehadete yürüyorlar, şahit olduklarını göstermek için. Bizler de şahidiz Ya Rab… Bizleri affet tüm zulümlere şahidiz. İçimimiz kıyım kıyım Ya Rab… Şahidiz ama elimizden aciz dualarımızdan başka bir şey gelmiyor.
Filistin, Suriye, Arakan, Mısır tüm Müslüman coğrafya muştulu haberler bekler gibi susamış kurtuluşa. Zalimlerin zulümleriyle anlam kazanıyor davalar… Zalimlerin zulümleriyle bileniyorlar, bilinçleniyorlar ve öylce akıyorlar ölüm meydanlarına… Onlar ölüm meydanlarını diriliş meydanlarına çeviren erler… Ya Rab bizleri affet… Bizler çok rahatız. Hiç rahatımız kaçmıyor… Soframızda bir kuşsütü eksik. Bitmeyen taksitlerimiz var. Lüks villalarımız, evlerimiz, son model arabalarımız var. Sen bizleri affet Allah’ım, varlığın nasıl da yokluk olduğunu yaşadığımız günlerdeyiz. Gencecik bedenler direniş ve bilinçle bilenmiş iman bombası halinde sonsuz güzelliklere akarken bizim gencecik çocuklarımız kafelere, gecelere, keyiflerinin çektiği tüm dünya nimetlerine akıyor… Bizleri de terbiye et Ya Rab… Bizleri de kuşat. Gençlerimize, çocuklarımıza iman ve direniş duyarlılığı ver. Bizler veremedik Ya Rab, bizler eksik ve yetersiz aciz kullarız. Ama sen affedersin, sen merhametlilerin en merhametlisisin. Esma gibi bir kızım olsaydı, Furkan gibi oğlum… Onlar benim yavrularım… Onlar tüm mümin annelerin yavruları… Yüreğimiz yanıyor ama imreniyoruz, böyle evlatlara sahip tüm annelere, babalara…
Mısır yanıyor… Yangın tüm müminlerin yüreklerinde. Zamane Firavun’ u Abdulfettah El Sisi demeçler veriyor: “ Bu Rabbimin razı olduğu bir durum değildir. Rabbimizin razı olmadığı şeyin yanında olacağız.” Tıpkı katleden Kabil gibi kardeşlerinin üzerine bombalar yağdırıyor. Öldürüyor Kabil gibi… Öldürmeyi seçiyor. Çünkü öldürmek, zafiyettir, acziyettir, ahmaklıktır. Oysa diriltmek öldürmek gibi değildir. Çağın Firavunlarının karşısında dimdik okudukları Kur’anları siper eden Habil yürekli İhvanın erleri. Onlarsa “ Öldürmeyeceğiz…” diye direniyorlar. Çünkü biliyorlar öldürmek kolay, yaşatmak zordur. Onlar zor olana talipler… Dirilişe, esenliğe, yollar açan şehadete talipler. Firavun’ un hakikate açtığı savaş onların direnişlerini bileyliyor… Hakikatin sancaktarlığını yapan peygamberlerin izinden yollarına devam ediyorlar. Onlar zamane diriliş erleridir. Sezai Karakoç’un dediği gibi: “ Diriliş eri bir alpinisttir. İnkâr, red ve kara alışkanlık pürüzlerini kıra kıra bu dik yamaçtan dağın tepesine, temiz havaya ve güneşe yükselecektir kişi. Bütün o çekilen sıkıntılar, korkular, bu sevinç ve bu güvenlik içindir.”
Sina Dağı’na ümmetinin yüreğine akıtacağı iman yüklü muştuyu bulmak için çıkmıştı Hz. Musa… Ateşlere yürümüştü, oradan getireceği kor insanlığa ışık olsun, onların yüreklerindeki iman ateşini alevlere gark etsin istemişti. Çileli yolculuklar sonucu, kardeşi Harun Peygamberle Firavun’ un karşısına dimdik sarsılmaz imanla çıktıklarında, par par yanan barış ve esenlik kaynağı beyaz eli vardı… Firavun’un tüm sihirlerini yutabilecek asası vardı. Sonra en önemlisi korkusuz yüreği, dik duruşu vardı. Dik duran kardeşlerimin ilham aldığı Musa Peygamber’in yanında biliyorlar Allah vardı. Yetmez mi… Allah’ınız varsa ne gam. Ne gerekir size… Ya Allah’ınız yoksa… Neyiniz var? Denizleri yaran asasıyla yollar açan peygamberin ümmeti olarak yürüyen Mısır halkı bu aidiyetlik duygusuyla direniyor ve sabrediyorlar.
“. Yeryüzünde olanların hepsi ve bir misli daha zalimlerin olmuş olsa, kıyamet günündeki kötü azap için fidye verseler kabul edilmez. Allah katından onlara, hiç hesaplamadıkları şeyler beliriverir.” ( Zümer – 47)
Tüm dünyanın, gözleri önünde işlenen onca cinayet ve katliam… Rabbim’in muhakkak hesabı bulacaktır zalimleri. Bizler buna inanıyor ve Efendimizin Taif’e gittiğinde, ayaklarına dolan kanla sabır ve sebat göstererek ettiği duayla sana yalvarıyoruz Rabbim. Çünkü senden başka gidecek kapımız yok ve sen bunu biliyor ve hesabını ona göre yapıyorsun. Bizler Senin tüm hesaplarına teslimiz Ya Rab. Bizler bu dünyanın üstü olduğu gibi altı da olduğuna inanlarız. Bu günün bir de yarını olduğuna, gerçek mahkemelerin kurulacağına inananlarız. Efendimizin Sabır yüklü duasıyla…
Allah’ım !
Kuvvetimin tükendiğini Sana arzediyorum.
Gücümün azaldığını,
İnsanların gözünde küçük düştüğümü Sana şikayet ediyorum.
Ey Merhametlilerin En Merhametlisi !
Sensin ezilmişlerin Rabbi !
Sensin benim Rabbim !
Beni kimlerin eline bıraktın?
Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi?
Yoksa, davamı ipotek edecek bir düşmana mı?
Eğer Sen bana gücenmedinse,
kesinlikle bunlara aldırmıyorum.
Lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır.
Senin nuruna sığınırım;
karanlıkları aydınlatan nuruna,
dünya ve ahiretimi kurtaracak nuruna…
Gelecek gazabın, bana ulaşacak öfkenden
kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum.
Sana sığındım, yeter ki razı ol.
Güç ve kuvvet Sendendir,
yalnız Senden.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.